Yeni yılın ilk günü gözlerini açıp sosyal medyada gündemi takip etmek isteyenlerin ilk karşılaştıkları “Suriyeli İstemiyoruz” hashtag’i oldu. Buna neden olan gelişme ise Suriyelilerin Taksim’de yılbaşı kutlamalarında boy göstermesiydi.

Suriyelilerin Türkiye’ye zorunlu göç etmeye başladıkları dönemden beri çeşitli alevlenip sönmelerle devam eden “Suriyeli nefreti” her yerde karşımıza çıkabiliyor. Kendini muhalif olarak görenlerin Suriyelilere yönelttikleri nefret söylemlerinden başlayalım:

En sık kullanılan söylemlerden biri: “Kendi ülkelerinde kalıp savaşacaklarına bizim ülkemize gelip keyif çatıyorlar.” Buradaki argümanın neresinden tutsak elimizde kalıyor. Her şeyden önce, Suriyeliler buraya keyiflerinden gelmedi. Suriye’de savaş olmasının bizzat sorumlusu bizim hükümet değil mi? Hadi bu gerçeğin önceden bu kadar net farkında değildik diyelim, en son Trump’ın Suriye’den çekilip geride kendini temsilen AKP’yi bıraktığını ilan etmesinden de mi bunu anlayamadık? Senin hükümetin Suriye’de savaş politikalarının bizzat yürütücüsü olacak, sen kalkıp hükümetine “Kardeşim, bırak emperyalist savaş politikalarını da insanlar memleketini terk etmek zorunda kalmasın” diyemeyeceksin ama zorunlu göç etmek durumunda kalmış Suriyelilere “geri dönüp savaşsınlar onlar da” diye laf edeceksin. Üstüne üstlük buna rağmen en yaman muhalif olarak hayatına devam edeceksin! Oh, ne ala memleket. Bu tipik orta sınıf iki yüzlülüğünü hemen tanımalıyız. Hükümetle karşı karşıya gelmekten korkan, AKP ve MHP ile ırkçılıkta hemen anlaşan küçük burjuvazinin üstü örtülü ittifak arayışının göstergesidir bu tür nefret söylemleri. Bunların gerçek yüzünü açık etmeliyiz ki bu küçük burjuva ırkçılarından kendimizi ayrıştırabilelim. Suriyelilerin elbette savaştan kaçma hakları da Türkiye’ye ya da herhangi başka bir ülkeye yerleşme hakları da savunulmalıdır.

Suriyelilere memleketlerinde kalıp savaşmasını öğütleyen küçük burjuva solcuların hepsinin koşarak bedelli askerlik yapmış olmaları ise ayrı bir trajikomik bir gerçek. Yanlış anlaşılmasın, kimsenin bedelli askerlik yapmasına laf etmiyoruz. Hiç kimse inanmadığı bir savaşa gidip savaşmaya zorlanamaz. Ancak bu kuralın bizimkiler için geçerli olurken başka memleketten gelenler için geçerli olmaması; ırkçılıktan, yabancı düşmanlığından başka birşey değil.

Kaldı ki buradaki bir diğer önemli nokta da şu; Suriye’de kalıp savaşmayı seçen Suriyeliler de bize göre öyle pek doğru bir yolda olmayabilirler. Suriye’de Kürtleri katletmeye çalışan ÖSO’cular yani AKP’nin ortaklarının sayısı hiç de az değil örneğin. Yani “ülkelerinde kalıp savaşsınlar” dediğimiz Suriyelilerin, ülkelerinde kaldıkları durumda, hiç de istemediğimiz şekilde ÖSO’cu olma ihtimalleri mevcut. Hatta Türkiye’ye gelen Suriyelilerin de çoğu ÖSO’cu ya da destekçisi. Unutmayalım, Taksim’de yılbaşı gecesi açılan bayrak ÖSO bayrağıydı. Yani burada bıçak sırtı olan konu şu; Suriyelilerin Türkiye’ye gelip istedikleri yerde, istedikleri biçimde yaşamasında, yılbaşında eğlenmesinde hiçbir sorun olmadığını sonuna kadar savunacağız. Bununla beraber, ÖSO’cularla aynı tarafta olmadığımızın da farkında olacağız. Taksim’de ÖSO bayrağı açılmasının, plansız gelişen bir tesadüf olmadığı açık. Halen Suriye’de savaş politikalarını ÖSO ile ittifak halinde sürdürmekte olan AKP’nin belki de olası bir Fırat’ın doğusuna sınır dışı operasyon planını meşrulaştırmak üzere giriştiği yöntemlerden biri, bu bayrak açılması meselesi. Bu açıdan, ÖSO bayrağı açanlarla elbette sorunumuz var. Ancak biz “Suriyelileri istemiyoruz” değil, “ÖSO’cuları istemiyoruz” diyoruz. Sorunumuzun kaynağı da ÖSO bayrağı açanların Suriye ırkından olmaları değil sorunumuz ÖSO bayrağı açılması. Bugün Suriyelileri Türkiye’ye göçmen olarak getirmek şeklinde bir politika izleyen AKP hükümetinin, yarın çıkarları gereği Suriyelilerin kovulmasını hedefleyen yeni bir kampanya başlatması da muhtemeldir. Suriyelilerin ÖSO saflarında savaşması işine geleceği için bunu yapabilecektir. Böyle bir durumda hiç misafirperverlik yapmayacağını, tıpkı Avrupalı göçmen karşıtı sağcılar gibi davranacaklarını göreceğiz.

İŞÇİ SINIFININ MİLLİYETİNE BAKILMAZ
Bir diğer nefret argümanına bakalım: “Devlet Suriyelilere maaş ödüyor. AKP Suriyelilere vatandaşlık hakkı vererek kendi oyunu arttırıyor.” Öncelikle, AKP’nin Suriyeli göçmenleri ülkeye kabul etmesi üzerinden yürüttüğü pazarlıklar ve aldığı ödenekler tamamen göz ardı edilerek kurulan bu argümanlar gerçek dışı olmaktan öteye gitmiyor. Suriyelilerin geçimine yetecek kadar maaş bağlanmış olsa, herhalde Türkiye’deki yerleşik işçi sınıfının neredeyse üçte biri oranında maaş alarak, sigortasız ve en ağır koşullarda çalışmayı göze almazlar.

En kötü koşullarda emekleri sömürülen Suriyeli işçileri, sokaklarda dilencilik yapan Suriyeli çocukları görmezden gelerek Suriyelilerin refah içinde yaşadıklarını iddia etmek de elbette yine küçük burjuvalara yakışır. Sınıf çelişkilerini bulanıklaştırmak tam olarak budur. Yalnız burada, küçük burjuvaların yaklaşımı dışında ele alınması gereken bir diğer konu da şu: Türk ve Kürt işçilerin, çok daha düşük ücretleri ve kötü koşulları kabul ettikleri için Suriyeli işçilere öfkelendikleri bir gerçek. “Onlar yüzünden işsiz kalıyoruz” öfkesi, onları bu koşullara mahkum eden patron sınıfına yönelmesi gerektiği yerde, kendi sınıf kardeşi olan Suriyeli işçilere yöneliyor. Nasıl ki Taksim’de yılbaşı gecesi ÖSO bayrağı açılması bir plan dahilindeyse, Türk ve Kürt işçilerin Suriyeli işçilere düşmanlaştırılması da benzer bir plan dahilinde işliyor. İşçiler arasındaki bu düşmanlıktan, halkta yaratılan Suriyeli nefretinden yine patronlar çıkar sağlıyor. Bu nefret sayesinde Suriyeli işçileri bu kötü koşullara ses çıkarmamaya zorluyorlar. Suriyeli işçiler haklarını istemeyi aklından bile geçiremeden, en ağır sömürü koşullarını kabul ederek çalışmak zorunda bırakılıyor.

Tam da bu nedenle Suriyeli nefretini körüklemek, işçileri daha kötü koşullara mecbur bırakmak anlamına geliyor. Hem Suriyeli işçilerin, hem de Türk ve Kürt işçilerin haklarını savunmak durumundayız. Sadece haklarını savunmakla da kalamayız. Madem ki AKP’nin Suriyelileri oy deposu olarak görmesinden şikayetçiyiz, o zaman harekete geçmeli, Suriyeli işçi sınıfının AKP’ye mecbur kalmadan hakları için örgütlenebileceği zemini yaratmalıyız. Bunun öncelikli yolu ise Suriyelilere yönelmiş nefreti yenmekten geçer. Nasıl ki geçmişte aynı nefret Kürt işçilere de yöneldiyse ve bu nefretten beslenen patronlar Kürt işçilere çok daha düşük ücretleri, zor çalışma koşullarını dayatabildiyse; şimdi de aynı tehdit Suriyeli işçilere yöneliyor. İşçi sınıfının hangi milliyetten olduğuna bakmadan haklarını alması için örgütlenmesi, hele de içerisinden geçtiğimiz ekonomik kriz döneminde olmazsa olmazdır.