Ekonomik krizin varlığının hissedilmeye başlandığı yaz aylarından, yıl sonuna geldiğimiz bugüne kadar hemen hemen her gün bir işten çıkarma haberi, batan veya kapanan işyeri haberi geliyor. İşsizlik verilerini düşük göstermek için yapılan onca aldatmacaya rağmen, 2008 krizinden bu yana resmi rakamlarda bile %15’lerin altına düşürülemeyen işsizlik istatistikleri, gerçeği yansıtmaktan çok uzak. Mevsimlik işçiler, ev işleriyle uğraşan kadınlar ve iş aramayanlar (Buradaki kriter İŞKUR’a başvuru yapmamak) resmi anlamda “işsiz” olarak kabul edilmiyor ve istatistiklere dahil edilmiyor. Böylece ciddi bir perdeleme yapılarak düşük gösterilmeye çalışılan işsizliğin boyutları, patlak veren ekonomik krizle beraber resmi verilerde bile artmaya başladı. Kaldı ki, bu verilerde en çok dikkat çeken nokta genç işsizliğin resmi istatistiklerde bile %22 dolaylarında olması. Peki, işten çıkarmaların yaygınlaşması ve işsizliğin artması neden gizlenmek isteniyor? Ekonomik kriz dönemlerinin en önemli göstergelerinden olan artan işten çıkarmaların basında haber olmasının bile engellendiği bir dönemdeyiz. İşçi sınıfının değil, sermaye sınıfının temsilcisi olan AKP, işçiler harekete geçtiklerinde başına gelebileceklerin elbette farkında. 3. havalimanı işçilerinin direnişini derhal tutuklamalarla bastırmak istemesi, ekonomik krize rağmen asgari ücrete Erdoğan’ın maaşına yapılan zam düzeyi olan %26 oranını gözeterek zam yapması, Paris’teki sarı yeleklileri “terörist” ilan etmeye çalışması, işten çıkarmalara her zaman sendikalı işçilerden başlamak istemesi, grev yasakları… Tüm bunlar, ekonomik krizde boğulma yolunda giden AKP’nin, işçi sınıfı hareketinin önüne geçebilmek üzere her yolu deneyen bir sermaye iktidarı olduğunu kanıtlayan veriler.
İşten çıkarmalarla ilgili bir diğer önemli veri de şu: Ekonomik kriz ile birlikte, uzunca bir dönemdir üretime değil inşaata dayandırılan ekonomik büyüme de giderek çökmeye başladı. İşten çıkarmaların inşaat sektöründe bile baş göstermeye başlaması, şimdiye dek parlattıkları inşaat alanında dahi yaşanan ekonomik krizin boyutlarını ortaya seriyor. Kendi sermayesini yaratmak üzere bütün hamlelerini yapan AKP iktidarı, yıllardır ABD başta olmak üzere aldığı dış borcun tamamını inşaata yatırdı. Üretim neredeyse durma noktasına geldi, herşey ithal edilir vaziyette. Bakanların “Paramız var ki ithal ediyoruz” ciddiyetsizliğindeki açıklamaları, dış borcun dayandığı devasa boyutları gizlemeye yetmiyor. İşten çıkarmalar, ertelenen iflaslar, zamlar derken, 2019 Mart sonunda yapılacak olan seçimlerden sonraya ertelemeye çalıştıkları ekonomik kriz tablosu, tüm ciddiyetiyle karşımızda duruyor.
NEDEN İFLAS DEĞİL DE KONKORDATO İLAN EDİLİYOR?
Ekonomik krizin patlak vermesiyle birlikte literatürümüze bir de “konkordato” kavramı girdi. Önce konkordato nedir, onu anlamakla işe başlayalım. Konkordato kabaca; bir şirketin borçlarını ödeyemeyecek duruma geldiğini ilan etmesi ve ticaret mahkemesi tarafından bu durumun onaylanması demek. İflas ertelemenin şirketler tarafından kötüye kullanılması nedeniyle yasaklanmasının hemen ardından karşımıza çıkmaya başlayan konkordato ilanları, iflas öncesi son çıkış yolu olarak biliniyor. Peki, irili ufaklı pek çok iflasın yaşanmasıyla karakterize olan ekonomik kriz günlerinde neden “konkordato” kavramını “iflas”tan daha sık duyuyoruz? Bu noktada, firmaların iflas ilan etmelerini engellemek üzere iktidar tarafından ciddi bir siyasi baskı yapıldığı, bu nedenle firmaların iflas yerine konkordato ilan ettikleri değerlendirmesinin haklılık payı oldukça yüksek görünüyor. Hatta son dönemde konkordato ilan etmek bile artık kolay değil, ticaret mahkemelerinin konkordato kararlarını onaylamayarak beklettiği, firmaların konkordato ilan edebilmek için bile sıraya girdikleri gerçeği, durumu özetlemeye yetiyor. Bu bekletme politikalarına rağmen, yıl sonuna kadar konkordato ilan eden şirket sayısının 5 bini geçeceği söyleniyor. Bu tablonun işçiler açısından sonucu ise; konkordato ilan edilen firmalarda banka alacaklarına öncelik veriliyor, işçilerin alacakları ise bankaların ardından geliyor. Hali hazırda işten çıkarılma gerçeği ile burun buruna yaşamlarını sürdüren işçiler, konkordato ilanıyla da birikmiş ücretlerini almalarının zorlaşacağı bir sürece giriyor.
NE YAPMALI?
Tüm bu verileri, kavramları nasıl yorumlamalıyız? Sosyalistler olarak bu gelişmeler karşısında hareket tarzımız ne olmalı? Lenin en bilinen eserlerinden “Ne Yapmalı” kitabında, ne yapmamız gerektiğinden çok, aslında ne yapmamak gerektiğini anlatır ve hatalı eğilimlerle sağlam bir polemiğe girer. Bu yöntemi benimseyen Leninistler olarak öncelikle şunu ifade etme gereğini hep duyduk: Ekonomik kriz karşısında işçi sınıfının üretim süreçlerine el koymasının yolunu açacak örgütlenmeler yapmamız gerektiğini net bir biçimde ortaya koymaktan kaçınan her türlü görüş ve hareket tarzı esasında hatalı eğilimdir. Öncelikli olarak, ekonomik krizin varlığını ortaya koymak görevimizin olduğunu şimdiye kadar pek çok kez söyledik. Ekonomik krizin var olması ile olmaması arasında işçi sınıfı açısından devasa bir fark olduğunu ifade ettik. Bunun üzerinde bu kadar ısrarla durmamızı gerektiren durum ise şuydu: Ekonomik kriz döneminde olduğumuz tahlilini yapmak, beraberinde biz sosyalistlere işçi sınıfı hareketini yaratmak görevini de yüklemekte.
İşçi sınıfı hareketinin öncüsü olma iddiasını ortaya atan sosyalistler, elbette ekonomik krizin derinleştiği günlerde, üretim süreçlerine el koyabilecek güçlü bir işçi sınıfı hareketini yaratmak üzere yola koyulmalıdır. İşten çıkarmaların olduğu, iflasların yaşandığı işyerleri başta olmak üzere işçi direnişleri, eylemleri, grevleri karşımıza çıkmaya başladı bile. İşten çıkarmalar artıyorsa, maaşlar gecikiyorsa, ekonomik kriz derinleşiyorsa işçi sınıfının birleşerek mücadele etmesinden başka çıkar yol olmadığını anlatma görevi bizlerdedir. Ekonomik krizin daha da derinleşeceği günlerde, işçi sınıfı hareketinin ivme kazanması ancak böyle mümkün olabilir. Kapitalist sistemin teklediği ekonomik kriz dönemleri kadar işçi sınıfı hareketinin varlığını en güçlü biçimde göstermesine elverişli dönemler az bulunur. Kriz dönemlerini sistemin kendini yeniden onarmasını bekleyerek geçirmek, kapitalizmi devirme iddiası olan sosyalistler açısından, ahmaklıktan başka bir şey değildir. Şiirde de dediği gibi:
“Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark
Ve durdu muydu bir gün bu kör avara kasnak
Bir zincir yitirenler, bir dünya kazanacak
Sen de o dünyadansın, sınıfını bil safa gel
Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel”