Ekonomik bir krizin varlığını ortaya koymak Marksistler açısından son derece önem taşır. Kapitalizm karşısında izleyeceğimiz taktikleri, hareket tarzımızı, örgütlenme biçimlerimizi baştan ele almamızı gerektiren zamanlardır ekonomik kriz dönemleri. Bunları baştan ele almazsak, ekonomik kriz öncesi hareket tarzımızı hiç değiştirmeden devam edersek tren çoktan kaçacaktır. “Ekonomik krizin olması ya da olmaması fark etmez” denemez. Çok fark eder. Evet kapitalizm kendi krizini kendi yaratır, bu açıdan ekonomik krizler sistemin kendi yapısında vardır. Ancak herhangi bir müdahale ile karşılaşmazsa krizden kendi çıkış yollarını da bulabilir, daha önce yaşanan dünya çapındaki bunalım dönemlerinde bunu gördük. Kapitalizm ekonomik krizden kendisini kurtarmak üzere hamlelerini yaparken işçi sınıfı üretim süreçlerine el koymanın yolunu açabilecek hamleler yapmak zorundadır. Hangi adımları atacağımızın bu denli önem kazandığı ekonomik kriz günlerinde, ilk önce ekonomik krizin varlığını ortaya koymakla işe başlamalıyız.

Ekonomik krizi değerlendirmeye giriştiğimizde, karşımıza ilk çıkabilecek sorunla başlayalım. Ekonomik gidişatı yorumlamak için ekonomi uzmanı olmamız gerekmez. Sınıfsal olarak kimin iktidarda olduğu, her şeyin belirleyenidir. İşte bu nedenle sınıf savaşımı yürüten herkes ekonomiden anlamaktadır aslında. “Ben ekonomiden anlamam” bir sosyalistin asla kurmaması gereken bir cümledir. Solcular özgürlükler konusunda tumturaklı laflar eden romantik kişilikler değildir. Ekonomi gibi “sıkıcı” görülen konulardan anlamak da sadece liberallere has bir özellik değildir. Marks, kapitalizmin işleyiş yasalarını ortaya koyduğu, yani tamamen ekonomik temelde yazdığı ölümsüz eseri Kapital’in önsözünde şöyle der: “Değer biçimi üzerine olan kesimleri saymazsak, bu kitabın zor anlaşılmasından yakınılamaz. Burada, şüphesiz, yeni bir şeyler öğrenmek, aynı zamanda bizzat düşünmek isteyen bir okuyucuyu düşünüyorum.” Görüldüğü gibi Marks aslında herkesin ekonomiden anlayabileceğinden bahseder.

İlk zorluğu atlatıp ekonomiden anlayabileceğimize ve anlamamız da gerektiğine ikna olduysak başlayalım. Ekonomik kriz şu an Türkiye kapitalizmi ve onu temsil eden AKP cenahında boylu boyunca yaşanmakta. 457 milyar dolar dış borç -ki bu borcun üçte biri devlete yani kamuya ait- %25 enflasyon, gerçek rakamlarda büyük bir çarpıtma yapılmasına rağmen resmi rakamda bile %10’un altına düşürmeyi asla başaramadıkları işsizlik oranları, dolardaki geçtiğimiz yıla oranla %57’yi geçen artış... Tüm bu veriler “algı” denerek üstü örtülemeyecek kadar gerçek. AKP’nin krizi gizlemek, manipülasyon yapmak, 31 Mart 2019’da yapılacak yerel seçimlerin bitimine kadar krizin sonuçlarını ertelemeye gitmek gibi “günü kurtarma” hamleleri dışında kapsamlı bir planının olmadığını görmek için kahin olmaya gerek yok. Özellikle mart ayından yani yerel seçimler bittikten sonra adeta bir felakete doğru koşar adım gitmekteler. Bu felakete doğru koşma hali artık daha fazla dış borç bulamaz hale gelen AKP’yi derinden sarsacak, sarsmaya başladı bile.

DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR
Şimdi biraz en başta giriş yaptığımız konuya dönelim. Sosyalistler ekonomik kriz dönemlerinde farklı taktikler geliştirmeli demiştik. Ekonomik kriz meselesine yaklaşım tarzlarında sosyalistlerin düştüğü temel hataları yeniden ele almakta fayda var. Öncelikle, ekonomik bir krizden söz ediyorsak adı ile sanı ile sınıf çelişkilerinden de bahsediyoruz demektir. Marksizmi temel aldığını iddia edenlerin, sınıf kavramını bile kullanmadan ekonomik krizi yalnızca “yoksul halkı daha da yoksullaştıran bir ekonomik hadise” olarak analiz etmesi başlı başına en temel hatadır. Bizler, yoksul olan ve haklarını alamayan işçilere çok üzülmemiz sebebiyle sosyalist olmadık. İşçiler emek harcadığı ve biz emeği çok sevdiğimiz için de sosyalist değiliz. Bizi sosyalist yapan temel hadise; hakim sınıf olan burjuvazi ve sömürülen sınıf olan proletarya arasındaki derin çelişkinin ta kendisi ve bu çelişkinin üzerine varlığını kurmuş olan kapitalizmdir. Marksistleri burjuva iktisatçılardan ayıran en temel nokta, burjuvazi ve proletaryayı iki karşıt sınıf olarak ortaya koymalarıdır. Sınıf çelişkilerinden hiç bahsetmeden, işçilerin yoksullaşmasının ne kadar kötü olduğunu ve buna ne kadar üzüldüğünü anlatmanın sosyalizmle alakası yoktur. Hele de buna çok üzülmesi sebebiyle yardım kampanyaları tarzı vicdan rahatlatan bir takım faaliyetlere girişebilecek olanlar, olsa olsa “vicdansever” olabilir. Devrimcilerin kriz dönemlerinde özellikle ihtiyaç duyulan görevi işçi sınıfı hareketinin öncülüğünü yapmaktır. Bu görev bulanıklaştırılıyor, görevimiz işçilerin yoksullaşmasının önüne geçmek gibi belirsiz tanımlar yapılıyor. Bu hatalı ele alış sonucunda da ‘krizin faturasını emekçiler değil patronlar ödesin’, ‘krize karşı dayanışma ağları’ gibi hedefi ve programı olmayan hareket tarzları beliriyor. Hatta daha da ileri gidilerek mahallelerde kooperatifleşmeler, takas pazarları gibi az evvel küçük burjuvalara yakıştırdığımız bazı önermeler bizzat sosyalistler tarafından sunuluyor. Müthiş bir çarpıtma, bilinçli bir görevden kaçma hali.

Bir diğer hatalı eğilim de sloganlardan ileri gidemeyen, sınıfsal vurgular yapan metinler yayınlayan ama bu kez de sadece metin yayınlamayı yeterli bulan bazı göstermelik tavırlar. Bu durum tıpkı seçim zamanları kime oy verilmesi gerektiğini açıklayıp sadece bunu açıklamış olmakla yetinmeye benziyor. Ekonomik kriz karşısında sosyalistlerin tespit yapması önemlidir demiştik ancak burada bize düşen açıklama yapıp kenara çekilmek asla olamaz. Madem yazılan metinlerde bolca ahkam kesiyoruz o zaman yazdığımızın arkasında durup harekete geçmekle de yükümlüyüz.

Ekonomik krizi sınıfsal bir biçimde değerlendirmeden, bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra da harekete geçmeden kazanmamız söz konusu dahi olamaz. Harekete geçmekten kastımız da ayda bir sosyalistlerin yan yana gelerek ekonomik krize karşı toplantılar, paneller, mitingler düzenlemesi değildir. Gerçek bir işçi sınıfı hareketinin yaratılması zorlu görevi boylu boyunca önümüzde duruyor. Gördüğümüz gibi, esas ihtiyacın işçi sınıfının örgütlenmesi olduğu gerçeğini ortaya koymak bile oldukça çetin bir fikri savaşı gerektiriyor. Bu denli hatalı eğilimlerin, bulanıklaştırma çabalarının olduğu bir konjonktürde işçi sınıfı hareketini yaratma iddiasını ortaya atmak epey zorlu fikir çatışmalarından geçerek ancak mümkün olabiliyor. Bu nedenle, ekonomik kriz karşısında bulanık yollara sapmadan, sınıflar mücadelesini işaret etmiş olmanın önemini bir an olsun aklımızdan çıkarmamalıyız. Ancak elbette ki bizler başta Lenin’in partiye yüklediği anlamı doğru kavramakla yükümlüyüz. Ortaya koymuş olduğumuz bu biricik mücadeleyi hayata geçirmek, en zorlu görev olarak önümüzde durmakta. Biz, işçi sınıfı hareketini yaratmak üzere harekete geçenlerin de karşısında duran, henüz başarı ile geçmemiş olduğumuz en önemli sınavı budur.

KRİZ GÜNLERİNDE GENÇ İŞÇİLERİN TUTUMU
Yerel seçimlerden sonra şiddetleneceği fikrini ortaya attığımız ekonomik krizin etkileri özellikle genç işçiler üzerinde hissedilmeye başladı bile. Kapitalizm genç nüfusu her zaman daha düşük ücretle, daha zor ve güvencesiz koşullarda çalıştırmak üzere planlarını yapar. Genç işçiler çoluğa çocuğa karışmış, belli bir yaşı geçmiş işçilere göre kapitalist patronun daha çok işine gelir. Hele de son yıllarda ilerlemesini tamamen inşaata dayandıran AKP ekonomisi, genç işçilere daha da çok ihtiyaç duydu, istihdam da yarattı ancak iş kapıları artık birer birer kapanmaya başladı. Nasıl ki genç işçi nüfusunda artış yaşandıysa, ekonomik kriz ilerlerken özellikle genç işsiz nüfusunda da patlama yaşanacak. Bu durum, genç işçilerin öncülüğünü yaptığı bir takım işçi direnişleri, ayaklanmalar, grevler ve benzeri sınıf hareketinin pek çok mücadele biçimine kapı aralayacaktır. Tarihin akışını değiştirme gücüne sahip işçi sınıfıysa genç işçiler de sınıf hareketinin en önünde olacaklar.

Yazının başından itibaren ifade ettiğimiz gibi bazı değerlendirmeleri yapmak bize bazı sorumluluklar da yüklüyor. Genç işçilerin, işçi sınıfı hareketindeki kritik rolünü ortaya koymak, genç işçilerin örgütlenmesi meselesini de önümüze koymakta. Türkiye sosyalist hareketi tarihinde çok sık görmediğimiz biçimde, genç işçilerin sosyalizmle tanıştığı, sosyalist fikirleri savunma yolunda ilerlemeye başladığı bir süreçteyiz. Bu yönelim son derece kıymetlidir ve artacağını öngörmek de zor değil. İşçi sınıfı hareketinin başını çekebilecek güç olarak gördüğümüz genç işçiler, elbette sosyalist bir partinin de önder kadroları olabilirler. Bunun gerçekleşmesinden kaçınmak, küçük burjuva eğilimlerden başka bir biçimde açıklanamaz. Aksine bu örgütlenmenin sağlanması, görevlerimizin başında gelmelidir.

İşçiler için yardım toplayıp, ekmeğimizi işçilerle bölüşerek, ekonomik kriz günlerinin geçmesini ve daha “iyi” bir kapitalizmin gelmesini beklemeyeceğiz. İşçi sınıfıyla, özellikle genç işçilerle örgütlenip ekonomik gidişata el koymanın yollarını birlikte yaratacağız. Bu yolda ekmek nasıl olsa bölüşülecekse de bölüşülür.