“Periyodik olarak tekrarlanan krizler, burjuva toplumu her defasında daha ciddi bir biçimde tehdit etmektedir.”-Karl Marks

Neden bu cümleyle başladık? Çünkü ekonomik krizin “dış güçler”in oyunu olduğu, hatta daha da ileri giderek emperyalistlerin komplosu olduğu gibi söylemlerle sık karşılaşıyoruz. Oysa, gerek yukarıda Manifesto’dan yaptığımız alıntıda, gerekse başka pek çok temel metinde, krizlerin emperyalizmin bir oyunu değil, emperyalizmin başına gelen bir olgu olduğu ortaya konulur. Hem de değerlendirmeyi daha da sivrilterek, “burjuva toplumunu her defasında daha ciddi bir biçimde tehdit eder” diyor Marks. Ekonomik krizler her zaman “teğet” geçmez. Kaldı ki teğet bile geçse ciddi yaralar bırakır. Bu nedenle sermaye sınıfının, krizleri dikkate almama ya da “geçiştirme” gibi bir lüksü yoktur. Tam karşısında yer alan işçi sınıfı için de elbette bu kural geçerlidir. Çünkü işçi sınıfının krizin etkilerini en sert yaşayan olmasının yanı sıra, sınıflar savaşımındaki çatlakları derinleştirmek açısından da krizlere dikkat kesilmesi elzemdir.

Komplo meselesine geri dönecek olursak, bu değerlendirmeyi son dönemde AKP cenahından sıkça duyuyoruz. Döviz kurundaki artışa “komplo”, soğan fiyatlarının yükselmesine “dış güçlerin oyunu” değerlendirmelerinin yapıldığına tanık olduk. Peki bu temelsiz fikirlerin ileri sürülme gerekçesi nedir? Bunun, karşımıza çıkan konuyu derinlemesine incelemek istememe eğiliminin sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Oysa yine Marks’ın kapitalizmi en kapsamlı ele aldığı eseri Kapital’de kullandığı ifade ile “kapitalizmin hareket yasalarını” incelemek gerekliliği, sadece biz Marksistler için geçerli bir kural değil. Tek adam rejimi için de bu kural geçerli. Krizi komplo olarak değerlendirmeleri, hanelerine artı puan yazılmasını sağlamayacak. Kriz konusu, her zaman yapmaya alışık oldukları gibi ahkam keserek, böbürlenerek altından kalkabilecekleri bir konu değil. Ne damat Berat’ın “enflasyonu tek haneye düşüreceğiz” söylemi tansiyonu düşürmeye yetiyor, ne de “kriz beklentisi” açıklamasını kendi döneminin krizler kraliçesi Tansu Çiller’e yaptırmaları kendilerini aklamaya yarıyor.

Burjuva ekonomistler, liberal yazarlar bile yaklaşan tehlikeye epeydir dikkat çekiyor. Uzunca zamandır, Türkiye’de ekonomideki rakamsal büyümenin üretime dayalı olmadığı ifade ediliyor. Alınan dış borçlar ve krediler ile sürekli yatırım yapılan inşaat sektörüne dayanan büyüme rakamlarının sürdürülebilir olmadığına, uluslararası emperyalist kuruluşlar bile defalarca işaret etti. Büyüme dış kaynağa dayandığı, üretime dayanmadığı için istihdam yaratmıyor. Bu nedenle işsizlik de artıyor. Türkiye’deki işsizlik oranlarının bir türlü düşürülememesinin altında yatan neden de bu. Gidişat sermaye sınıfı açısından iyi değil, ekonomide çöküşün sinyalleri çoktandır baş gösterdi. Büyümesi üretime dayanan ABD’nin bile yaşadığı krizin boyutlarını 2008’de hep birlikte gördük. Bir de üretime değil dış kaynağa dayanan ekonomiye sahip Türkiye’de yaşanabilecek çatlakları düşünün.

Sermaye birikim sürecinin işleyişi 

Peki, ekonomide büyümenin neden üretime dayalı olması isteniyor, üretim neden bu kadar önemli? Bu noktada, tek adam rejiminin zahmet edip üzerine düşünmediği, ama beğenmediği biz Marksistlerin üzerine kafa yorduğu kapitalizmin hareket yasalarına bakmalıyız. Kapitalist üretim; sermaye sınıfının, emek gücünün ürettiği artı değere el koyması üzerine kuruludur. Artı değere el kondukça, sermaye birikim süreci işlemeye başlar. Artı değer yaratılamazsa, sermaye birikimi gerçekleşmez ve sermaye sahibi yok olup gider. Yani artı değere dayanan bir üretim biçimi, sermaye sınıfı için bir tercih değil, bir zorunluluktur, hatta ölüm-kalım meselesidir. Yaşaması için olmazsa olmaz olan, rekabet ilişkilerinde kazanan olmasıdır, bu da sermaye birikimine yani el koyduğu artı değere dayanır. Dünya çapında yaşanan ekonomik krizler, artı değere el koyan sermaye sahiplerinin çarpışması ile başlar.

Görüyoruz ki, kapitalist iktisadi ilişkileri çözümlemeye çalışmak son derece kritik önemdedir. Marksistler bu işe soyunur demiştik, o kısmı da biraz daha açalım. Bazen kendine “Marksistim” diyenler “Zaten kapitalizme karşıyız” fikri ile kapitalizmi anlama çabasına hiç girmeyebiliyor. Bu son derece hatalı eğilim, bu fikrin sahiplerini, kapitalizmin çatlaklarını keşfetme becerisi kazanmaktan alıkoyuyor. Kapitalizmin yasalarını değiştirmek üzere hareket etmemiz, onun nasıl işlediğini anlama çabasını elimizin tersiyle itmemiz anlamına gelmemeli. Çünkü bunu itmek bizi sermaye sınıfı için “beter olsunlar” tavrına götürür. Bu tavır ise, karşısında güçlü bir karşı çıkış göremeyen sermaye sınıfının işini kolaylaştırmak dışında bir işe yaramaz.

Ayrıca hiçbir konuyla uğraşmasak bile, kapitalizmin krizinin işçi sınıfı üzerindeki etkileri ile uğraşmamız gerekmez mi? İşsizliğin boyutları, yoksulluğun tırmanması, enflasyonun ve beraberinde hayat pahalılığının artması bizi ilgilendirmez mi? Ekonomik krizde yok olmamak için elinden geleni ardına koymayan sermaye sınıfının, emekçileri güvencesiz ve denetimsiz koşullarda çalışmaya zorlaması, işçi ölümlerinin artması da mı bizim konumuz değil? Elbette hiçbir sosyalist bunlar benim konum değil demeyecektir. Kapitalizmin krizlerinin sonuçları bizim konumuzsa, bunun nedenlerini irdelemek ve yapıyı anlamak da bizim konumuz olmalı. Ancak bazen sosyalistlerin bunları yalnızca biçimsel olarak konu edindiği ortada. Nasıl mı? Türkiye’de kapitalizmin siyasi temsilcisi AKP, yani yeni hali ile tek adam rejimidir. Demek ki kapitalizmle, onun krizleriyle ve bunların emekçiler üzerindeki etkileriyle gerçek anlamda mücadele ettiğimizi iddia ediyorsak, kapitalizmin bir numaralı icracısı, sermayenin tek adamı ile mücadele etmek dışında bir yol görünmüyor. Bu yolda en kritik dönemeçlerden biri olan seçim süreçlerini, sosyalistlerin sermayenin temsilcisi AKP ile hesaplaşma mecrası olarak görmüyor olması ve seçimlerden kaçma tavrı, işçi sınıfı mücadelesini de ilerletmiyor. Son seçimlerin öncesinden itibaren karşımıza çıkan “tek adam rejimi gelse de, gelmese de fark etmezcilik” de buna örnektir.

Kapitalizmin yasalarını anlamanın önemine yeterince değindik, hemen bu noktada şunu da söyleyelim: Bizim için sadece anlamak da yeterli değildir. Sosyalistlerin tek görevi kapitalizmi ve krizlerini ortaya koymak değil. Bizler, kapitalizmin krize girmesi için pusuda bekleyen sinsiler toplamı değiliz. Kapitalist sistemi değiştirmek üzere de kafa yoran, mücadele eden ve hatta ortadan kaldırmayı da beklemeden onun yarattığı yıkıma engel olmak için canını dişine takanlarız. Evet kapitalizmin krizleri ve sermayenin tek adamı ile karşı karşıyayız. Rejim ve onun getirdikleri ile mücadele, esasen sermayeyi geriletme mücadelesidir de.