“Dünyayı sadece anlamak yetmez, onu değiştirmek de gerekir.” Marks’ın başka pek çok sözünü olduğu gibi, bu değerlendirmesini de çarpıtma eğilimi yaygındır. Bu çarpıtma sonucu, dünyayı anlama çabaları küçümsenir, boş gevezelik olarak yaftalanır. Bu son derece yanlış eğilimi bir kenara bırakmak gerektiğini, sanıyorum ki doların önlenemeyen artışı esnasında fark etmişizdir. Doların neden yükselip durduğu, enflasyonun ve işsizliğin neden düşürülemediği, bunların hem nedenleri ve hem de olası sonuçları gibi konuların tartışılmaya başlanması iyidir. Ekonomideki güncel gelişmeleri yorumlamaya çalışmak, liberal ekonomistlerle tartışma yürütmek de iyidir. Hiçbiri olmasa bile solun ekonomi üzerine fikir yürütmeye başlaması bile iyidir.
Yalnız burada bir sorun daha devreye giriyor. Bu “anlama” aşamasında da, bu kez ilk söz ettiğimizden farklı bir yanlış eğilimle karşı karşıya kalıyoruz. Bu yanlış eğilime en hafifinden, ekonomi üzerine kafa yormak zorlu bir mesele olduğundan, burjuva iktisatçılardan farklı bir değerlendirme yapamama sorunu denebilir. Aralarında burjuva iktisatçılarının da olduğu pek çok kesim, mevcut kötüye gidişin hükümetin yanlış politikalarından kaynaklandığını ortaya koyan değerlendirmeleri hali hazırda yapıyor. AKP-saray rejiminin yaşadığı sıkışıklığın ekonomide kendini iyiden iyiye gösterdiği ve seçim tarihinin bu kadar erkene çekilmesindeki başat nedenlerden biri olduğu değerlendirmesini yapmak, sadece biz sosyalistlere özgü bir yorumlama olmaktan çoktan çıktı. Sanıyorum ki, fazla ekonomi bilgisi olmayan ama sadece geçtiğimiz hafta şöyle birkaç kez Twitter’da yorumları okuyan bir kişi bile, Merkez Bankası’nın faiz arttırımına gitmesine bağlı olarak doların düşmeye başladığını öğrenmiştir. Hükümetin ve tabi ki en başta Erdoğan’ın Merkez Bankası’na yönelik baskıları nedeniyle Merkez Bankası’nın iyi bir yönetim sergileyemediğini liberal ekonomistler sık sık dile getiriyordu zaten.
Dolayısıyla, şunu söyleyebiliriz: Evet AKP-saray rejimi belirsizliklerle dolu bir ekonomik kriz sürecinin tam ortasında sıkışmış vaziyette. Saray ekonomisi çöküyor. Açıklamalarının gülünçlüğünden bile bunu anlamak mümkün. “Dolarlarınızı bozdurun” saçmalığına geri dönüş, “Doların yükselmesinden bize ne” gibi kendi taraftarlarını bile tatmin etmeyen söylemlerle bu süreçten çıkış için herhangi bir somut planlarının olmadığı da ortada duruyor. Seçimlere kadar dişlerini sıkabildikleri kadar süre idare etme mantığı ile ilerledikleri de ayan beyan ortada. Az önce de bahsetmiştik, bu değerlendirmeleri burjuva iktisatçılar da yapıyor. Burada bize düşen ise, kapitalizmin krizlerini yani çatlaklarını derinleştirmek üzere bir siyasi hat ortaya koyabilmektir. Bunu yapabilmek için ise, ekonomi üzerine kendi yorumlarımızı yapmamız ve nihayetinde de bir ekonomik programın nasıl olması gerektiği üzerine de kafa yormamız gerekir. Fark yaratacak olan budur.
Nasıl bir program?
En başa geri dönerek, “dünyayı anlama” bölümünden başlayarak ilerlemekte fayda var. Bu yazıda tüm detayları etraflıca ele alamayacak da olsak, birkaç örnek vererek yola çıkmak gerekiyor. Bu yılın başından beri dillere dolanan “ekonomi büyüdü” söylemlerini ele alalım örneğin. Bunların ne kadar gerçeği yansıttığı tartışmalı. Ancak söyleyebileceğimiz şu ki; zengin daha zenginleşti, yoksul daha yoksullaştı. Yani büyümeden emekçiler değil, zenginler pay alıyor. Bunu asgari ücretin düşük olmasından da görüyoruz. Öyle ise, “ekonomi büyüdü” söylemi karşısında pekala, “Büyüdü de emekçiye mi büyüdü?” denebilir ve gerçekleştiği söylenen büyümeden pay istenebilir.
Bir başka örneği ise işsizlik oranlarından verelim. İşsizlik oranlarının bize gösterilen kadarı bile %10’un altına hiç düşmüyor. Burada somut veriler, gerçek rakamların çok daha yüksek olduğunu söylüyor. Kadınların, sadece birkaç ay iş aramayı bırakanların “işsiz” olarak sayılmaması gibi tamamen bize has bazı aldatmaca yöntemleri ile gerçek rakamlar gizlenmeye çalışılıyor. Düşünelim, bu gizlenen hali ile bile çift haneli rakamlardan bir türlü aşağı düşürülemeyen işsizlik, devasa biçimiyle karşımızda. Buradan hareketle ortaya koyabileceğimiz bir mücadele hattı önümüzde duruyor.
Son söz niyetine; son kısımda sadece kısa kısa ve az sayıda örnek vermekle yetindiğimiz ekonomi yaklaşımımız etraflıca ele alınmalıdır. Bizlere düşen, tartışmaları hakkınca yerine getirmek olmalı. Keser dönüp sap döndüğünde ve gün geldiğinde hesabın da dönmesini ancak böyle sağlayabiliriz. Sadece arkamızda kalanı değil, önümüzü de görebilmemiz ancak bu şekilde mümkün olabilir.