Hayır mücadelesini andıran bir seçim sürecine artık boylu boyunca girdik. “Baskın” olarak nitelendirilen erken seçimin ilanının hemen ardından, muhalefet kısacık da olsa bir “şaşkınlık” evresi bile geçirmeden hızlıca yola koyuldu. Cumhurbaşkanı adaylığı tartışmaları, “milletvekili adayları kim olacak” trafiği derken, bu kadar hızlı bir adaptasyon süreci yaşanması sonucu, şimdi asıl şaşkınlığı iktidar bloğu yaşıyor. AKP-saray daha şimdiden, erken seçim ile hedefledikleri “hazırlıksız yakalama” planlarının tutmadığının farkında. Ayrıca yükselen “TAMAM” çıkışı, sadece sosyal medya ile de sınırlı kalmayan muhalefetin bir araya gelişi, ana muhalefet partisi CHP’nin kendi adayı dışındakilerin de Cumhurbaşkanı adayı olabilmesi için imza atma çağrısı yapışı ve bunun sonucunda toplumun her kesiminin sandığa gitme olasılığını arttırışı gibi gelişmeler, iktidarın işini daha da zora sokuyor.

Muhalefetin birleşmesinden ölesiye korkuyorlar. Araya nifak tohumu sokmak için ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Bu korkularını ise, her zamankinden daha da fazla açık ediyorlar. Esip gürlemeler her zamankilere benziyor gibi gelebilir, ama altında yatan korkuyu anlamak için kahin olmaya gerek yok. Her gün dile gelen, kaybetme ihtimallerini vurgulayan tehditvari söylemler de bunun işareti.

Peki neden korkuyorlar muhalefetin birleşmesinden?

Muhalefet birleştikçe iktidar çatırdıyor

Kendilerinin birleşebileceği bir kesim kalmadı da ondan. Kürtleri ellerinin tersiyle itmelerinin üzerinden epey zaman geçti. Saadet Partisi’ni kendi saflarına çekemediler ve hatta, Saadet’in karşı ittifak içinde yer almasına bile engel olamadılar. Bu da yetmezmiş gibi, Saadet Partisi’nin, AKP içinden biri olan Abdullah Gül’ü aday olarak tartışmaya açmasının dahi önüne geçemediler. Kura kura MHP ile ittifak kurabildiler. Ama bu ittifaktan da yeterince memnun değiller ve zaman zaman bunun sinyallerini veriyorlar. Bahçeli’nin af talebine “gündemimizde yok” yanıtı verildi bile. Mahir Ünal’ın CHP'ye laf edeyim derken, MHP’yi unutarak sarf ettiği “Bir siyasi parti kendi genel başkanını cumhurbaşkanı adayı olarak göstermiyorsa iktidar olma amacı yoktur” sözleri de bu kapsamda değerlendirilebilir. Ayrıca MHP’nin, “Cumhur ittifakı” sayesinde iktidar safında yer aldığı için, daha önce AKP’ye kayan milliyetçi oyları geri alacağı ve çıkaracağı milletvekili oranının, söylendiği kadar da düşük olmayacağı analizlerinin kulislerde dolaşması, AKP’yi daha da zora sokmuşa benziyor.

Elbette AKP-sarayın tek sorunu ittifakları ile de değil. Görünen o ki, kendi içlerinde de önemli bir çatırdama yaşanıyor. Uzun süredir iplerin gergin olduğu su yüzüne çıkmış olan Abdullah Gül’ü, Saadet Partisi veya çatı adayı olmamasına ikna etmek için paşaları devreye sokmaları, aralarındaki çatlağın boyutunu gözler önüne serdi. Artık düğünlerde bile yan yana gelmek istemeyen Erdoğan-Gül ikilisi, AKP’deki çatlağın sembolü oldu.

AKP’nin kendi içindeki çatırdamanın tek emaresi Gül, Davutoğlu gibi epeydir bilinen isimlerle de sınırlı değil. En ufak bir aykırı çıkışa bile tahammül edemeyerek ekonomideki çöküşün sinyallerini vermeye başlayan yılların AKP’li ekonomisti Mehmet Şimşek’i derhal susturdular. Hemen hemen her gün Twitter’da bilmem hangi ilden bir AKP’li milletvekili aday adayının paralar dökerek açtığı tag’lerle kendi propagandasını yapması içlerindeki rekabeti de ortaya seriyor.

AKP’nin sıkıştığını gösteren siyasi gelişmeler böyle. Bir de iktisadi meselelere göz atalım.

Seçim öncesi göz boyama ekonomisi

Seçime çok az zaman kala tüm ekonomik kaynakların halka açılıyor görünümü; hem bir seçim yatırımı, hem de ekonomideki çöküşü perdeleme hamlesi olarak düşünülebilir. Keza AKP, hazinenin kapılarını ardına kadar açmış vaziyette. “Halka hizmet” adı altında 16 yıllık AKP iktidarı döneminde yapılmayan her şey bir anda akla gelmiş gibi adeta. Herkese düşük faizli krediler, ikramiyeler dağıtılıyor. Alelacele çıkarılan yasalarla borçların faiz ve cezaları siliniyor, kalan borçlar uzun vadeye yayılarak yapılandırılıyor. Yurt dışına hiç hesap vermeden para aktarmak bir sefere daha mahsus olmak üzere serbest bırakılıyor. Konutlardaki KDV oranları ve harçlar düşürülüyor, kamu bankalarına talimatlarla konut almak isteyenlere verilecek kredilerin aylık faizlerinin yüzde 1'in altına çekiliyor.

Gelelim erken seçimi gündeme getiren cari açık ve dış borçlar meselesine. Merkez Bankası daha yeni açıkladı: Cari açık beklenenin epey üzerinde. Birkaç ay sonrasını bile göremeyen bir planlama sistemi söz konusu. Bu durum ekonomideki dengeleri alt üst ediyor. Dolar’ın ve Euro’nun her gün yeni rekorlar kırmasının sırrı da burada yatıyor. Her gün “intihar girişiminde bulunan işsiz vatandaş” haberleri, taşeronların hepsinin kadroya geçirilememesi, işsizliğin ve yoksulluğun artışı gibi devasa sorunlar da eklenince, AKP ekonomisi çöküşün bütün sinyallerini veriyor. “Kriz kapıda” değerlendirmeleri eksik olmuyor.

Peki ya çok övünülen dış politikada durum ne?

Saray rejiminin "iç"i "dış"ı bir

Dışarıdaki vaziyet, içeridekinden hiç de farklı değil. Dengesizlikler dışarıda da sürüyor. Fırsat buldukça anti-emperyalist pozları kesen, yeri geldi mi Rusya’ya, yeri geldi mi ABD’ye yanaşan siyaset tarzı iflas etmiş durumda. ABD-İsrail’in Filistin’e yönelik emperyalist saldırganlığının arttığı bugünlerde, saray rejimi yine benzer anti-emperyalist pozları takınsa da, şeker fabrikalarını ABD’li şeker tekeli şirkete satmasıyla kendini açık ediveriyor. Zaman zaman Ortadoğu üzerinden Rusya ile çelişse de, bu kez nükleer anlaşmalar elini kolunu bağlıyor. Artık sırtını dayadığı IŞİD de yok ortada. Kimseyi bununla da tehdit edemiyor. “Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça” olarak özetlenebilecek hareket ediş tarzı ile güvenilmezliği artıyor.

Ne yöne dönse engellerden engel beğenen AKP-sarayı tek ayakta tutabilecek şey ise, yeni bir seçim kazanmak. Tek çıkış yolu olarak erken seçime bu nedenle sarılıyor. Bu kez foyası ortaya çabuk çıktı. Sarayın, birinde olmazsa diğerinde kaybetme olasılığının hiç de az olmadığı bu seçim sürecinde, dengeler pamuk ipliğine bağlı seyrediyor. Gidişin sinyalleri bu kez birden fazla. Bize de “Hoş gidişler ola” demek ve bunu demenin sorumluluğu ile, en az düşman kadar güçlü biçimde harekete geçmek düşüyor. Bunu yapmanın zorluğunu da bilerek elbette.