Biz fani insanlarız. Belgelere, dekontlara önem veririz. Birileri ortaya çıkıp elinde bir belge veya faturayla konuşursa ciddiye alırız. Ev veya araba kiralarken imza atarız, işe girerken sözleşme imzalarız. Sözleşme yoksa da sözleşme isteriz. Ne olursa olsun, sonuçta güvenceye ihtiyaç duyarız ve bunu sağlamak için de yazılı bazı materyallere, hukuki nitelik taşıyan imzalı kağıtlara itimat ederiz. 

Hükümet temsilcileri beğenmeyebilir ama ne yazık ki “fıtratımız” bu. Biz noterler dünyasında yaşayan insanlarız.  

Man Adası Belgeleri ve sonrasındaki tartışmalarda hükümet katı; belge, dekont, mühür, imza gibi şeylere yaklaşımını yeniden ortaya koydu. Bundan önce benzer bir kapsamlı yaklaşımı 16 Nisan referandumunda görmüştük. Seçim pusulaları seçim pusulaları oldukları sürece mühürsüz olabilirlerdi. Mühürsüz olmaları resmi olmadıkları anlamına gelmeyebilirdi. 

Şimdi ise, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yakınlarının Birleşik Krallık’a bağlı Man Adası’nda komik sermayelerle açtıkları şirketlerin hasılat rekorları kırdığına dair bazı belgeler ve dekontları ortaya çıkardı. Kendi deyimiyle “kutuyu açtı”. Bu hassas ortamda Erdoğan büyük büyük konuşmaya devam ederken, her hükümet temsilcisinin, Man Adası’ndaki off-shore işine bulaşmış kişilerin kafasından da ayrı bir ses çıkıyor. 

Biri diyor ki belgeler sahte, biri diyor ki kanuna aykırı bir şey zaten yapmadık, biri diyor ki ticaret sırlarımız ifşa edildi, biri diyor ki fotokopi. Belgelerin araştırılması önergesini reddetmekte kesin bir uzlaşıları var, verdikleri fotoğrafta topluca pis pis sırıtmalarından anlaşılıyor. Ama belli ki, ne söyleyecekleri ya da ne düşünecekleri konusunda bir fikir birliği sağlamamışlar veya buna pek tenezzül de etmemişler. Nasıl olsa Cumhurbaşkanı çok büyük konuşmuştu, o nasıl büyük bir laf ettiyse kendilerinin görevi de o büyük lafın gereken koşullarını sağlamak olmalıydı.

AKP sözcüsü Mahir Ünal, yaptığı “Belgeler bizim nezdimizde sahte” açıklaması ile tartışmayı zirve noktasına taşıyor. Gelin bu cümlenin ardındaki derinlikli fikirle düşünce dünyamızı zenginleştirelim; bir gerçeklik var, bizim yaşadığımız. Yani ticari işlemlerin, havale işlemlerinin, resmi, mühürlü dokümanların ciddiye alındığı bir gerçeklik. Bir de gerçekliğin, Sayın Ünal’ın ifade ettiği “Bizim nezdimiz” kısmı var. Yani demek istiyor ki, biz hükümet olarak bir nezd ölçütü belirliyoruz. Belgeler, iddialar, kamera görüntüleri gibi şeyler bu nezdden geçmediği sürece değersiz olabilir. 

En kaba tabiriyle, “Neyin gerçek neyin sahte olduğuna biz karar veririz” demek istiyor. 

***

Doğru, Sayın AKP temsilcileri, sizin nezdinizi belgelerle, açıklamalarla, istifa çağrılarıyla aşamıyoruz. Zaten 7 Haziran’da seçim barajını bile aştık, bunu aşamadık. Koca referandum oldu, büyük şehirlerdeki kaleleriniz ardı ardına devrildi ama sizin nezdinizde ne gerçekleşmesi gerekiyorsa o gerçekleşti. Bu yola çoktan girdiğinizi biliyoruz, bazı belgelerle karşı karşıya gelince tek bir bakanınızın bile kendisinde istifa edecek sorumluluğu ve basireti görmeyeceğini de. 

Ama en azından biliniz ki, kendi nezdinizden dışladığınız her şey, bizim yaşantımızda birikiyor. Zaman zaman üzüntü, zaman zaman yenilgi olarak. Zaman zaman da bize bıraktıklarınız çok gülünç oluyor. Ama toplamda hepsi, gelecekte şekillenecek bir büyük öfkenin malzemesi olarak topluma mal oluyor. Hakkınızdaki milyon dolarlık rüşvet iddiaları, vergi vermemek için açılan şirketlerin dekontları ortaya çıktıkça bunları gören asgari ücretlilerin, sabahlara kadar çalışmak zorunda bırakılanların, sebepsiz yere mağdur edilenlerin olduğunu da bilin. Belki ana muhalefet partisinin rezaletlerinizi ortaya çıkarmaktaki gayretkeşliğini umursamıyor, savuşturabildiğinizi düşünüyor olabilirsiniz ama unutmayın ki binlerce liralık maaşlarınızı bu toplumun sıradan insanları ödüyor ve o koltuklarda oturmanıza henüz yalnızca tahammül ediyor. Bu bahsettiğim insanların bir kısmı Başkent’ten İstanbul’a yürüdüğünde sayılarını düşük gösterebilmek için photoshop hareketleriniz bile yetmemişti. 

Emin olun ki, bu toplumun tek seçeneği, hakkınızda açılan uluslararası davaları çekirdek çitleyerek izlemek değil. Emin olun ki, bu toplumun yapabileceği tek şey, pis pis sırıtarak geçirdiğiniz ya da geçirmediğiniz önergeleri takip etmek değil. 

Normal şartlarda devlet görevlileri, kendileri hakkında ortaya bu gibi belgeler ortaya çıkarsa istifa ederler. Çünkü bir devlet yöneticisi, gizli kapaklı işler yürütürken bile toplumdan korkması gerektiğini bilir. Siz hiç istifa etmek istemiyorsunuz. Ama bu ülkenin insanlarından da ölümüne korkuyorsunuz. Her istediği olsun isteyen şımarık çocuklar gibisiniz. 

Ama böyle diyorsanız böyle olsun. Biz hiçbir toplumdan korkmuyoruz. Bizim sıradan insanlarımızın sözünü söyleyeceği vakit geldiğinde de onların yanında, sizin tam karşınızda olacağız. Onlar sözünü söylesin diye de her şeyi yapacağız. 

Belki işten geldikten sonra evde sizi ekranda görünce “Allah’tan korkunuz yok” diye içerlenen yurttaşlarımız haklıdır. Hangi ilahi güçten korkuyorsunuz, bu hayattan sonra nereye gideceksiniz onu bizim bilmemiz mümkün değil. Fakat emin olunuz ki, şu fani dünyada yolsuzluk yapanların, halkı aldatanların, vergi vermek istemeyenlerin, halkın yoksulluğu üzerinde kendini ihya edenlerin uğrayabileceği tek bir gerçek gazap vardır. 

O da milyonlarca düşük ücretlinin gazabıdır.