Neredeyse bütün mevzileri ele geçirildi, neredeyse bütün kumandanları öldürüldü, neredeyse bütün bayrakları indirildi. IŞİD’in siyasi ve askeri varlığı gün geçtikçe eriyor. Muhtemelen, önümüzdeki günlerde Suriye ve Irak tümüyle IŞİD’den temizlenmiş olacak.
Rakka ve Deyr-ez Zor’da yedikleri son büyük darbelerdi. Bu gelişmeleri ele aldığımızda, IŞİD’in bittiğini söyleyebilir miyiz?
Teknik açıdan baktığımızda, IŞİD meselesi bitmiş sayılabilir. Geçtiğimiz yıllarda, yalnızca bölge ülkelerinden değil, tüm dünyadan taraftar toplayabilmişti. Dünyanın dört bir yanından sempatizanlar, yeni kurulan ve pek çok şey vaat eden hilafet rejimini desteklemek için örgütün kontrol ettiği bölgelere akın ediyordu. Fakat şimdi ise, böylesi büyük bir çekim alanı oluşturabilmek için elinde pek bir şey kalmadı. Hem askeri açıdan aşağılandı, hem de politik hacminin çoğunu yitirdi.
Bir zamanlar binlerce asker yalnızca bir avuç örgüt üyesinin belirmesi üzerine ellerindeki şehirleri terk ediyordu. IŞİD ülkemizde ve batı ülkelerinde düzenlediği silahlı, bombalı saldırılarla biliniyor ve korkuluyordu.
Son zamanlarda ise ismini ancak, batı ülkelerinde bulunan hürcrelerin ilkel saldırı eylemleriyle duyurabiliyor. Pek hazin, oysa katiller o sapkın ideolojilerini her yere yaymak, o berbat paçavralarını her tepeye dikip sallandırmak, o iyi prodüktörler elinde mükemmelleştirilmiş “neşid”lerini her hoparlörden duyurmak istiyorlardı.
Beceremediler, iyi ki de öyle oldu. Fakat son zamanlarda çokça rastladığımız “IŞİD’den temizlendi” ifadesi gerçeği tam anlamıyla karşılamıyor. Tüm radikal islamcıları teker teker, sonuna kadar avlamak mümkün malesef mümkün değil. Suriye ve Irak’tan kaçanların nerelere dağıldıkları ve dağıldıkları yerlerde neler yaptıkları da soru işaretidir.
IŞİD, Ortadoğu’daki problemlerin temeli değildir. Birçok sorunun bir araya gelip cisimleştiği “yoğun” bir dışavurumdur. Dolayısıyla yazının ilk kısmında sorduğum soruya kolaylıkla “evet” cevabını vermek ve rahat bir nefes almak içimden kolay kolay gelmiyor. Bunu samimiyetle belirtmek isterim, çünkü IŞİD’in güçlenmesine önayak olan sorunlar henüz ne Ortadoğu’da ne ülkemizde tam olarak çözülebilmiş değil. Mezhep ve dine dayalı çatışmalar halen bölgede varlığını sürdürüyor.
IŞİD’in kendine hem bölgedeki hem de dünyanın farklı yerlerindeki devletlerden –gizli kapaklı da olsa- destek bulduğu bir gerçek. Zaten herhangi bir örgütün askeri ve politik bir güç olarak kendi kendini çölün ortasında var etmesi mümkün olamaz. IŞİD yeri geldiğinde doğrudan emperyalistlerin politikalarını da uyguladı, bölge devletlerinin iç siyasetini belirleyen eylemler de yaptı. Birçok siyasi özne tarafından kullanıldı. Fakat yine de IŞİD’i yalnızca bir emperyalist “proje” veya sadece dış müdahalelerle hareket eden bir yapı olarak görmek hatalı olur.
Ne kadar barbar, ne kadar cani olursa olsun; IŞİD Ortadoğu’da çözülmemiş toplumsal sorunların üzerinde, toplumsal bir iddia ile yükseldi. Hakim olduğu yerlerde kendisine göre bir hukuk sistemi uyguladı ve toplum yaşantısını zor yoluyla değiştirmeye çalıştı. Şehirlerde 24 saat devriye gezen “Hisbah” polisi, ticari ilişkilerden kadınların kıyafetlerine, Ramazan ayında kamusal alanda yenilip içilmesinden reklam panolarındaki fotoğraflara kadar her şeyi denetledi. Şeriat mahkemeleri IŞİD’in “adaletini” sağladı. Örgütün esiri haline gelen halkın içinde; bu durumdan rahatsız olanlarla birlikte, memnun olan da pek çok kişi oldu.
Tüm bu düzenlemelerin temelinde elbette sünni mezhepçiliği vardı. IŞİD’in “devlet” deneyimi, Ortadoğu’daki mezhepsel çelişkileri, dünya çapındaki dini çelişkileri körükledi. Savaşta yenilmiş olmasına rağmen bölge toplumlarında yarattığı yıkımın etkileri ortadan kalkmadı.
Evet, artık o kara bayrağı bir devletin bayrağı olarak sallamıyorlar. Ama tüm bu sorunların çözümü için gereken laiklik ve demokrasi ifadeleri bölgede hala birer sorunu tanımlıyor.
Kendi ülkemize baktığımızda, IŞİD’in –kurumsal alanlar dahil olmak üzere- kendine bulabileceği yerler hazır gibi görünüyor.Türkiye, laiklik ve demokrasi üzerine ciddi bir tartışmanın (hatta çatışmanın) içerisinde. Saray rejimi politik kurgusunu, toplumun en gerici dinamiklerine göre belirliyor. Dinsel ayrımcılık temel devlet politikası haline getiriliyor. IŞİD’in de yaptığı gibi laiklik toplumsal yaşamdan zor yoluyla tasfiye ediliyor.
Belki şu an uçaksavar silahları, hepimize yetecek kadar intihar bombacıları yok. Ama IŞİD’in yeniden güçlenmesi veya farklı bir biçimde ortaya çıkması için gerekecek pek çok koşul ülkemizde mevcut. Eksik kalanlar ise Saray rejimi eliyle tamamlanmaya çalışılıyor.
İrlandalı gazeteci Patrick Cockburn, 11 Ekim’de Independent’ta çıkan yazısında IŞİD’in geri dönüş yapma konusunda bir kere başarılı olduğunu ve bunu tekrar yapabileceğini yazmıştı. Yazısının ilgili kısmında yer alan “IŞİD geri dönüş yapmakta bir kere başarılı oldu. 2006-2008 arasında ABD ve IİD karşıtı sünni araplara karşı savaşı kaybettiler fakat bölgedeki politik koşullar uygun olduğunda her zamankinden daha güçlü olarak geri döndüler.” ifadeleri oldukça dikkat çekici.
Bahsettiği dönem, IŞİD’in henüz El Kaide’nin Irak kolu olarak, ABD işgali dönemindeki kuruluşundan sonraki ilk parlak dönemi.
Cockburn’ün haklı olarak demek istediği, IŞİD’in askeri ve politik anlamda yeniden güç kazanmamasının hiçbir garantisi yok. Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren arkadaşlarımızın anısına bile tahammül edemeyen Konyaspor taraftarlarını bir düşünün. Ülkemizin her yanında özgürce konuşma imkanı bulan gerici kanaat önderlerini düşünün. Siyasal iktidarın dayattığı gerici yasaları, ittifak kurduğu tarikatları düşünün. IŞİD fikri eksenindeki yapıların, ülkemizde bulduğu örgütlenme ve faaliyet yürütme olanaklarını düşünün. Müftülerin nikah kıymasını, evrim teorisinin eğitim müfredatından çıkarılmasını düşünün.
Yukarıda sıraladıklarım 2014’te IŞİD’in Rakka’daki uygulamalarından pek farklı değil. Ne tesadüf ki örneğin, islama aykırı olduğu ve evrim teorisini içerdiği için biyoloji ve psikoloji dersleri yasaklanmıştı.
Bunlarla birlikte IŞİD’liler Türkiye’de çoğu yerden daha rahat hareket etmiş, barınma olanağı bulmuşlardı. Suriye ve Irak’tan çekilen birimlerin Türkiye’de yer bulabileceği pek çok yerde dile getiriliyor.
Ayrıca Nijerya, Libya, Filipinler gibi dünyanın farklı ülkelerinde, IŞİD’e bağlılık ilan eden örgütlenmeler var ve biz sürekli görmesek de eylemlilik halindeler. Avrupa’da, Amerika’da sivillere bıçakla veya motorlu araçlarla saldıran radikal islamcılar da örgüt tarafından sahipleniliyor.
IŞİD bitti ama hadisenin kendisi bitmiş değil. Suriye ve Irak’ta IŞİD’i yenenler zaferlerini yaşayan tüm insanlar için kazanmış oldular. Onların azim ve direncine saygıyla, nerede isek orada laiklik ve demokrasi mücadelesini yükseltmeli, halklarımıza enternasyonalist bilinci aşılamalıyız. Eski dünyadan bugüne kalan din ve mezhep savaşlarının, üretenleri üretenlere kırdırmasına izin vermemeliyiz.