Boşanma hakkı tartışılabilir mi? Yani sözün gelişi bir kadının anlaşamadığı kocasından herhangi bir nedenden dolayı ayrılmak istemesi koşullara bağlı olarak ele alınabilir mi? Örneğin sürekli olarak şiddet gören bir kadının “çocukları için” boşanma hakkının olmadığına, hatta ve hatta engellenmesi gerektiğine karar verebilir misiniz? Bunu yargılayan mahkeme, boşanma hakkı üzerine karar veren hakim üzerine ne düşünürsünüz?

Bu soruları nasıl cevapladığınız size kalmış. Verdiğiniz cevaba göre yıllarca mücadele eden, modern haklarını kazanan kadınlara karşı ya daha ilerde ya da daha geride bir tavır almış olursunuz.

Lenin de, Ulusların kendi kaderini tayin hakkını (UKKTH) bu benzetme ile açıklamıştı. Sosyalist yazında zaman içinde sıkça tekrarlanmış olmasına rağmen, hatırlamak iyidir. Özellikle de UKKTH gibi Marksizm-Leninizm’in teorik bütünlüğünü sağlayan temel öğelerin “konjonktürel olarak” görmezden gelinebilir olduğu bugünlerde.

Neden bunları anlatıyorum?  Irak Kürdistanı’nda iktidarı elinde tutan Mesut Barzani, bağımsızlık referandumu kararı aldı. Bir problem çıkmazsa 25 Eylül’de gerçekleştirilecek. Tabii farklı sebeplerden ötürü, referandum gerçekleşmeyebilir veya ertelenebilir. KDP’ye yakın olmayan Kürt partileri bağımsızlığa değil ama ansızın alınıverilen referandum kararına karşı çıkıyor. Ne olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Barzani hükümeti, referandum kararını tek başına aldı. Kürtlerin konu üzerine yaptığı tartışmaların temelini bu oluşturuyor. Parlamentoyu kapatan, farklı Kürt siyasetlerinin Ulusal Birlik girişimlerine aktif iştirak sağlamayan, Türkiye ile işbirliği yapan Barzani’nin bağımsızlık için referandum kararı alması, kendi siyasal sorunlarını çözmek için bir girişim olarak görülüyor. Yani, demokratik bir hak olan ayrılma hakkı Irak Kürdistanı’nda pek de demokratik bir yolla karar altına alınmış değil.

Detaylarla daha fazla boğmayacağım. Zira haber siteleri, gazeteler konuya ilişkin haberlerle dolu. Neler olduğuna dair ayrıntılı bilgileri oralardan edinmek mümkün. Kürt siyasetlerinin farklı görüşleri vardır, olabilir, olmalıdır da. Ben referanduma giden bir ulusa akıl vermek niyetinde değilim. Marksistler için çok temel bir soruya yanıt üretmek istiyorum. Kendi kaderini tayin hakkı tartışılabilir mi?

*

Bir araba düşünelim. Arabanın hareket etmesini sağlayan şey, motorudur. Eğer motoru düzgün çalışmıyorsa istediğiniz kadar akü bağlayın, istediğiniz kalitede lastiği arabanıza takın veya istediğiniz güzel bir renge boyayın. Durum değişmez, arabayı ilerletmeniz mümkün değildir. Fakat arabaya can veren motoru olsa da, diğer parçalarını da motorun hatrına gözardı edemezsiniz. Örneğin lastikleri patlak bir araba, en kuvvetli motor ile bile düzgün çalışmayacaktır. Siz lastiklerin patlak olduğunu görmezden gelmeye devam etseniz de, araç tam anlamıyla işlev görmeyecek ve “lastikleri patlak bir araba” olarak kalacaktır.

Siyasal sorunlar da bunun gibidir. Bir yere gitmezler. Tarihsel süreç içinde karşınıza çıkarlar. Doğrudan işçi sınıfının iktidarı ile ilişkili olmayabilirler. İnsan kendi adını veya doğduğu yeri seçemeyeceği gibi karşılaşacağı sorunları da seçemez. Yürüdüğünüz yolda ne olacağını bilemeyebilirsiniz. Eğer marksist iseniz, kaçamak bir yanıtınız olmamalı. Aldığınız tavır belirleyici olur. Kısacası, yaşam tüm karmaşıklığıyla kendisini size dayatır, siz de içinde bulunduğunuz duruma göre bir hareket planı geliştirirsiniz. “Somut koşulların somut tahlili” olarak adlandırılan marksist metot tam olarak budur.

Göz ardı etmenin, burjuva olmayan bir anlamı yoktur.

*

Emperyalistler dünyanın tamamını kendi oyun alanları haline getirdi. Emperyalistlerin çıkar ilişkilerinden bağımsız, sermaye egemenliğinin giremediği herhangi bir bölgeden bahsetmek mümkün değil. Fakat buradan hareketle, artık tek meselenin emek-sermaye çelişkisi olduğunu söylemek yanlıştır. Bilimsel değil otantik bir komünizm anlayışını ifade eder.

Her şeyin tek bir yanıtı, tek bir çaresi yoktur. Bir ağacı griye boyadığınız için, ona elektrik direği diyemezsiniz. Emekçi sınıfın iktidarı, yani sosyalizm, insanlar arasındaki tüm eşitsizliklerin ve husumetlerin ortadan kalkacağı ekonomik altyapıyı oluşturacaktır. Ama farklı ülkelerin işçileri, farklı yollardan sosyalizme ilerleyecektir. İran ile Yunanistan’da sosyalist mücadelenin aynı yollardan verileceğini iddia etmek mümkün olabilir mi?

Sosyalizm, her çelişkiyi sadece kendi varlığıyla çözemez. Böylesi bir fikir, Kıyamet Günü’nde tüm günahkarların hak ettiğini bulacağı, salih amel işleyenlerin mükafatlandırılacağını söylemek kadar, skolastiktir. Kaldı ki, sosyalizm, emek-sermaye çelişkisi ile birlikte tüm diğer çelişkileri bilimsel olarak aşabilecek, örgütlü işçi sınıfı tarafından var olabilir.

Lenin’in yüz yıl önce ifade ettiği gibi, “Bütün uluslar sosyalizme varacaktır. Bu kaçınılmaz bir şey. Ama hepsi bunu aynı yoldan yapacak değildir. Her biri; demokrasinin şu ya da bu türüne, toplumsal yaşamın başka başka yönlerinde, sosyalist dönüşümün farklı derecelerine kendisinden bir şeyler katacaktır. ”[1]

*

Emperyalizm sorunları ortadan kaldırmaz. Onun işlevi sorunları çözmek değil, sorunları daha karmaşık hale getirmektir. Girdiği her yerde karşıtlıkları arttırır ve yeni çelişkiler yaratır. Bu karmaşanın içinde, tartışmaları kısa kesmeye yarayan propaganda sözleri değil, emperyalizmin karmaşık sorunlarını çözebilecek yetkin argümanlarla yol alabiliriz.

Günümüzde Kürt sorunu, hala çözülmemiş bir sorun. Kürtler dört farklı ülkede, yıllar boyu statü edinemeyen 20 milyonu aşkın bir insan topluluğu. Ezilen bir ulus olarak bulunduğu farklı coğrafyalarda farklı dinamikler geliştirdiler. Ortadoğu’daki diğer pek çok insan topluluğuna göre politik açıdan çok daha canlı bir toplum haline geldiler. Artık statü talebinden de öte, Ulusal Birlik girişimleri ve bağımsızlık referandumu gibi konuları konuşabiliyorlar. Ulusal ölçekte irade koyabilen, bölgede söz sahibi olan canlı bir organizmadan bahsediyoruz. Durum bu.

Kürt sorununu, emek sömürüsünü göz ardı eden burjuvalar gibi görmezden gelmek, günümüzde kendine marksist diyen kimseyi doğru bir yere götürmez. Kürtlerin veya herhangi başka bir ezilen ulusun yerine karar vermek, kimsenin harcı olamaz.

Nasıl ki işçi sınıfı kendisinin ve tüm insanlığın kurtuluşunu kendi kollarıyla yaratacak, tüm sınırları ve sömürüyü ortadan kaldıracaksa diğer ezilenler de bunu yapacaktır. Ezilen ulusları onların yerine, onların kararları dışında kurtaramazsınız. Ezen ulustan geliyor ve “komünizmin zaferi için” ezilen ulusların kaderine karar vermeye soyunuyorsanız, bu sizi ezen ulus devletinin şovenist-milliyetçi fikirleriyle yan yana getirir.

*

Barzani’nin referandum kararı, gerçekten Kürtler için ulusal bir karar alıp almadığı sorunludur. Dibine kadar popülisttir. İktidarı elinde tuttuğu bölgede demokratik hiçbir kurumu sağ bırakmayan Barzani’nin amacı, Kürtlerin karşısında kaybettiği prestiji geri kazanmaktır. Bu diğer Kürt siyasetleri arasında da bu şekilde konuşulan ve eleştirilen bir şeydir. Lakin hiçbir Kürt, bağımsızlığa hakkı olduğunu yadsımayacaktır. Güncel bir haktır, herhangi bir referandumda Kürt halkı, tam siyasal bağımsızlık elde etmek istediğine karar verebilir.

Barzani’yi özel olarak savunmuyoruz. Fakat marksist-leninist teorinin bir temeli olarak, ezilen bir ulusun bağımsızlık hakkını koşulsuz kabul ediyoruz. Kürtlerin sahip olduğu bu hakkı reddeden baş aktörler, Kürt ulusunu yıllarca boyunduruk altında tutan devletlerdir. Ayrılma talebi eden kişi Barzani değil, kurabiye canavarı bile olsa bu hakka karşı çıkmak şovenist bir tutum olacaktır. Buna uydurulan kılıf da her zaman, anti-emperyalizm olmuştur.

Ne güzel ama... Bir yandan emperyalizmin tüm dünyayı kendi oyun alanı haline getirdiğini savunmak, bir yandan da bir ulusun bağımsızlık ilan etmesinin emperyalistleri “güçlendireceğini” ilan etmek. Emperyalizme karşı, sömürgeci ulus devletlerin “bütünlüğünden” yana olmak.

Emperyalizm zaten her yerdedir. Bir bölge bağımsız olsa da olmasa da emperyalistlerin oraya giremeyeceğini söyleyemezsiniz. Emperyalizm tüm bu engelleri aşmıştır. Ortadoğu’da da en çok ulusal-dinsel çelişkilerden beslenmiş, varlığını bunlar üzerine kurmuştur. Bu çelişkileri körükleyen de ezilen ulusların demokratik talepleri değil, ezenlerin baskı uygulamaktan vazgeçmemesidir.

*

İşçi sınıfının kapitalist sınıfa karşı savaşma hakkını tanımak, tüm ezen ezilen ilişkilerinde de bu mantığı kabul etmektir. Haksız yere ezilenler kendi mücadelelerini, kendi politik kararlarını verebilmelidir. Çünkü kendi kararlarını veremeyen, bu şansa sahip olamayan insan topluluklarıyla sosyalizm değil ancak dükalıklar kurulabilir..

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı; boşanmak kadar, oy vermek kadar, mahkemeye başvurabilmek kadar, siyasete atılabilmek kadar demokratik ve meşru bir haktır. Hiçbir durum ve konjonktür, bu hakları tutarlı bir biçimde askıya alamaz. UKKTH de tüm bir ulusu ilgilendiren temel bir demokratik haktır. Üzerine yürüyecek tartışmalar, ulusların verecekleri kararların yanında anlamsız kalacaktır.

Tekrarlayayım, göz ardı etmenin burjuva olmayan bir anlamı yoktur.

 

[1] Vladimir İlyiç Lenin – Marksizmin bir karikatürü ve emperyalist ekonomizm