Başbakan diyor ki; "Daha fazla adaletle, daha fazla demokrasiyle, daha fazla özgürlükle bu ülke bir uçtan bir uca bir daha kararmamak üzere aydınlanacak."

Onun bu sözleri söylediği anlarda;
Sinop Gerze’de  21 Ekim günü termik santrale direndikleri için gözaltına alınan ve ardından serbest kalan 5 kişi; Ümit Küçük, Murat Akgöz, Fatih Asna, İlker Özcan ve Nusret Kuruoğlu savcılığın itirazı üzerine yeniden gözaltına alındı ve çıkarıldıkları mahkemede tutuklandı.
Onun bunu söylediği anlarda, BDP Anayasa Komisyonu üyesi Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu, demokrasi mücadelesine samimi yetle emek verenler gözaltına alındı.
O anlarda, son yıllarda her gün olduğu gibi o günde yine beş kadın cinayeti oldu.
Son günlerde hergün olduğu gibi üniversitelerde, başka bir dünya kurma umudu ve ideali olan öğrencilere faşist saldırılar oldu.
Annelerin beklediği toprağın altından günyüzüne çıkamamış, toprağın üzerinde kimyasalla kavrulmuş  insan kemikleri  sızladı.
Bu sözleri o mu söylüyordu? Doğru mu duyuyorduk? Yanlış mı ölüyorduk? Nasıl oluyordu peki?
Doğru duyuyorduk ama başbakanın anladığı “aydınlık” ile bizimkisi bambaşka idi. Şimdi Sinop’u görenler bilir; insana  bu coğrafyada yaşamaktan dolayı gurur veren çok güzel bir doğası  vardır. Ama gelin görün ki, bu güzelliği başına bela; bu doğanın ortasına  4 reaktörden oluşan 1 nükleer santral, 3  termik santral, o da yetmedi çok sayıda HES planlanıyor.
Sinop’luların son yılları herhalde tümüyle bu akıl almaz santral planlarına karşı mücadeleyle geçiyor. 
Sinop’lulara  ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası uygulanıyor ama bu da tutmuyor. Halk hiçbirine razı olmamaya kararlı, direniyor. İşte direnenlerden 6 kişi tutuklu şimdi.
Asla yalnız yürümeyecekler; Hopa, Trabzon Solaklı, Erzurum  ve Anadolu’nun her tarafında kuşatılan deresine, suyuna sahip çıkan diğer tüm onurlu insanlar ve onlarla kader birliği edecek olanlar var.
Başbakan’ın “ülkeyi bir uçtan bir uca aydınlatmak” tan anladığı şey işte bu;  bütün toprakları, suları rant şantiyelerinin çiğ ışıklarıyla boğmak. Kalkınma partisi o.
Kalkınmak kötü mü?Ya ülkenin iyiliğini düşünüyorsa Başbakan?
Öyleyse, iyilik olacaksa, soracaksın başbakan.
HES’leri orada yaşayana soracaksın. O dereler, o doğa hepimizin hatta henüz hiç doğmamışların, onlara da soracaksın.
Kürt halkının sorunlarının demokratik çözümünü BDP’ye soracaksın, gözaltına almayacaksın.
İyilik olacaksa her felaket anına, insanlığın acılarına fırsatçı oportünist olarak atlayamacaksın.
Ne zaman bir  insanlık dramı, bir olağanüstü hal varsa, başbakanın ilk sözü başsağlığı, ikinci sözü yeniden yapılandırma, inşaat, rant oluyor.
Somali’de insanlık dramı olur, ilk aklına gelen oradan işçi getirmek olur. Van’da deprem olur, ilk aklına gelen inşaat olur. Deprem konusunda ihmaller için köklü çözüm iyidir de, bu köklü çözüm yaklaşımı neden diğer sorunlarda akla gelmez?
En kanayan yaranın; Kürt halkının sorunlarının köklü demokratik çözümü yok.
İşsizliğin, kadın cinayetlerinin, yıllardır kayıp evladını arayanların sorunlarının köklü çözümü yok.
Onların ucunda inşaat, ucuz işgücü, rant yok çünkü.
Baksanıza, inşaat sanayicileri ve işverenlerle toplantı yapan Enerji Bakanı,  2002 yılında enerji üretiminde özel sektörün payının % 34 olduğunu, 2014’ün sonuna kadar ise bu payın % 75’e çıkmasının hedeflendiğini söylüyor.  
Bizim gerçek sorunlarımızın ucunda böyle özelleştirmeler yok. İnsanlığın evrensel değerleri var.  Bu değerler de AKP’de yok.  
Fakat bu kafayla çözüm de bulamaz AKP. Mecburen o da soracak, öğrenecek.