Son günlerde, Türkiye’nin genel gidişatında belirleyici olan ve iç içe geçmiş iki ana eksenin bir kez daha doğrulandığına şahit oluyoruz.
Bir yanda 16 yaşında bir çocuk olan Sıla’yı kadın cinayeti ile kaybetmenin yarattığı derin acı ve öfke, öte yanda Tarkan’ın bu günlerin geçeceğini söyleyen umut veren sesi.
Şarkı tüm toplumun güzel günlere hasretine tercüman oluyor elbette ama ne Sıla’yı, ne de kaybettiğimiz tüm kadınları geri getirmiyor, öfkeyi tek başına dindirmiyor. Ama bir kez daha, ülkenin gidişatında iki ana konuyu; rejimin nefesi daraltan biçimde demokrasiden ve özgürlüklerden uzaklaşmasının, nasıl da kadınların hak ve özgürlükleri üzerinden yürütüldüğünü belgeliyor.
Hak sahibi bir kişi olarak hayatta kalma mücadelemizin bütünsel açıklaması adeta son günler…
On yılı aşkın süredir Türkiye’de hemen her gün kadınların kazanılmış haklarıyla ilgili, kah imza çekilerek, kah yasalarda yeni düzenlemeler yapılarak ya da o gün yeni bir durum yoksa bu sefer de yetkililerin kadınlar ve kız çocukları hakkında ileri geri konuşmalarıyla saldırılara tanık olduk. Sıla Şentürk’ün çocuk yüzünü görüp içi gerçekten yananlar, neredeyse on yıldır çocuk istismarına af getirmek isteyenleri, yapılan gerçekte çarpık açıklamaları hatırlamıştır. İşin kötüsü, böyle açıklamalar yapanların aynı zamanda kadınları, çocukları korumakla sorumlu olanlar olması; Adalet Bakanı, İnsan Hakları Kurumu Başkanı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, milletvekilleri, sözcüler… O kadar çok isim, o kadar çok söz söyledi ki, hangi birini sayalım? Ama adım adım gündeme getirilen ve bugün Sıla’nın hayatta olmamasına sebep olan düzenlemeleri sayabiliriz:
Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanan çocuk istismarı ile ilgili suçlarda, af anlamına gelecek düzenleme gündeme getirdiler. “Kendi rızasıyla” evlendikleri halde suç sayıldığı için cezaevinde erkekler, dışarıda mağdur eşleri var dediler. Bugün, Sıla’nın öldürülmesi süreci hakkında “şikayeti geri çekmiş” diyerek kendini aklamaya çalışanlar, acaba daha önceki bu “mağdur olan aileleri korumak istiyoruz” sözleriyle yüzleşiyor mu? Demek ki neymiş? “Küçüğün rızası” diye bir şey işte bu sonuca varıyormuş… 15-18 yaş arasında “reşit olmayan” diye tanımladığımız, evrensel hukukun çocuk olarak görmeye devam ettiği yaş aralığında, tıbbı işlemlerde bile “ebeveyn rızası” ile birlikte onam alınırken, ceza kanunu ve medeni kanun kapsamındaki hukuksal işlerde “rızası vardı”, “şikayeti geri çekti” bahaneleri öne sürülemez. Devlet risk taraması yapmak, önleyici tedbirleri almak, çocuğa ilişkin suçlarda Kurumlar arası Koordinasyon Strateji Belgesi’ni tüm kurumları seferber ederek uygulamak zorundadır.
Sıla ve onun temsil ettiği bütün kardeşlerimizden kimse af dilemesin, onlar hiç korunma talep etmeseler bile, devlet riskleri bilmek ve korumak zorundadır.
TCK madde 103 ile oynayanlar yaşadıklarımızdan sorumludur. Bununla kalmıyor, İstanbul Sözleşmesi’nin kız çocukları için de hayati olduğunu defalarca söyledik, işte kanıtlandı.
Sözleşmeden imza çekenler, af dilemesin.
Nafaka hakkına dokunmayın, onun anlamı –zaten genellikle ödenmeyen yetersiz meblağlar bile değil- kadınların sırf ekonomik gücü olmadığı için şiddete mahkum edilip edilmemesidir dedik, boşanmaya çalışırken öldürülen kadınların memleketinde hala nafaka ile ilgili geri adım peşindeler.
Medeni kanunda tanımlanan haklar, kadınların eşit bir yurttaş olarak yaşaması için yaşamsal önemdedir, kanuna dokunmayın diyoruz, kanunun ilk yayınlandığı 96 yıl önceki halini bile geriye taşınmaya çalışıyorlar. Hukuk yoluyla yapılması gereken nikah işlemi yetkisinin müftülüklere verilmesi yetmedi, şimdi arabuluculuk sistemiyle, nafakaya göz dikmekle, kadınların desteklenmesi gereken özerkliğini hepten ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Bir ülkede boşanma hakkının nasıl kullanıldığı, medeniyet göstergesidir.
Boşanma hakkının düzenlendiği Medeni Kanun’un seviyesi, medeniyet göstergesidir.
Bu yüzden de medeni kanun için mücadele aynı zamanda demokrasi, laiklik, evrensel hukuk mücadelesidir. Bugün mevcut kanunun tüm maddeleri de kadınların gerçekte tüm toplumun yararına olan mücadeleleri ile kazanılmış durumda. Ve yüzyılın evrensel seviyesine ulaşmak için daha da güçlendirilmesi gerekirken var olan haline bile tahammül edemiyorlar.
Ama yine kadınların mücadelesi buna izin vermeyecek. Daha gelişmiş haklar için de kimseden beklentimiz yok, mücadelemizle bu yüzyılın gerektirdiği ve geleceğin haklarına kavuşacağız.
Gölge etmesinler yeter diyeceğim ama ona bile gerek yok, kimsenin hayatımıza gölge etmesine de izin vermeyeceğiz.
Evet bu günler geçecek ve aht olsun ki, geçtiğinde elimizde kalanlar, bize reva gördüklerinden çok ötesi olacak… O çiçek gibi günleri ellerimizle getireceğiz.