Çok sevdiğim bir arkadaşım, bana yakın zamanda Karl Marks’ın gazetelerdeki yazılarını içeren bir kitap hediye etmişti. Okuyunca hayrete düştüm diyebilirim. Marks’ın ele aldığı konularla ilgili ampirik düzeyi inanılmaz yüksekti. Genel doğruları dile getirip geçmek gibi en ufak bir eğilimi olduğu söylenemez. Her konuyu çok büyük bir dikkat ve derinlikle yorumluyordu.
Marks’ın nasıl Marks olduğu her yönüyle ortadaydı.
Hadi Kapital’i, Alman İdeolojisi’ni anladık ama bir insanın gazete yazıları da bu kadar olağanüstü olur mu?
*
Ortalık biraz karışınca…
Mahir Çayan o duruma “keşmekeş” diyor. Yani karmaşık değil karışık.
Evet, ortalık karışınca “bayram benim neyime kan damlar yüreğime” gibi “analiz etmek neyime” tutumu yaygınlık kazanmaya başladı.
Herkesin “fabrika ayarları” yeniden gündeme geldi. Bu sönmez yıkılmaz fabrika ayarları ne ise. Hiçbir sorun olmuyor. Her başın sıkıştığında fabrika ayarlarına geri dönüyorsun. Ayarların hep hazır. Hep fabrikada. Cepte.
Gazoz ağacı gibi. Ağaca takılı bir musluk var. Çeviriyorsun musluğu ve gazoz akıveriyor. Gazoz yapmana, uğraşmana, didinmene hiç gerek yok.
Hazır ve sabit gazoz ağaçta bizi bekliyor. Ya da fabrikada. Ya da cepte.
*
Zor zor. Onu anlatmaya çalışıyorum.
Kapitalizmi nasıl düşürebileceğinizi hesaplayabilmek için onu “Kapital” kitabındaki gibi tel tel incelemeniz gerekecektir.
Örgüt kurmak için “Ne Yapmalı?” kitabındaki kavramları ilmek ilmek örmeliyiz Lenin gibi.
Üçüncü bir örneği marksizmin teorisi ve siyaset birikimi üzerinden vermek dahi istemiyorum. Bütün bir külliyatı gözlerinizin önünden akıtabilirsiniz.
Zaten fabrikada ayarlarında, ağaçta ve cepte mevcut değildir bilgi.
Zahmet etmeyi, çırpınmayı gerektirir.
“Benim adım Hıdır bildiğim budur” ile olmaz. Bu durum nihilizime varan yolun başlangıcı olarak kabul edilebilir.
Umursamazlık da değildir. Kelimenin gerçek anlamıyla “umarsızlık”tır. Yani çaresizlik.
*
Sylvester Stallone’un Rocky adlı bir filmi vardı. Filmde ağır sıklet boksörü olarak dövüşürken bir ara ringin iplerine yaslanıp “vur vur bana” diye rakibine bağırmaya başladı. Ne kadar da güçlü olduğunu anlatmak istiyordu sözüm ona. Rakibi de vurdukça vurdu. Ağız göz darmadağın olmuştu ama yenilmedi.
İşte şunu söylemek istiyorum:
Bu filmlerde olur.
Rakibin tüm gücüyle attığı bütün yumrukları yiyip ayakta kalamazsın. Genelde o yumruklarda sağlam bir tane yediğinde bile inersin aşağı.
O nedenle yumruk yemeğe çok meraklı olmayalım. Bir daha uzun süre yerimizden kalkamayabiliriz.
Dövüşmek aynı zamanda yumruk yememeye çalışmaktır. “At bana yumruk, hiç sorun değil, zaten seni ileride nakavt edeceğim” diye boks yoktur. Olamaz.
Yumruk yememeye çalışmak bokstur. Yumruklar atmaya çalışmak bokstur. Her şeyi bitirici son yumruğa göre ayarlamak bokstur. Kondisyonun yüksek oluşu bokstur.
Boks, kelebek gibi uçar arı gibi sokarım demektir.
Muhammet Ali Clay öyle diyor, boş verin Rocky’yi.
*
Yine de anlattığım hikayeyi izah edici bulmayanlara, bir filmi sahnesi daha anlatıp, bitireyim.
Hani “Hababam Sınıfı” filminde Şener Şen’in oynadığı bir beden eğitimi öğretmeni vardı. Body Ekrem. Ders yaparlarken birden karın kaslarının çelik gibi olması gerektiğinden bahsetmeye başlıyor. İri bir öğrencinin karşısına geçip “at şuraya bir yumruk” diyor. Öğrenci “aman hocam” falan derken, “at at” diye ısrar ediyor.
En sonunda yumruğu yiyen Body Ekrem’i yere iki seksen uzanmış olarak görüyoruz.
Kimin hikayesi gerçek bokstur, onu okuyucuların takdirine bırakıyorum.
hakanozturk1871@gmail.com