Dr. Aynur Dağdemir, kadın doğum uzmanı idi. Mesleği hayat kurtarmak, uzmanlığı bu dünyaya yeni gözlerini açanlara hayat vermekti.

Hayat kurtaran yerde; hastane ortamında, çalışma arkadaşı olan bir başka kadına yönelen şiddeti, kadın cinayetini durdurmaya çalışırken, aynı saldırgan tarafından öldürüldü.

Ve biz onun hayatını kaybetme şeklinden anladık ki, arkadaşımız çok yüksek bir ahlaka sahip imiş. Sanki hayat verdiği miniklerin geldiği bu dünyayı da, kötülükten, şiddetten korumak istemiş. Bunu onu son yolculuğuna uğurlamaya gelen hayat verdiği binlerce çocuk da kanıtlamış durumda. 

Aynı zamanda mezun olurken verdiği söze, “Hipokrat Yeminine” çok sadık imiş. Tıpkı Gezi’de polis şiddetiyle yaralananları kurtarmaya koşan hekimler gibi. Çünkü bu yemin, özü itibarıyla hekime temel olarak üç boyutta sorumluluğu olduğunu söyler: 1. Hastalarınıza, 2. Meslektaşlarınıza, 3. Tüm topluma. İşte Aynur’un bir hekim olarak bu sorumluluklarını en üst düzeyde, en eksiksiz biçimde yerine getirdiğini öğrendik. Ama bütün bunları onun ölümüyle öğrenmemiz hiç gerekmezdi, o da, şiddet nedeniyle can veren tüm kadınlar da, sorumlular görevini yapsa idi hayatta kalabilirdi.

*

Yıllar önce Güldünya bir hastane ortamında erkek şiddeti ile can vermişti.

Yıllar sonra Dr. Aynur, başka Güldünya’lar, Ayşe Paşalı’lar, Özgecan’lar olmasın, öldürülen kadınların fotoğraflarına yenileri eklenmesin diye uğraşır iken can verdi.

Kendi güler yüzü eklendi öldürülen gül yüzlü kadın kardeşlerimizin fotoğraflarına. İsimleri saymakla bitmeyen, 2015 yılı itibarıyla daha şimdiden 255 kişiyi bulan öldürülen kadın kardeşlerimiz arasına…

Bir kadını, şiddetin elinden kurtarmaya çalışmak için hekim olmak da gerekmezdi. Aynur, bir kadın olarak susmadı, kadın dayanışmasını ölümüne hayata geçirdi. Tıpkı bundan bir yıl önce Almanya’da üniversite öğrencisi Tuğçe Albayrak gibi. Tuğçe yemek yediği restaurant’ta iki kadını cinsel saldırıdan kurtarmak isterken aynı saldırganların saldırısı sonucu hayatını kaybetmişti.

Bir başkası için hayatını kaybedenler, dünyanın tüm kadınlarının kalplerini kazandılar.

Aslına bakarsanız şiddet karşısında bir kadın ile dayanışmak için, kadın olmak da şart değil. Benzer dayanışmayı zaman zaman erkeklerin de gösterdiği olmuştur. Kadına yönelik şiddet bir insan hakları suçudur ve buna insanlık onuruna sahip çıkan herkesin tavır alması beklenir.

*

Bizim memlekette kadınlar için boşanmak zordur. Mutlu değilseniz, şiddet görüyorsanız ayrılmak istediğinizde ölümü göze almak durumunda kalırsınız. Şimdi boşanma davalarında kadınlar için tanıklık etmeyi de zorlaştırmak istiyorlar. Aynur, kurtardığı kadının boşanma davasında, kadın lehine tanıklık etmişti. Bu yüzden Almanya’da Tuğçe’ye yönelen o yumruklar, Aynur’un bedenine saplanan bıçak ve bütün benzerleri, aynı zamanda kadın dayanışmasına ve tüm kadınlara yapılmıştır. Ve “bir kadın olarak sus” siyaseti, işte tam bu anlamlara da gelir. Ama her şeyden önemlisi, failin eline o bıçağı veren esas şey; bundan çok kısa süre önce Hatice Kaçmaz davasında yanında taşıdığı bıçakla buluşmaya gelip Hatice’yi onalltı kez bıçaklayarak öldüren sanığa, bu öldürücü darbeler için “aşırı sevgiden kaynaklı” diyerek indirim verilmesidir.

Aynur’un failinin hastane ortamına bıçak alıp gelmesini sağlayan, Hatice’yi bıçaklayanın indirimlerle aklanmasıdır.

Kadın cinayeti davalarında uygulanan, toplum vicdanını yaralayan bu indirimler bu yüzden artık son bulmalı, Ceza Kanunu’nda buna göre düzenleme yapılmalıdır.

*

Bizim memlekette kadın doğum uzmanı olmak da zordur. Bir yanda kadınları çocuk yapma makinesi olarak gören, her gün üç çocuk, beş çocuk isteyip, kürtaj, sezaryen gibi tıbbi hizmetleri sınırlamaya kalkan siyaset, öte yanda “sağlıkta dönüşüm programı” ile doktoru da bir “performans” makinesine çevirme baskısı.

Bu çelişkili ortamda sağlık çalışanına yönelik şiddet arttı,  Aynur’dan önce de birçok sağlık çalışanı görevi başında yaralandı ve hatta ne yazık ki can verdi. Hekimler, aynı şehirde şiddet sonucu hayatını kaybeden Dr. Kamil Furtun’un acısı tazeyken ve duruşmasına hazırlanırken yeni bir kayıp yaşadılar.  Ve her gün hastane ortamlarında sağlık çalışanları şiddete maruz kalıyor, bu şiddet ölümlü bir hal almış durumda.

Hekimler de, tıpkı çalışırken ölen binlerce emekçi kardeşi gibi, çalıştığı ortamda “iş güvensizliği” nedeniyle can veriyor.

*

Aynur Dağdemir’i, hem  “kadın cinayeti” hem “sağlık çalışanına şiddet” hem de “iş güvensizliği” kapsamında kaybettik. Bu acı kayıptan, bu önemli toplumsal sorunları çözmek için adım atmayanlar sorumludur.

Türkiye’de içinde sağlık çalışanlarının da olduğu emekçiler, “ ölümüne çalışmak”,

Türkiye’de kadınlar “ölümüne boşanmak” ile karşı karşıya.

Kuşkusuz can meselesini ve bu adaletsizliği durdurmak için önemli bir mücadele de var. Tam da 25 Kasım; Kadına Yönelik Şiddet ile Uluslararası Mücadele günlerinde, bir de 24 Kasım Salı günü, sağlık örgütleri ve kadın örgütleri Aynur Dağdemir nezdinde tüm kadın ve sağlık çalışanı cinayetlerini sahiplenip sokağa çıkacak.

Bu sesi sorumlular duymalı, çözüm için adım atmalıdır. Özellikle Sağlık Bakanlığı, sağlık çalışanına şiddet konusunda doğrudan, kadına yönelik şiddet konusunda 6284 sayılı Koruma Kanunu gereğince diğer Bakanlıklar ile beraber sorumludur. 

Ve atılacak her adım, mutlaka sorunun içinde yaşayan ve çözüm önerileri olan kadın ve sağlık örgütlerini dahil edilerek planlanmalıdır. Unutulmamalı ki, her çözüm, içinde ancak gerçek muhatapları bulunuyorsa mümkündür.