Ankara’da, kadın, erkek, çocuk ve her yaştan, her ilden yüz üç kardeşimiz hayatını kaybetti. Ne yazık ki, Ankara Tabip Odası’nın bir tahminine göre - halen kimlik tespit çalışmaları devam edenler olduğu için - kayıp sayımızın yüz sekiz olma ihtimali var.
Hayatını kaybeden tüm kardeşlerimiz, elbette kadın-erkek tüm toplum ve geleceğimiz için oradaydılar. Onlar, yaşayan, hayat dolu, gerçek kişilerdi, rakam değil. Ancak ister istemez sayılara ve kimliklere bakıyoruz. Özellikle ortada apaçık bir katliam olduğu halde bunu örtmeye ve kimliksizleştirmeye çalıştıkları için, bakmalıyız da. Ve görüyoruz ki, barış arayanlar, Kürtler, solcular, sosyalistler, Aleviler, her ilden gelen barışseverler içinde, otuz kadın kardeşimiz de hayatını kaybetmiş.
Kahretsin. Kotayı tutturmuşuz. Ama biz kadın kotasını böyle can vererek değil, yaşayarak, üreterek, yöneterek tutturmak istiyoruz.
Tıpkı, her gün özgürlüğü ararken öldürülen kadın kardeşlerimiz gibi, barışı ararken can verdi kadınlar. Barış, kadınlara çok lazımdı. IŞİD ve İŞID gibi düşünen Erdoğan ve AKP yönetiminin savaşına ve kadın düşmanlığına karşı çıkmışlardı o alana.
Ne kadın cinayetleri, ne savaş, doğa kanunu değil, kader değildi. Tüm Türkiye’nin ve kadınların kaderini eline almak için oradaydılar. Orada ve o anda dahi hayat kurtardılar. Bugün bizim hayatta kalmamız bile, orada can veren kardeşlerimizin bedeni siper olduğundandır.
Kahretsin, yaşamamızın bedeli de çok ağır.
Bu yüzden kaybettiğimiz kadın kardeşlerimizin her biri, hem barış mücadelesinin hem de kadın mücadelesinin uğruna can vermiş sayılmalı ve isimleri asla unutulmamalıdır:
…Aycan Kaya, Ayşe Deniz, Azize Onat, Başak Sidar Çevik, Bedriye Batur, Berna Koç, Dicle Deli, Dilan Sarıkaya, Ebru Mavi, Elif Kanlıoğlu, Emine Ercan, Filiz Batur, Fatma Esen, Fatma Karakurt, Gözde Aslan, Gülbahar Aydeniz, Gülhan Elmascan, İdil Güneyi, Kübra Meltem Mollaoğlu, Leyla Çiçek, Meryem Bulut, Necla Duran, Nilgün Çevik, Sarıgül Tüylü, Sevgi Öztekin, Sevim Şinik, Seyhan Yaylagül, Sezen Vurmaz, Şebnem Yurtman ve Şirin Kılıçalp…
Sizleri asla unutmayacağız.
Sizin bıraktığınız yerden, barışı da getireceğiz. Ölürken değil, yaşarken uyguladığımız kadın kotalarını da, kadınların yaşam hakkı başta olmak üzere tüm haklarını da.
Bu ülkede kadınlar üretecek, yönetecek ve dilediği gibi yaşayacak, size söz.
Sizi kaybettiğimiz aynı hafta birçok kadın kardeşimizi de kadın cinayeti ile can verdi. Toplumda genel anlamda şiddet ne zaman yükselse hep olduğu gibi oldu; kadınlar bedel ödedi. Daha sizi toprağa vermenin acısını yaşarken gencecik bir çocuğumuzu; Dilay Gül’ü de aynı devlet dersinde kaybettik. Dilay’ın ölümüne sebep olanlar, sadece fail değil, AKP’nin kadın düşmanlığı ve okulu ile yurdu arasındaki güvensiz bölge ve oradaki idari sorumluların ihmalleriydi.
Ben de buradan okulu ve yurdu arası karanlıkta kalan ya da herhangi bir nedenle kendini güvende hissetmeyen tüm kadın kardeşlerime sesleniyorum; bize ulaşın, biz artık bir kadın bile eksilmeyelim.
Sedat Peker’i koruyan devlet, ne Ankara’da halkı korudu, ne de kadınları koruyor.
“Makul şüphe” ile gözaltına alınmadık insan bırakmayan devlet, tıpkı canlı bombaları serbest bıraktığı gibi kadına şiddet uygulayan erkekleri de serbest bırakıyor.
Durum bu iken, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşen Gürcan, tam da Dilay kardeşimiz toprağa verilirken, şiddet ile mücadele konusunda yapılması gereken her şeyi yaptıklarını öne sürüyor, bir de kadın cinayetlerini örtmek için “ev cinayeti” diye bir laf uyduruyor.
Artık çok geç; kadınların mücadelesi, gerçekleri örtmelerine izin vermiyor. Ayrıca yönetmekte olanlar, yaşadığımız bütün acıların müsebbibi olduğu halde, zerre kadar sorumluluk duymadıkları için kimse onlara inanmıyor.
Ama insan yine de sormadan edemiyor; bu hafta icraat olarak da, şehit çocuklarına “tablet bilgisayar” dağıtan Bakan, acaba bir 5 dakika durup ne yapmakta olduğunu düşünüyor mudur? Ya da bu AKP kliği, ahlaklarını nasıl bu kadar kaybetti?
Hiç babasını kaybeden çocukların acısını tablet dindirir mi? Saray için kendi çıkardıkları savaşta can verenlerin bu gerçeği görüp cenazelerde haykıran yakınlarına, nasıl bir yüzsüzlükle adeta rüşvet teklif edebiliyorlar?
Herkesi kendileri gibi sanıyorlar ama öyle değil. Bu toplum adalet istiyor, tablet değil. Ve bu seçimlerde bırakın tableti, onları hiçbir şey kurtaramayacak.