Şimdi de “yerli ve milli” 550 vekil isteniyormuş. Daha önce “400 verin” denmişti, olmamıştı.

Peki şimdi 550 nasıl olacak?

7 Haziran seçim mitinglerinde elinde Kuran-ı Kerim sallayarak istenip gelmeyen oylar, şimdi “bayrak” sallayınca mı gelecek? Ne Kuran ile ne bayrak ile bir derdi olmayıp aksine toplumun değerlerinin itibarına sahip çıkmak için de Erdoğan’ı başkan yaptırtmayanlar, şimdi neden yaptırtsın ki? 

Hani üçüncü kez AKP’den milletvekili adayı olmak isteyen ve 3. kez veto edilen İbrahim Tatlıses’e kızıyoruz ya, gerek yok buna. En baştakiler böyle yapınca İbrahim Tatlıses ne yapsın? Birbirlerine benziyorlar işte. Yenilen pehlivan güreşe doymaz imiş. 

*

Gelelim bu 550’nin özelliklerine; bu insanların “yerli ve milli olması” istendiği zamanlarda,

Yersiz ve yurtsuz insancıklar,

Otoyollarda, otogarlarda, sınır kapılarında bekleşiyor, bir hayat arıyorlar. Mülteciler, kaybettikleri “normal bir hayata”  kavuşmak için Avrupa’ya gitmek, kendilerine hiçbir gelecek vaat etmeyen Türkiye’den kaçmak istiyorlar.

Ve onların “yersiz ve yurtsuz” kalmasında, bugün “yerli ve milli” isteyenlerin payı var.

Bugün yollara dökülmüş binlerce insanın memleketi Suriye’deki yangını körükleyen, IŞİD çetelerini silahla besleyenler, şimdi mültecilere “normal hayatınıza dönün” diyor. Yine şaka gibi. Ve tıpkı diğer şaka gibi olan durumlar gibi; devletin kendini sivil toplum sanarak miting yapması gibi mesela.

Ama artık bu şaka gibiler de yetti arttı. Kimsenin şaka kaldıracak durumu yok, herkes durumun ciddiyetinin farkında:

1. Türkiye’de seçimler, daha öncekilerden de fazla bir memleket meselesi.

2. Dünyada mülteciler ise tam bir evrensel insanlık meselesi.

Mülteciler de, Türkiye halkları da bu ciddiyetle, bu bilinç ile davranıyorlar. En doğru şeyi yapıyorlar. Mültecileri kurtaracak tek şey, büyük topluluklar halinde bir araya gelmeleri, birlikte davranmaları ve politik hak aramaları idi, bunu öğrendi kardeşlerimiz. Parçalı hareket etmek yerine artık böyle yapıyorlar, ancak böyle yaptıkça bazı sonuçlar da elde edebiliyorlar.

Aynı metot seçimler için de geçerli. Bugün yaşadığımız acılardan kurtulmanın tek yolu, milyonlarca “sıradan insanın” büyük topluluklar halinde ortak davranması.

Daha önce Gezi’de, yerel seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi.

7 Haziran’da  %13 olduğu gibi.

Ve bütün bu seçimlerde sandıklara sahip çıkan tavrında olduğu gibi.

Yani demem o ki, mülteci kardeşlerimizin kolektif biçimde kapıları zorlamaları ile bizlerin ortak biçimde seçim çalışmaları yapmamız ve sandıkları sahiplenmemiz, bu mücadeleler, kardeştir.

Her biri aynı “ insanlık durumudur”.

Kendi halinde “normal bir hayat” arayan sıradan insanların buna kavuşmak için, kendileri ve başkaları için mücadelesi tek çıkış yoludur.

Umut etmemizi sağlayan esas şey, bu mucizeyi yaratma maharetine sahip tek özne; milyonlarca sıradan insanın bir araya gelmesiyle oluşan  “büyük insanlıktır”.  

Diktatörleri de nasıl sıradan insanlar yaratıyor ise, onları devirecek olan kuvvet de, yani Türkiye’nin kaderini değiştirecek olan da sadece budur.

*

Olmayan “kadın bakanlığında” bu haftaki gelişmeleri paylaşmak istiyorum;  Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı en son “Bakıma muhtaç olan engelliler, yaşlılar, kadınlar ile ilgilendiğimiz için biz hayır ve dua bakanlığıyız” dedi.

Biz de “Kadınlar muhtaç değil, eşit yurttaşlardır. Kadın bakanlığı istiyoruz” dedik.

“Yine kadın cinayeti” haberi duymak istemeyenler olarak “yine Kadın Bakanlığı” istiyoruz, elde edene kadar mücadeleye devam edeceğiz.

Ama bilelim ki kendi bakanlığımızı kurmanın da tek yolu, “sıradan kadınların” bir araya gelerek mücadelesi ve seçimlerde hayatına sahip çıkarak oy vermesi, kadın düşmanı AKP’yi geriletmesi olacaktır.