Üniversitelerin açıldığı ilk gün,  İstanbul Üniversitesi’nde gençlerin ifade özgürlüğüne yine saldırılırken, aynı saatlerde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşen Gürcan, İstanbul Ticaret Üniversitesi'nin 15. Akademik Yılı açılışına katılmış ve demiş ki; 

“Üniversiteler bilim ve kültür yuvaları olmalıdır, ancak milletin değerlerini hassasiyetlerini, ihtiyaçlarını dikkate almak şartıyla”.

“Üniversiteler bilimin ışığından gitmelidir, ancak din ve inancı dışlayan materyalizmin kucağına savrulmamak kaydıyla”.

*

Derler ki, “ancak” ile konuşmak, aslında bu kelimeyi kullandığın zamana kadar ki söylediklerini götürür, “ancak” dedikten sonra ne diyorsan onu diyorsundur. 

Çok doğru, şu bakanın sözlerindeki tutarsızlıklara bir bakın;

Üniversite hem “kültür” yaratacakmış hem de değerlere hassas olacakmış.  Yani mesela geleneksel değerler kadının yerinin ev olduğunu söylüyorsa, yanlışlıkla üniversiteye gelmiş olan genç kadınlar eve geri mi dönecekmiş?

Keza, üniversiteler bilimin ışığından gitmeliymiş. Ama din ve inancı dışlamayacak, materyalizme savrulmayacakmış. Yani buna göre örneğin tıbbi olarak “mukedderat” dururken, kanserojen olduğu kesin bir faktörden kaçınmanın bir önemi yok imiş. Şu ferasete, şu özgür düşünceyi savunma tarzına bir bakın, vay be.

Yeni bakan aynen partisinin son kongresine benziyor. Demokrasiyle, bilimle,  fikir ile özgürlükler ile hiç bir alakası olmayıp,  varmış gibi yapılan “zikir” kongresi gibi konuşmuş.  Aslında “mış” gibi yapmanın bile geçerliliğini yitirdiği,  yalan ve tutarsızlığın devam ettiği ama artık numara yapmanın bile sadece bir prosedür haline geldiği bir evre bu AKP için. Nereden baksanız bitmiş bir şarkı, bitmiş bir proje.  Artık kendi kurucularının bile söylediği gibi, hiçbir şeyi becerememiş durumdalar. 

Çözüm süreci, kadın cinayetleri, işçi ölümleri,  işsizlik ve kriz, eğitim sorunları devam ediyor. 

Örneğin atanamayan öğretmenler belki şimdi eskisi kadar eylem yapmıyorlar çünkü şimdi onlar neredeler biliyor musunuz?  

Cenaze törenlerinde, o tabutların içinde. Sessiz ve sitemsiz değiller, anneleri acı ile yaktıkları ağıtlarda bunları da söylüyor bir bir. “Benin oğlum öğretmen olacaktı, atamadılar polis oldu” diyor, sorumlusu AKP’yi cenazesine istemiyor halkımız. 

Peki “Şehit mi denir şimdi onlara?”

Vatan savunması için değil,  Saray savunması için feda edilen gencecik insanlara yakınlarını üzmemek için öyle de diyelim ama işin gerçeği durum bu bile değildir. 

Türkiye'yi böyle yangın yeri olmasında suç ortağı olan işbirlikci Davutoğlu bir de utanmadan artık ağıtlar Kürtçe de yakılabiliyor dedi ya, hadsizlikte bundan ötesi gerçekten yok.  Nitekim kendi azılı bir yandaşları bile “Kendisi bile ‘Davutoğlu’cu değilken biz niye olalım?” diyor en son. 

Bu durum AKP için bir felaket ama korkularından herşeye kapattıkları gözlerini hiç bir biçimde açmıyor, tam gaz vurdulu kırdılı gidiyorlar.  Son araştırmalara göre oyları düşse bile % 38 gibi bir oranın sağlam çekirdek olarak durmasını güveniyorlar bir de. Bu % 38’i oluşturan milyonların, diğer partilerin mesajlarına bu kadar kapalı olmaları hakikaten üzerinde durulması gereken bir veri. Muhtemelen AKP'nin sosyal yardım politikalarının bir sonucu bu; hayatında reel fayda görmesi elbette ki oy kullanmasını etkiliyor en ezilenlerin.

Ezilenlerin gerçek temsilcileri olarak toplumun bu gerçeğini de anlamamız görmemiz lazım ki,  önümüzdeki raundu daha sağlam kazanalım. Yoksa daha şimdiden 2017 seçimlerini planlamaya başlamış AKP karşısında güç kazanamayız.  

Evet, daha önümüzde 1 Kasım seçimleri var, üzerindeki belirsizlik ve güvencesizik devam etse de biz her durumda seçimin yapılması ve yine HDP’nin en yüksek oyu alması için çalışmalıyız. 

Son veriler HDP’nin oylarının azalmayıp kısmen de artabileceğini gösteriyor ve ne iyi ki bu sefer daha fazla sosyalist parti ve kurum HDP için çalışacak.  

Önümüz çok açık, yolumuz açık olsun

*

Bir varmış bir yokmuş.  Buzdolaplarının, derin dondurucuların kendi aralarında bir dünyaları varmış.  

Bir küçük kız çocuğu ile adı “çözüm süreci” olan barış umudu, işte o diyarda karşılaşmışlar. 

Cemile’nin cansız minik bedeni ilk gece annesinin koynunda, sonraki günler boyunca bir beyaz buzun içindeymiş, çözüm süreci kendisi çok büyük ve kalabalık olduğu halde bir tek kişinin elleriyle oraya kaldırılmış imiş. 

Cemile ile çözüm süreci birbirini hemen tanımış, anlamış,  kaynaşmış.  Çünkü onlar zaten bir bütün imiş, birinden birine zarar verirsen öbürü hemen yanında belirirmiş. İşte onları; barış umudunu, barışın kendisini ve çocukların hayatını derin donduruculardan koparıp çıkaracak olan, seçimlerin yapılması ve HDP’nin kazanarak ve güçlenerek çıkması olacaktır. Derin donduruculara sadece girmesi gerekenlerin; gıdaların, örneğin çocuklara dağıtacağımız dondurmaların girmesi için, hep birlikte seçim mücadelesi yürütmeliyiz.