Belli ki ne zaman objektif görse, gözlerini kapatarak burnunu kırıştırıyor, minik yüzünün alabildiği kadar gülüyormuş. O, dünyanın en tatlı yüzüne sahip Alan Kürdi, bir inci tanesi gibi dişlerini gösteriyor, olmayan gıdığı ile poz veriyormuş.  

Bir tek o malum fotoğrafı dışında, yaşadığı ve anladığı kadarıyla fotoğraf çektirirken hep aynı hareketi yapmış bıdık. O kadar güzel, o kadar tatlı bir bıdık ki o, pirince benzeyen dişleri gerçek bir inci ve gülüşü gerçek bir umut, bir mutluluk veriyor bize.

Bu kadar ölümün, gençlerin, çocukların, kadınların can vermeye devam etmesinin yarattığı acıyı, bir tek onun gülen yüzü, biraz hafifletiyor.

Çünkü çocuklar gülebilir, gülmelidir, bu mümkündür, mutlaka buna ulaşılmalıdır ve mutlaka ulaşacağız diye düşündürüp bileyliyor bizi. Onun sahile vurmuş minik bedeni dünyayı sarstı ama yapılması gerekeni gösteren, bir çocuk parkında oynarken çekilmiş bu gülümseyen fotoğrafıdır.

Çocuklar öldürülmesin, şeker de yesin, parkta da oynasın, hiçbir çocuk cenaze kaldırmasın; öksüz – yetim kalmasın diye yapılması gereken ise bellidir: bütün öksüz bırakılmışlığına rağmen barışı savunmaya devam etmek. Bundan caymamak.

Kuşkusuz her yerde cenaze ve şiddet olduğunda barış mücadelesi gölgede kalıyor ve etkisizleşiyor. Hal böyleyken barış demek zorlaşıyor, inandırıcı olmuyor. Ama aslında tam da böyle iç savaşın eşiğine geldiğimiz anda barış mücadelesi lazım bize.

Hayatta her şey determine olmaz, bazen işler çok karışır, çok paradoks olur. Tıpkı şu anda Türkiye’de ve Ortadoğu’da olduğu gibi. Ama bazı şeyler de çok nettir; barış masasını devirir, savaş çıkarırsanız ölüm olur. Tersini yaparsanız çözüme kavuşulur. Barış, Alan’ın bedeni gibi sahile vurmaz o zaman, hep beraber onun yaşayan gülen yüzüne benzeriz.

*

Alan Kurdi’nin babasına Erdoğan vatandaşlık teklif etmiş. Aynı Erdoğan’ın “düştü düşecek” dediği memleketi Kobane’ye doğru devam etmiş ve teklifi reddetmiş baba. O kadar olgun ve kararlı davranmış ki kimse dokunamıyor onun haklılığına.

Aslında Erdoğan karşısında, onu başkan yaptırtmayanlar da Abdullah Kurdi’ye benzer bir haklılıktayız. Başkan olamayınca bunu açık açık söyleyerek yaptıkları, bir de başkan olsaydı neler yapabileceğini ortaya koyuyor.

Bunları bilen ve barışa ikna olmuş çok büyük bir toplam var iken, ikna ettiklerimizi kaybetmemeliyiz.

Evet ölümler devam ettikçe, yaşayanları ikna etmek zordur. Ama barışı, en kıymet verildiği zamanda herkes savunur. Asıl, değersizleştirildiği zamanlarda savunmak maharettir.

Bunun zorlukları çok, çelişkili durumlar çok bugün. Tarihsel olgular bu çelişkilerin hepsini de açıklığa kavuşturacak daha sonra.

Ve bir tarihsel olgu daha var;  o da barıştan yana oy kullandığı halde oğlunu askere gönderen ya da yaşadığı şehir abluka altında olan, öldürülen çocuğunun cenazesini bile kaldırmayıp evinde buzdolabında bekletmek zorunda kalan halklardır.

*

Davutoğlu, “bir ülkenin mutluluğu kadınların yüz ifadelerinden belli olur” demiş.  

Utanmıyorlar. Bu konuşmaları yaptıkları lüks otellerde Sümeyye Erdoğan ile filan toplantı yaparken ya da zevkle maç izlerken, bırakın kadınların yüzüne bakmayı burunlarının dibindeki şehit çocuğunun bile yüzüne bakmıyorlar ki orada ne oluyor bilsinler. Halkın yüzüne sadece oy istemek için bakarlardı şimdi onu da aştılar, “milletvekili” müsveddesi bastığı gazete önlerinde “seçim sonuçları ne olursa olsun, seni başkan yaptıracağız” diye konuşuyor artık. 

*

Aslında şu anda kadınların yüzüne bir baksalar, gördükleri ifadeden korkacaktırlar. Hem ağıt yakan hem hesap soran kadınların bakışı, onları yakacak, hadlerini bildirecek emin olun.