Kevser Eltürk'ün cansız bedenine yapılan işkence ve cinsel saldırı, 90’larda bile görülmemiş düzeyde bir insanlık suçudur. Elbette başta kadınlar, Kürt halkı, tüm Türkiye ve dünya halkları hepimizin ortak değerlerine yapılmış bu saldırıyı asla unutmayacak, yapanlardan da, yayanlardan da hesap soracaktır.
Evet, erkek egemenliği tüm savaşları kadın bedeni üzerinden yürütür, her savaşta kadınlar ağır bedeller öderler ama burada daha önce yaşamadığımız bambaşka durumlar da var.
Bugün Kürt kadınları, mücadeleyi bambaşka bir noktaya taşıdılar, tarihin en büyük kadın düşmanları olan ve birbirinden hiç farkı olmayan IŞİD ve Erdoğan’a karşı zaferler kazandılar.
Kobane’de IŞİD’e karşı zafer, Türkiye’de seçimlerde omuz omuza mücadele ile Erdoğan’ı başkan yaptırtmama, IŞİD ve Erdoğan’ın temsil ettiği şeyleri çok değiştirdi.
Bunlar sonucunda Erdoğan’ın kendi korkusundan dolayı başlattığı “saray savaşında”, mücadele eden kadınları baş düşman olarak görüyor, bu kin ile Kevser nezdinde tüm kadınlara, Kürt halkına ve aslında tüm insanlığa saldırıyorlar.
Son günlerde kadın kimliğinden dolayı özelikle Kürt, sol ve örgütlü muhalif kadınlara saldırılar sıklaştı.
Ama yenilecekler, bu saatten sonra ne halkları, ne kadınları asla korkutup susturamazlar. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil.
Devlet ise hala bunu deniyor; IŞİD barbarlığının simgesi haline gelen görüntüleri yaratanları değil, yayanları soruşturacakmış. Duyunca insan ürperiyor çünkü bunun anlamı “Yapın ama sakın çaktırmayın” demektir.
Bir yandan erkek egemenliğini ve onun en uç biçimleri olan işkenceyi, cinsel saldırıyı teşvik etmek, ayrıca öte yandan da IŞİD’e yaranmaya çalışmak, korkusundan ne yapacağını şaşırmaktır.
Tıpkı kadın cinayetlerinde bu politik sorunu çözmek yerine haber olmasını engellemek ve erkek şiddetini her seferinde aklamak istedikleri gibi.
Bu bakımdan Özgecan’ın bedenine yapılanlar ile Kevser Eltürk’e yapılanlar aynı kaynaktan geliyor.
Özgecan davasında onun cansız bedenine uygulananları duymaya nasıl tahammülümüz yoksa, Kevser için de aynısı geçerlidir.
Hiçbir etik, hiçbir din, öldükten sonra bedene eziyet edilmesini affetmez.
İşkence mutlak yasaktır. Canlı bir insana da, cansız bir bedene de işkence yapılması olmayan, tarihin hangi yerinde olursa olsun yargılanacak, zaman aşımı olmayan bir insanlık suçudur.
Kime yapılırsa yapılsın fark etmez, savaşta da barışta da suçtur, cezalandırılması gerekir.
Oysa bugün Musa Çitil gibi işkenceci, tecavüzcü sicili olan bir asker yargılanmak yerine terfi alıp Diyarbakır Bölge Komutanı yapıldı. İşte Erdoğan’ın savaş politikasının parçası olan bu durum anında sonuçlarını da yarattı. İşledikleri savaş suçlarına, kadına yönelik şiddetin en uç biçimleri de eklendi böylece.
Aynı günler içinde dört kadın kardeşimiz de kadın cinayeti ile hayatını kaybetti.
Biz kadın cinayetleri için çözüm ararken, savaş iklimi hem doğrudan hem dolaylı biçimde kadına yönelik şiddeti körüklüyor.
Erkek şiddeti böyle devam ediyor ise kadınların da mücadeleye devamı şart.
Madem gündem ne olursa olsun kadın cinayetleri devam ediyor ve madem Erdoğan ve AKP kendi çıkarları için bütün hukuksuzlukları deniyor, biz neden boş duralım?
Biz de kadın cinayetlerini durdurmak ve hukuksal haklarımız için eylemler yapmayı ve her yönüyle mücadeleyi bir an bile ihmal etmeyelim. Ki, kadınların can yakan gündemi erken seçim değil, kadın cinayetleri için “erken çözüm” olduğunu herkes duysun.
Ve kadınların acılarına, yenileri eklenmesin, evlat acısı dursun, hiçbir genç kardeşimizi toprağa vermeyelim.
Umutsuzluğa da kapılmayalım. Biz kadınlar yaşamın kıyısında değiliz, ortasındayız, mücadelemiz çok şeyleri değiştirebilir, bunu bilelim.