Son zamanlarda  “yüksek perdeden konuşma”, “havalı bir duruş”, böyle bir “lafı gediğine koyma”, “gününü gösterme” hali üzerine konuşuyoruz ya,

Hani hep bir “artistik”, bir yoldaşımın ifadesiyle “aforizmatik konuşma” merakı var ya, işte bu eğilimin genel olarak muhalefete etkileri olduğu gibi, kadın hareketine de çeşitli yansımaları var.

Mesela ben, erkek egemenliğinden şiddet uygulayarak kurtulmaya çalışan kadınları sahiplenmenin böyle yönleri de olduğunu düşünüyorum. Konuyu, kamuoyunda en çok bilinen dava olan Nevin Yıldırım davası üzerinden ele alabiliriz.
Birincisi kadınlar, başka bir çareleri kalmadığında ve kendilerini korumak için şiddete başvurduklarında, bu şiddet elbette meşrudur. Ama her böyle durum idealize edilmesi gereken bir “öz savunma” örneği değildir. Nevin ya da cezaevinde kocalarını öldürmüş olan kadınlar ile yapılacak bir tek görüşme bile durumu açıklığa kavuşturabilir aslında.
Buna rağmen ısrarla Nevin’den illa ki çok orijinal bir kadın kahraman yaratmaya çalışmak, işte bu eğilim  Türkiye solunun “artistik merakına” benziyor. 

Kadın kahraman yaratma arzusu, hiç şüphesiz olumlu bir güdü. Ama bir kadının, kahraman sayılması için onda illa ki Kill Bill filmindeki “Kara Mamba” karakteri olmasını aramak işte tam bu eğilimdir. Uma Thurman ya da silahlı kadın gerilla ya da kocasının kafasını kesen bir kadın olmadığı sürece kahramanlığı kadına hak görmeyen bir düşünce şekli bu.
Her şeyden önce çok adaletsiz. Kocasını öldürememiş ve kendisi hayatını kaybetmiş olan tüm kadın kardeşlerimizi basit bir kurban konumunda görüyor. Onlar kendi hayatlarına sahip çıkarken öldürüldükleri yani çoktan kahraman oldukları halde, bu gerçeği örtmeye çalışıyor.

Bunun siyaseten anlamı da, öldürülen kadınların ailelerini ya da şiddet karşısında mücadele eden yaralı kadınları sadece bir mağdur siyasetine hapsetmeye çalışmaktır. Oysa onlar hak arayan, direnen öznelerdir. Bu anlamıyla da kahramandırlar.

Öte yandan Türkiye’li kadınların şiddetten kurutuluşu için çözüm önerisi olarak şiddet uygulamayı öne sürmek, bunun  “öz savunma” olduğu anlamına gelmez.

Kendi gerçek dünyasında, hakkı verilerek, bedeli ödenerek ve en nihayetinde böyle olduğu için İŞID gibi bir kadın düşmanına karşı zaferler de kazanarak ilerleyen kadınların direnişi, “öz savunması” çok saygıdeğerdir.
Ama asıl kendi mecrasında yapılmadığı halde, bu tarafta bunu yapıyormuş gibi hava atmak ayıptır. Bir de bunu kadınlara çözüm diye önermek çok ayıptır. Çünkü Türkiye’de şiddete maruz kalan kadınların çeşitliliğini düşündüğümüzde, eğitimini alsa bile kendini savunabilecek olan var bunu yapamayacak olan var. Yaşı genç olmayan, kronik bir hastalığı olan, kilolu ya da çok zayıf olan- mecali olamayan kadınlar, yani kendini yeterince savunamayacak olanlar öldürülsün mü?
 İşte bunun sonu, çok tehlikeli bir ayrımcılığa bile varabilir.

Kadınların şiddetten kurtuluşu için getire getire sadece bu öneriyi getirmek, “sen kendini savun" diyerek kadınları bir kez daha savunmasız bırakılması değil mi?

İşte en nihayetinde bu hafta Emniyet Müdürlüğü de bu fikre sarılmış; kadınları şiddetten korumak için savunma kursu vereceklerini duyurmuş. Emniyetin canına minnet; kadınları korumakla yükümlü olan polis, kendi sorumluluğunu kadının üzerine yıkmanın yeni ve havalı bir yolunu bulmuş işte.

Kadın kendini savunamaz öldürülür ise emniyet kurs bile verdiği halde yeterince öğrenemediği-iyi öğrenci olamadığı yani kendi beceriksizliği nedeniyle öldürülmüş olacak.

Ya kendini savunabilir ve erkeği öldürür ise ne olacak? İşte o zaman da “erkekler de şiddet görüyor” diye sürekli erkek şiddetini aklamaya çalışanlar güç kazanacak. Her gün kadın öldürülürken, bu gerçeği örtmek isteyenlerin canına minnet olacak. Kadın yine kurtulamayacak, kaybeden taraf olacak.

Bu durum akla Ortaçağı getiriyor; bu devirde ağır bir hastalığa yakalanan kişi, tedavi edilmek yerine, mahkemeye çıkarılır –sorgulanır ve hastalığa yakalandığı için suçlu bulunurmuş. Kadınlar için durum buna çok benziyor. Bu yüzden, açık ya da daha dolaylı yollardan, bilinçli ya da bilinçsizce belki farkında olmayarak, bizi ortaçağa götürebilecek eğilimlere karşı gözümüzü dört açalım, çok dikkatli olalım. Çünkü bedeli bizim için çok ağır; hayatımız oluyor kardeşler. Hayatımıza gerçekten sahip çıkalım. 

Genç, yaşlı, bedenen daha güçlü daha zayıf, kilolu, kilosuz, kendini savunabilecek bir şiddeti uygulayabilir olan ya da uygulayamayacak olan, kısacası fiziki hiçbir özelliğimize bakılmaksızın, tüm kadınlar eşitiz ve kahraman olabiliriz.