AKP şehri her yönden kuşatmış, halkı her yönden tehdit etmiş durumdaydı. Yine de durum esastan değişmedi direnenler cephesinde. Direnmeye devam edildi.

Direnen güçlerin 1 Mayıs alanının Taksim Meydanı olmasından vazgeçmesi mümkün değil.

Taksim Meydanı bir meydan muharebesinin sembolik hedefi durumunda.

AKP oraya her yıl beşyüzbin emekçinin gelmesinden rahatsız. “Nasıl oluyor da şehrin en önemli merkezine şu marjinal dediğimiz gruplar mahşeri bir kalabalığı topluyor?” diyerek şaşkınlığa uğruyorlar. Onlara göre sosyalizm zaten Rusya’da çökmüşse, burada neden yerden fışkırıyor? Allah’ın belası sosyalizm başka her yerde çökerken Türkiye’de neden çökmüyor?

AKP bütün bu oluşan soruları önlemek ve yükselen bir emekçi hareketin soluğunu hissettirmesini engellemek üzere Taksim’i yasaklıyor.

Korkunun ecele faydası yok.

1 Mayıs’ı kutlamak üzere meydana yürüyen insanlar bunu neredeyse ölümü dahi göze alarak yapıyor.

AKP bu insanlara en üst düzeyde şiddet uyguladığının görüntülerini televizyonlardan göstererek halkı korkutmak istiyor. İşin bir yanı bu.

Bununla birlikte korkmayan büyük bir nüfus inanılmaz bir şekilde yine kalıyor.

Bu nüfus para alarak, ücretsiz seyahat ederek, güle oynaya AKP mitingine giden bir nüfus değil.

Eğer bir inançlılar topluluğu ya da iyi ahlaklı insanlar aranacaksa, bu insanların çeşit çeşit zorluklara rağmen Taksim Meydanı’na çıkmak için canını dişine takanlar olduğu görülüyor.

Bir korku yaşanıyor ama bu da oluşuyor.

Halk samimi olarak  mücadele verenleri biliyor, tanıyor ve içten içe derin bir saygı duyuyor.

*

Bir ülkedeki sol için çeşitli yanlış yönelimler olabilir. Rusya’da da olmuş muydu? Olmuştu.

Lenin, köylere gidip halkı eğitme eğilimini yetersiz buluyordu. Ardından okuma grupları her yanı kaplayıp herkes kendi kendini eğitmeye başladığında, bu da yanlış bir eğilim olarak görüldü.

Daha sonra işçi sınıfının ekonomik çıkarlarını bütün işçi sınıfına anlatmak üzere ajitasyon aşamasına gelindi. Bu tutum da işçileri sadece ekonomik iyileştirmelere saplayıp bırakıyordu.

Sosyalizmin bir kültürel akım gibi gözüktüğü dönem narodniklerin hemen öncesi ve onların ilk dönemidir.

Bizim memleketteki sol, bu dönemdeki sola benziyor.

Böyle olduğunun farkında bile değil.

İşin üzücü yanı, böyle olduğunu hissettiği anlarda kendisiyle gurur duyuyor.

En fazla akıl yürüttüğünde bu durumdan memnun olduğunu söylüyor ama şunu da ekliyor: Sor niye memnunum?

Soruyorum. Diyor ki: Çünkü parlamentarizm tehlikesi var. Eğer parlamentarizm tehlikesi varsa geri kalan teferruattır. Bu tehlikeyi yaşama ihtimalimiz söz konusuysa, varıp kültürel akım gibi olabiliriz, okuma grupları gibi olabiliriz, sadece üyelerinin ekonomik koşullarını iyileştirmeye çalışan sendikalar-odalar gibi olabiliriz.

Eğer parlamentarizme sapma ihtimali varsa ona sapmayalım ama onun dışındaki her şeye sapabiliriz.

Parlamentarizm yeryüzünde görülmüş en korkunç sapma olduğu için mi böyle söylüyorlar? Ya da diğer sapmalar çok masum olduğu için mi?

Bence parlamentarizm dışındaki bütün sapmalara tam boy girmiş oldukları için.  

Mevcut hale iyice alışılmış durumda. Kimsenin kıpırdayası yok. Eğer kıpırdama yapılırsa sendikalarda-odalarda-kulüplerdeki muhteşem statüko elden gidebilir diye çekiniliyor. Ne çekingenlikmiş arkadaş, otuzbeş yıldır giderilemedi. Şu kötü haberi de vermek lazım ki, statüko bile yata yata devam etmiyor.

Kavramımızı biraz daha ilerletmek istersek şöyle söyleyebilirim:

Parlamentarizm eğer sadece parlamento yoluyla sistemi kökten değiştirebileceğini iddia etmekse, benim gördüğüm kadarıyla bunu söyleyebilecek insan sayısı hiç fazla değil. Bunu söyleme ihtimali Kürt hareketinde görülüyorsa eğer, o hareketin çokça insanı hala dağlarda geziyor.

Aslına bakarsanız ben sadece parlamentoda çalışırım diyen pek yok.

Diyelim ki var. Sizinle şöyle iddialaşayım. “Sadece kültür merkezlerinde çalışırım, oralarda çok önemli işler yapacağım”  diyenler; “sadece parlamentoda çalışırım, orada çok önemli işler yapacağım” diyenlerden daha geridedir.

Kültürel hareket olarak sosyalizm hareketi yaratmak isteyenler, parlamento yoluyla bir hareket yaratmak isteyenlerden daha yanlış bir yolda. Parlamentodan bahsedenler hiç değilse mecburen politik olacaklar, memleket meselelerinden konuşacaklar. Reformist ama politik olacaklardır.

“Kültür” diyenler siyasal olabilme şansını dahi yitirmiş durumda. Çok çalışırlarsa, kültürel bir kimlik olabilirler yalnızca. Siyasal olmayan kültürel olur.