Bir zamanlar “feminist iktisat” vardı. Bu bakış açısı sayesinde, kadınların görünen-görünmeyen emeklerinin iktisadi karşılıkları gündeme gelmiş, böylelikle hayatın esas çarkında eşitlik arayışı sağlamlaşmıştı.
Bu yaklaşım kuşkusuz yaşıyor ama son yıllarda pek de sesi duyulmuyordu. Oysa ona çok ihtiyaç duyulduğu zamanlar yaşıyoruz. Bir yanda AKP’nin kadını eve kapatmaya çalışan politikaları, diğer yanda kadınların hak arayışının erkek şiddetiyle bastırılmaya çalışılması.
Bir yanda üç çocuk-beş çocuk, kürtaj ve sezaryen yasakları, evlilik teşvikleri, laik eğitime saldırı, yeni Aile Paketi, yeni İstihdam paketi ve devamı; öte yanda kadın cinayetleri; işsiz bırakılan, toplumsal hayatın dışına sürülmek istenen, her gün hedef haline getirilen, yalnız kaldığında geçinecek parası, tutunacak dalı olmayan, buna rağmen yine de boşanmak isteyen, ayrılmak istediği için öldürülen kadınlar.
Uzun lafın kısası; kadınların başına gelmekte olanın, iktisadi yönü ile ele alınması çok hayati bir ihtiyaç. Ne iyi ki, bu esas meseleyi açıklayıcı çalışmalara devam edenler de var. Bizim kuşağın feminist iktisat ile tanışmasını sağlayan Şemsa Özar’ın geçtiğimiz günlerde Akşam Gazetesi’nde yayınlanan röportajından öğrendiklerimiz önemli. Yalnız kalan kadınlara sosyal yardım programı için yaptıkları bir saha çalışması, Türkiye’de ailenin, kadınların ve özellikle “dul” kadınların gerçeklerine dair önemli veriler sunuyor. Farklı şehirlerde, binin üzerinde kadınla yapılan görüşmelere göre;
- Türkiye’de gelir getirici işlerde çalışan kadın oranı çok düşük. Mecburen ya babaya, ya kocaya bağımlı yaşayan kadınlar, yalnız kaldıklarında tam bir geçim derdi yaşıyorlar.
- “Dul” olmak kadınlar için hem geçinememek hem de birkaç kuruş parası olsa dahi erkek egemen bir baskıdan dolayı örneğin “yeni bir kıyafet” dahi giyememek, bir ruj bile sürememek demek,
- Boşandıktan sonra başlayan geçim derdine tek çare yine temizlik, dikiş, çocuk bakımı gibi geleneksel işler olabiliyor. Çok düşük ücretli bu işlerin içinde öne geçen kadınların deyimiyle”merdivene gitmek”. Yani kadınlar en çok apartman merdiveni silmeye giderek hayatta kalmaya, çocuklarını doyurmaya çalışıyor.
- Bütün bunlara rağmen kadınlar yine de boşanmak istiyor çünkü şiddetin boyutu bambaşka. Denizli’den bir kadın “kesilmedik yerim kalmadı” diyor. Yani kadınlar yaşam hakkı ellerinden alınacağı noktada boşanma kararı alıyor.
- En son noktada olsa da, kadınların boyun eğmek ve pasif bir kurban olarak beklemek yerine kendi kararlarını aldıklarını, aktif bir özne olmaya adım attıklarını görüyoruz. Kadın cinayetlerinin temelinde, kadınların bağımsızlaşma mücadelesi ve erkek egemenliğinin buna ayak direyişi olduğu bu araştırma ile de doğrulanıyor.
Gerçekler böyle. Araştırma aslında Türkiye’de boşanma oranlarının da yüksek olmadığını ortaya koyuyor. Yani düşünün, AKP’nin bütün bu şartlarda olan boşanmalara ve bu oranlara bile tahammülü yok. Aile Paketi ile evli kadına verdiği ödenekleri, “dul” kadınlara da vermeyi, “boşanmayı artırır” gerekçesiyle hiç düşünmüyor. Bunun anlamı kadınların şiddet görseler dahi o evde kalmalarını içine sindirmektir.
Türkiye’de her tür hayati meseleye, anayasayı ihlal ederek karışan Erdoğan, kadına yönelik şiddet konusunda da, ailesiyle beraber devrede şimdi. Bir cumhurbaşkanının böyle bir toplumsal sorunda elbette sorumluluğu vardır. Ama kadınların yaşadığı ateşten sorunlar, saray sofralarında çözülmüyor. Bir de bir buluş yapmış gibi, “toplumsal cinsiyet eşitliği” yerine “adalet” olmalı diye tutturmuşlar, Sümeyye Erdoğan bilirkişi gibi bunu anlatıyor. Hiç anlamadıkları bir alanda konuştuklarından haliyle anlattıkları feminizmin temel kavramları karşısında çok zayıf kalıyor.
Birincisi; feminizm zaten matematik bir eşitlik değil, “hakkaniyet” için mücadele eder. Yani eşit olmayanların eşitlenmesi için “pozitif ayrımcılık” ister. Farkımız şu; biz adına ne dersek diyelim “adaleti” ya da “hakkaniyeti” kadın ve erkeğin biyolojik farklılığı nedeniyle değil, toplumsal eşitsizliği nedeniyle istiyoruz. AKP ve Erdoğan ailesinin ve onlara hala destek veren bazı akıl hocalarının yaklaşımında ise yine biyoloji, yine “fıtrat”, yine kadın ve erkek arasındaki farkları mutlak ve değiştirilemez kılma çabası var. Ve bence “adalet” kavramını da sırf kendi partilerinin adı nedeniyle öne sürüp duruyorlar.
Adalet ha. Evet, adalet çok lazım. Bu sözü ağzına alan her kimse, önce sarayın merdivenleri ile “merdivene giden” kadınların hayatını karşılaştırsın.