Michael Haneke’nin “Ölümcül Oyunlar” diye bir filmi var. O filmde, yazlık eve gelen beyaz giyinmiş iki adam bütün aileye akla hayale gelmeyecek işkenceler yapıyor. Bir aşamadan sonra akılları esip duruyor ve anneyi serbest bırakıyorlar.

Anne evin olduğu yerden uzaklara, arabaların geçme ihtimali olan yola doğru koşuyor. Buraya ulaşması epey bir zaman alıyor. Yolun kenarında beklerken bir arabanın yaklaştığını fark ediyor. Arabanın ötelerden sadece ışıkları görülebiliyor. İçinde kimlerin olduğunun anlaşılması mümkün değil. O an kadın tereddütte kalıyor. “Arabanın içindekiler yine o manyaklar olabilir mi?” diye düşünüyor. Bir yandan da diğer insanlara ulaşıp evdekileri kurtarması gerektiğinin geriliminde.

Gelen arabayı durduruyor.

Sonra manyakların kadını yeniden eve getirdiklerini görüyoruz.

Babayla çocuğu öldürüyorlar. Her yerini bağladıkları kadını da alıp balığa çıkıyorlar. Sonra bir ara şakalaşırken kadını tekneden suya itip boğuveriyorlar.

 

*

Solcu arkadaşlarımız “yahu solcular zaten her seçime ‘bu seçimler çok önemli’ deyip durur” diyerek espri yapmak halindeler.

Bense hiç onlar gibi rahat olamıyorum. Aksine, filmde uzaktan gelen arabanın farlarına bakan kadın gibi tedirginim. Ya bu gelen arabalardan bir araba değil ise. Ya bu arabadakiler normal insanlar değil de o manyaklarsa.

Ya bu seçimler seçimlerden bir seçim değilse.

Ya bu seçimlerden sonra kültür merkezlerimize dönüp, kültürel solculukla uğraşmamız dahi mümkün olamayacaksa. Şu ya da bu mahallenin çeşmesiyle ilgili kampanya yapamayacaksak.

Ya eylemlerde eline taş alan çocukları polis orada kurşunlayacaksa.

Ya hepimiz bunları sadece hapishanelerde konuşmak durumunda olacaksak ya da bu bile olamayacaksa.

Yine de bu seçimlerin olup bitmesini bu kadar kolay bekleyebilir miyiz?

Seçimlerden sonra her şeye kaldığımız yerden devam edebilecek miyiz?

Hayat bu kadar hacı yatmaz mı?

Hacının yatmayacağına benim solcu arkadaşlarım nasıl bu kadar emin olabiliyor?

Hacıyla mukaveleleri mi var?

Ya hacı yatarsa?

Ya bu önemli bulmadığımız son seçim, kadının bindiği arabaysa.

Cevap nedir? Fark etmez.

Herhalde insanın çocuklaşması böyle bir şey.

Ha parlamento ha faşizm ne olacak ki?

Marks bir madde fazla yazmış, rölativite kitaptan çıkarılsın.

 

*

Eğer sağ kalırsam ve hapishanede olursam, diye düşünerek hapishanedeki tartışmaya şimdiden başlattığımı ilan ediyorum. Sonradan “ben de senin söylediğine benzer şeyler söylemiştim” lafını asla ve asla kabul etmem. Ben “bu seçimlere müdahale etmezsek, ölüme giden arabaya biner gibi olabiliriz” demiştim. Bunu kimse demedi ve kabul etmedi.

Fark etmez, denildi.

O da faşizm bu da faşizm, denildi.

Örgütlenme çalışmalarını, arttıracağız, denildi.

Biz böyle ne seçimler gördük, denildi.

İttifak edeceklerimizin bazı hataları olduğu için onlarla ittifak yapılması mümkün değil, denildi.

Zaten işler o kadar kötüye gitmez çünkü dünya ve Türkiye konjonktüründeki dev güçler buna müsaade etmez, denildi. Böyle olsa dahi, devletten ve burjuvaziden bağımsız duruşumuzun tam da bu esnada akla getirilmesi gerektiği önemsenmedi.

Parlamento iyi bir yer değil denildi.

Seçimlere daha önce defalarca girmiş olanlar boykottan bahsetti.

Beni lütfen bunlardan vareste tutun.

Kendimi bütün bu yaklaşımlardan şiddetle ayırıyorum.

Siz haklı çıkarsanız ki dilerim çıkarsınız ben sizin bütün dediklerinizi kabul edeceğim. Bakış açımı değiştireceğim. Ama ben haklı çıkarsan lütfen artık biraz düşünün.

Haklı çıkabilme hakkım lütfen işlesin.

 

*

E peki madem seçimlerle ilgilenmiyoruz o halde başka konularla aşırı derecede ilgilensek olmaz mı?

Cevap veriyorum. Asla olmaz.

Ne kadar karbonhidrat alsanız da, ne kadar protein alsanız da üç gram vitaminin yerini dolduramazsınız.

HDP’nin aldığı 9,8 oya eklenecek çok az oy bu günün en etkili vitaminidir.

Ölümcül hastalığa ilaç gibidir.

Bunun yeri hiçbir şeyle doldurulamaz. Tonlarca karbonhidratla doldurulamaz, proteinle doldurulamaz, şekerle doldurulamaz. Hatta öyle bir andayız ki karbonhidrat da, protein de, şeker de odur.

Vitamini ikame edemezsiniz.

Vitamini ikame edemediğinizi işin sonunda, vücudunuzda önemli bozulmalar olmaya başladığında fark edersiniz.

O zaman da iş işten geçmiş olur.

Eğer atı başından yakalayamadıysak arka ayaklarından hiç yakalamayız.

 

*

Örgütlenelim o zaman.

Her derde deva adaçayı. Kalbe-damara, böbreğe-ciğere, cilde-mantara, krampa-kansızlığa, siğile-sinire her şeye iyi geliyor.

Ne yapalım desek “önce örgütlenelim” deniyor.

Örgütlenelim diye bundan beş yüz yıl önce de söylenebilirdi, beş yüz yıl sonra da söylenebilir. Örgütlenelim demek neredeyse hiçbir şey yapmayalım anlamına gelebilir. Çünkü insanlar “örgütlenelim” denilerek örgütlü hale getirilemez.

Buna çok zorlarsanız başka şeylerden ötürü örgütlenmiş gibi olurlar.

O da koftur.

Ülke çapında büyük siyasal hamleler yoksa büyük siyasal örgütler de olamaz. Örgütler büyük siyasal hedefler için oluşur. Mücadele konjonktüreldir. Örgüt de konjonktüreldir. Örgütlenmek herhangi bir zamanda konserve yapmak değildir. Eğer siyasal hamleleriniz varsa ve bu hamleler başarıya ulaşıyorsa örgütlenirsiniz. Yoksa ne yaparsanız yapın olmaz.

Hatta acı gerçeği şöyle söyleyeyim eğer siyasal hamleleriniz yoksa elinizdeki mevcut örgüt de erir gider.

Türkiye’de bir dönem gücü elinde toplamış örgütlerin gerileme nedeni de budur. Büyük olaylara kalkışmadan örgüt ortaya çıkmaz.

Kapı kapı dolaşarak örgüt oluşturulacağı da bir efsanedir. Örgütlenme bir halkla ilişkiler çalışması değildir. Örgüt siyasal hamleler fonksiyonunun bir sonucudur. Kendi kendine oluşmaz.

“Örgütlenelim arkadaşlar” demek “sevelim sevilelim arkadaşlar” kadar geneldir.

“Ben solcuyum, iyi bir insanın gel sen de benim gibi solcu ol” diyerek örgütlenme yapılmaz. Bu dönem kapanmıştır. Bu, işin en başında olur ama sonra olamaz. Evet başlangıçta ana sütü olur ama artık ayakları annesinin kucağından sarkan çocuk hale anne sütü emmemelidir. Biraz akıl mantık varsa katı gıdalara geçmesi gerekir. Katı gıda siyasettir.

Katı gıdayla besleyenler gelir ve sizi geçer. Hatta siz bir süre sonra onların sizi kolayca geçişini onların size bir oyunu bile zannetmeye başlayabilirsiniz. Maalesef bu oyun değil, doğanın bir kanunudur.

 

*

Örgütlenmeye şöyle böyle dedin. Sokak desek, çok eylem yapacağız desek?

Bu eylemi eğer halihazırdaki halkımızla yapacaksak benim anlamam gereken şu. Bize oy vermesini bile umut etmediğimiz insanlar nasıl olacak da bizim önerdiğimiz riskli eylemlere güle oynaya katılacaklar?

Oy verme süreçlerini bir kenara atacak kadar hareketlilik nasıl bu kadar garanti olabilecek?

Hadi diyelim ki böyle kolayca oluyor.

Neden seçimler sürecinde hiçbir şey yapmayıp, diktatörlük rejimin tuzağına düştükten sonra bunu yapmayı düşünüyoruz? Neden öncesinde yapmamız gerekeni yapmıyoruz? Hem eylem olarak hem de seçim çalışması olarak.

Ya seçimlerden sonraki eylem yapışımız, ağa yakalanan balığın, ağdaki çırpınışı haline gelirse.

Yine de çırpınır mıyız? Elbette ki çırpınırız ama ağa düşmemeyi neden hesap etmiyoruz?

Ağdan kurtulmak için çırpınmak var peki ağa düşmemeyi akıl etmek yok mu?

 

*

Demirtaş en son yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde %9,8 oy aldı. Eğer bu seçimlerde bu yoldan giderek %10 oy alırsa değil fark etmez her şey tepetaklak olur.

AKP kendine en güvendiği alanda, hayatının en büyük darbesini alır.  Milletvekili sayısının azalması onun hükümet olma ihtimalini bile zora sokar. Diktatörlük anayasasını ancak rüyalarında görür.

HDP’nin %10 oy alıp barajı geçtiği koşullarda muhalifler öyle bir moral üstünlük yakalar ki, en ufak bir diktatörlük anayasası zorlamasında AKP’ye feleğini şaşırtır.

İşte asıl o zaman ara sokaklarda değil bu ülkenin en büyük meydanlarında AKP’nin ciğerini sökeriz.

Tek yapılması gereken ve mutlaka yapılması gereken HDP’nin barajı geçmesidir.

HDP’nin barajı geçmesi, Galatasaray’ın  Neuchatel Xamax’ 5-0 yenmesidir.

Sonrası size şöyle söyleyeyim çorap söküğü gibi gelecektir.

HDP’nin %10 oy alması, CHP’nin %22 - %24 ya da %26 oy almasına benzemez. Bir anda AKP ve bütün sistem sarsılır. Bu TİP’in bir zamanlar meclise girebilmesinden defalarca daha büyük bir gelişme olur. %10 oy alabilmiş HDP %15 ya da 20 oy da alabilir demektir.

O zaman ne kadar “Türkiyelileştiğine” HDP bile inanamaz.

 

*

Diyelim ki bütün bunlar oldu ama Kürt Hareketi bütün bu başarılarına rağmen AKP ile örneğin başkanlık rejiminde anlaşma yoluna gitmeyi düşündü.

Biz de soluz, biz de emekten yanayız, biz de demokrasiden yanayız iddiasını sürdüremez. Çevresindeki bütün sol müttefiklerini kaybeder ve en onların yüksek eleştirileriyle karşı karşıya kalır.

Türkiye toplumunun başkanlık rejimine, AKP’nin dayattığı diktatörlüğe itirazını içeremeyen bir HDP asla bu ülkenin geneline, emekçisine ve fakirlerine hitap edemez. Asıl o zaman “Türkiyelileşme” imkanını tamamıyla kaybeder.

Eğer sol olmanın, emeğin iktidarının ve demokrasi mücadelesinin paslı kılıcı böyle sessizce yere bırakılacak olursa, geriye kalanlar onu eline almasını bilir. Çünkü soykırımlarda herkes ölmez.

At binenin, kılıç kuşananın olur artık.

hakanozturk1871@gmail.com