Benim tanıdığım solun önemli bir kesimi için AKP’ye karşı mücadele yürütmek son derece önemlidir. Birçok dönemeçte bu tavır sürdürüldü. Örneğin Gezi Direnişi esnasında ve sonrasında “bizim meselemiz AKP değil biz bambaşka bir dünya istiyoruz” diyen entel anti-kapitalistlere karşı bu tavrı korumaları çok doğruydu. Entel anti-kapitalistler soyut, hedefsiz ve apolitik kalıyorlardı.

Biz EHP olarak bu “çiçek çocuk” tarzına karşı sonuna kadar AKP karşıtlığını ve onun hükümetten indirilmesini savunduk.

Bu bir gerçeklerden kaçma ve gerçekleri saklama tarzıdır.

Soma’da 301 kömür işçisi öldüğü zaman da bütün oklar AKP hükümetine dönmüştü. Herkes hükümeti ve tek tek bakanları suçluyordu. O zaman AKP’liler ve onların yandaş medyasından gazeteciler ne demeye başladılar hatırlıyor musunuz? Dediler ki “evet biz de bu kadar işçimizin ölmesine üzülüyoruz ama sorun hükümet değil neo-liberal sistemdir”. Görüyor musunuz sayın seyirciler? AKP’liler ve onun yandaş medyası meğerse neo-liberalizm karşıtıymış da haberimiz yokmuş. Biraz daha sıkıştırsak kapitalizme bile karşı olacaklar. AKP’ye karşı olmadığımız sürece istediğimiz kadar kapitalizme karşı olabilirmişiz. Ne ala memleket değil mi?

AKP’ye karşı olmayıp kapitalizme karşı olmak tam bir yanıltmacadır.

Ben bu konuda bizim solun kadim AKP karşıtlarına çok güveniyordum ama ne yalan söyleyeyim güvendiğim dağlara karlar yağdı.

Tam seçimler zamanı geldi.

Tam AKP’ye darbe vurmak isteyeceğiz.

Tam HDP’yle ittifak etme hali ortaya çıktı. Bizimkiler fikir değiştirmeye başladılar.

O güne kadar AKP’ye karşıyız diyerek yeri göğü inletenler “yahu bir dakika aslında asıl sorun emperyalizm galiba” demeye başladılar. AKP büyük ve ana sorun olmaktan çıkıverdi. Eski tartışmalar unutuldu. Herkes Uranüs gezegenindeki emperyalizmi hedef tahtasına koymaya çok hevesli. Neden? Çünkü Uranüs’te olduğu için mücadele etmemiz mümkün ve gerekli değil. O halde herkes evine, yereline gidiyor…

Emperyalizm tartışması severliğin özü budur.

Emperyalizm tartışmasını çok sevenler uluslararası sermayenin hareket tarzı üzerine çok önemli incelemeler yapmış olduğu için konuşmaz. Türkiye’deki görevlerden uzak durmak için konuşur.

İngiliz askerlerini kaçırıp eylem yapan Mahir Çayan, böyle tartışmalara mahal vermemek üzere emperyalizmin Türkiye için içsel bir olgu olduğunu yazmıştı. O emperyalizmin dışsal bir olgu olarak görülmesini engellemek üzere bunu yaptı.

Onun izinden gidecek olursak, AKP emperyalizmin içsel olgusudur.

Ona karşı savaşmak zaten emperyalizme karşı savaşmaktır.

AKP karşıtı olmayı yükseltenlere “fazla AKP karşıtı olmayın, kapitalizm karşıtı olun” tavsiyesini Kürt dostlarımız cenahından da duyar olduk. Buna da çok şaşırıyoruz.

Kapitalizme karşı olmak çok güzel ama bunun AKP karşıtlığının dozunu düşürmesi yanlış.

En zor koşullarda sosyalizmi, Marks’ın eleştirel eserlerini ve Lenin’i savunan bizlere; kapitalizm karşıtlığı konusunda eksiklerimiz olduğunun söylenmesi pek mantıklı gözükmüyor.

Şu anda hedef AKP olmalıdır.

Şu anda meydan muharebesinin yapılacağı alan AKP’nin kapladığı alandır.

Sonrasına bakacağız. Daha büyük işler daha sonra başlayacak. Birinci merdivene basılmadan beşinci merdivene basmaktan bahsetmek işi yokuşa sürmek olur.

Kimse kırmızı şal göstererek boğayı yanıltmasın.

Boğanın vurması gereken kırmızı şal değil, matadordur.

Şu an karşımızdaki matador AKP’dir.

Matadora vurmadan arena sistemine vurulmaz.

Önce matadora sonra arena sistemine vuracağız.

İşi bitirilecek mi?

AKP’nin işi zaten bir şekilde bitirilecek.

Yani? Yani bizim fazla uğraşmamıza, HDP’nin barajı geçmesine filan kafayı takmamıza gerek yok.

Yani? O iş tamam sen git yat.

Böyle bir düşünce tarzı solcuların arasında yaşayıp gidiyor ve bundan çok fazla rahatsız olunmuyor.

Bu karede kaç tane hata var?

AKP’nin işini bitirecek güç kim? ABD mi, Türkiye büyük burjuvazisi mi, yoksa askerler mi? Eğer bunlardan biri ya da bunların kombinasyonu ise, solcu olan birinin içi nasıl bu kadar rahat olabiliyor çok şaşıyorum.

AKP’nin işini emperyalizm, burjuvazi ya da militarizm kesin bitirecek mi?

Ya bitirmezlerse.

Solcular saydığım kuvvetlerden gidip bir garanti almış olamaz herhalde?

Olamazsa bu rahatlık neden?

Diyelim ki emperyalizm, burjuvazi ve askerler AKP hükümetinden hiç memnun değil ve ona karşı çalışıyorlar. Bu durumda dahi solcuların ayrı bir güç olarak diğer muhalif  kuvvetlerle birlikte AKP’ye karşı mücadele etmesi gerekmez mi?

Kıtalar düzeyinde, elli yıllık analizler yapan solcu arkadaşlar buna “hayır” demez herhalde.

E “hayır” demezler ise solcuların da AKP’ye karşı büyük bir mücadele planı olması gerekir.

Sana da karşı olan güçler AKP’ye de karşı olabilir. Buna rağmen senin onlara güvenmen mümkün değil. Neden? Çünkü AKP’ye karşı olanlar sana da karşı aslında. Hatta en derinde ondan değil senden rahatsız.

O zaman demek ki rahatlamak ve meselenin çözülmesini makro iç ve dış mihraklara havale etmek yanlış.

O zaman seçimler ve baraj konusunu konuştuğumuzda “boş ver o konuyu o konuyu zaten iç ve dış mihraklar çözecek” cevabını kaldırıyoruz.

Bir daha o üniteye dönmeyelim.

Önemli olması ya da olamaması
İşte bütün mesele bu

Bu seçimler önemli değil, önceki seçimler de önemli değildi. Seçimler zaten önemli değildir.

Neden? Çünkü biz çok radikaliz, düzeni değiştirmeyi düşünüyoruz.

Ne zaman? İlerde.

O zamana kadar ne olacak? Sabır.

Mükemmel teori budur işte.

Sol seçimler konusunu ele almamakla nelerden kaçınmış olur. Politika üretmekten, meseleleri ülke düzeyinde ele almaktan, kendisi dışındaki muhaliflerle iş yapmaktan.

Sol en kötü seçim siyasetini bile yürütmeye kalkışsa, memleket çapındaki meselelere bir cevap üretmeye başlar. Bu konudaki eksikliklerini görür. Politize olur.

Bunu yapmadığı koşullarda takvimdeki önemli günleri takip eder, sadece sözüm ona yerel konularla ilgilenir, reaksiyon eylemleri yapar, basın açıklamalarında bulunur, kültür merkezlerinde kurs verir.

Sol bunları yaptığı için ülke çapındaki sorunlara cevaplar üreten, iktidarı almak hedefinde olan bir güç gibi değil, bir kültürel akım gibi gözükmektedir. Kendi çekildiği küçücük köşe budur.

Solculuk herhangi bir etnik kimlik gibi bir kimliğe dönüşmüş durumdadır. Kendinden menkul olarak birileri namusludur, ahlaklıdır, temizdir, lekesizdir. Bunları edinmeleri için bir emek sarf etmeleri, risk almaları, hamle yapmaları gerekmez. Solcuyum diyorsan ve bazı kodlara uyuyorsan tamamdır.

Seçimler önemli değil ise diğer önemli olamayacakları sayıyorum.

Seçimler önemli değil ise kültür merkezleri önemli olamaz, üniversite kulüpleri önemli olamaz, piknikler-kamplar önemli olamaz, paneller-sempozyumlar önemli olamaz, saz-gitar kursları önemli olamaz, anmalar önemli olamaz, konser-festival-şenlikler önemli olamaz, basın açıklamaları önemli olamaz.

Sol neredeyse son yirmi beş yıldır bunlardan ibarettir.

Seçimler bunların hepsinden önemlidir.

Solun en azından bunlardan kurtulabilmesi için seçimler önemlidir. Seçimlere önem vermeyen sol işte bunlara sonsuz bir önem vermektedir ve maalesef sorun da budur.

Bir tane solcu arkadaşımızın da çıkıp “yahu konserler önemli değildir” dediğini duymuyorum. Hatta piknikler önemli değildir demesine bile razıyım.

Tersinden düşünmek

Şimdi bir kafa yoralım.

Kürt Hareketi defalarca seçimlere girdi değil mi?

Bunun sonucunda yüzde altı civarında bir oy aldığını gördü. Bunu bir çok kez test etti. Bir dönem parti olarak barajı geçmeyi denedi, olmadı. Bunu üzerine bağımsız adaylarla seçime girdi ve çok başarılı oldu. Mecliste grup oluşturabilme aşamasına geldi.

Bütün bunlara rağmen bir eşiğe gelip takılıyordu. Herkes oturup buna kafa yordu. Hareket sadece Kürt toplumuna sesleniyor olmakla eleştirildi. Bakınız, bir etnik hareket dahi sadece kendi etnisitesine sesleniyor olmaktan ötürü eleştirildi.

Hareket “madem böyle diyorsanız ben de en toplumun genelinin çıkarlarını savunan sosyalistlerle birleşiyorum” dedi ve HDP aşamasına kadar geldi. Sonra “seçimlerde hükümeti eleştireceğine muhalefeti eleştiriyorsun” denildi haklı olarak. “Tamam” dedi. Genelin çıkarını savunan sosyalistlerle birleştin ama hep kendi bölgenin sorunlarıyla alakadar oluyorsun denildi. Ona da “tamam” dedi ve en sonunda yerelin-bölgenin değil bütün Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday gösterdi.

Bu seçimlerde bütün Türkiye toplumuna seslendi. Fakirlere seslendi. O güne kadar olan tutumunu değiştirdi ve bir kez daha başardı. Oyunu yüzde 9,6’ya yükseltti.

Eğer Kürt Hareketi, Diyarbakır’da mütemadiyen kültür merkezleri açsaydı bunu yapamazdı.

Eğer Hareket sadece Newroz’ları kutlasaydı bunu yapamazdı.

Eğer hareket bana ne genelin sorunlarından ve seçiminden, ben Hakkari’nin yerel sorunlarıyla ilgileniyorum dese olmazdı.

Sadece kendi kimliğine sahip çıkmış olmanın onuruyla yetinse olmazdı.

Sosyalistlerin bir kısmıyla birleşmese, onları aday göstermese olmazdı.

Fakirlere seslenmese olmazdı.

Kürt Hareketi ne yapıp, ne yapması gerektiğini seçimlerle boğuşurken öğrendi. Seçimlerin gösterdiği gerçeklere takıla takıla. Kendini ölçe ölçe, tarta tarta. Ben kendimi ölçtürtmem demedi. Saydırtmam demedi. Herkesin önünde ölçüldü herkesin önünde sayıldı ve herkes bu durum üzerinden irdelemeler yaptı.

Bütün bunları bir kimlik hareketi olan Kürt Hareketi yapabiliyor da, bir modern sınıf hareketi olması gereken sol hareket neden yapamıyor? Yoksa sol hareket bilinen bir kimlik hareketinden daha öte bir kimlik hareketi mi oldu?

Benim tezim şudur: Türkiye’deki seçimlere girmeyen, “seçim benim için önemsizdir” diyen bir Kürt Hareketi asla genele seslenemez, en klasik bir kimlik hareketi olmak üzere içine kapanırdı.

“Yok” diyen beri gelebilir.

Sol için tahmin

Peki ne oluyor? Solun yapması gereken siyasal hamleleri bir kimlik hareketi yapıyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri geliyor, sol yerel-bölgesel-ilçesel sorunlardan bahsediyor, kimlik hareketi denilenler ise cumhurbaşkanı adayı çıkarıyor. Böyle bir çelişki, böyle bir uçurum yaşanıyor. Hatta o kimlik hareketi hiç gocunmadan CHP’ye gidip uygun bir aday gösterin biz de sizin adayınıza oy verelim diyor. CHP milletvekili Rıza Türmen’i buna aday gösteriyor ama olmuyor. Sosyal demokrat bir parti buna bile yanaşamıyor.

Bu ilerleyişin varacağı yer neresidir? Varacağı yer, solun kimlik-bölge-yerellik hareketi olması; kimlik hareketinin sol olmasıdır. Mevcut sol, birkaç seçimi daha böyle geçirirse sol diye bilinen varlık neredeyse tamamen Kürt Hareketi haline gelecek. Bu doğaldır.

Şarkı ne diyor, “sana kutsal gelen bin yıllık çınar, fiske vuruşuyla yıkılır bir gün”. Bir gün, Marks’ın Kapital adlı bilimsel kitabında anlatılan sistem son fiske vuruşumuzla yıkılacak ama şimdi değil.

Şimdiki seçimlerle de yıkılmayacak.

Büyük ihtimalle seçimlerle hiçbir zaman yıkılmayacak ama sol seçimlere girerek düzenin nasıl yıkılmayacağı ve nasıl yıkılabileceği ilminde, disiplininde ilerlemeye başlayacak. Seçimlere giren Türkiye’deki sol parlamentarist olamaz. Türkiye gerçeği ona parlamentarist olamayacağını öğretir. Ne var ki seçimlere girmeyen sol, iyice zayıflamış olan politize olma, gündemi yakalama, genel düşünme imkanını kaybeder. Kesinlikle apolitikleşir ve şu anda apolitiktir.

Hani Kürt Hareketi’ne şiddetle öneriliyor ya “Türkiyelileş” diye.

Bunun aslında sol harekete şiddetle önerilmesi gerekiyor.

Güçlü sol politik akımlar ya da güçlenme imkanı edinmiş sol politik akımlar işin gereğini yerine getiremiyorsa onların yerini farklı kulvarlardan koşup gelenler alacaktır. Bunun sonucu bir felaket olmaz ama bu ülkeyi değiştirebilecek akımın marksist ve o anlamda kökten değiştirici olma niteliğini geciktirir.

Marksist olduğunuz için Gezi Hareketi’ni önemsersiniz.

Marksist olduğunuz için bir ülke için laikliği savunursunuz.

Marksist olduğunuz için kadın cinayetlerini durdurmaya çalışırsınız.

Marksist olduğunuz için bütün bu taraklarda beziniz olsa da mevcut üretim tarzının ülkeyi ve dünyayı yok edeceğini bildiğiniz için asla hiçbir iyileşmeyle yetinmezsiniz. Bu düzenin bazına asılırsınız.

Eğer biz marksistler kazanamazsak çok uzun olmayan bir tarihte bu ülke ve bu dünya kaybedecek.