Bu yıl Dünya Kadınlar Günü’nde, bütün Türkiye’de alanlara damga vuran konu “kadın cinayetleri” oldu. Sadece alanlar değil, Türkiye siyasetindeki her görüş, her siyasetçi bunu konuştu, çeşitli açıklamalar yaptı. Ancak kadın cinayetleri de devam etti, son günlerde de yaralanan ve can veren kadınlar var. Sorunun böyle devam etmesi ve Özgecan nezdinde başlayan bir ayaklanmanın da bir tür geri çekilişi ile umutsuzluğa kapılanlar da oldu. “Şimdiye kadar yaptıklarımız yetmiyor ise, bir de ayaklanma bile olduktan sonra daha ne yapmalıyız?” soruları etrafı sardı. Tarihte bütün geri çekilme dönemlerinde böyle olmuştur. Sonra, bir sonraki evrede; bir sonraki baharda durum yine değişecektir. Ama işte bu noktada, durumu anlamaya çalışmak, yorumlamak ihtiyacı var. Başımıza ne geldiğini tam olarak açıklığa kavuşturmalıyız. Ardından somut olarak ne istememiz gerektiği de ortaya çıkacaktır.
Kadınların Gezi’si
Özgecan ile başlayan ayaklanma, “Kadınların Gezi’si” idi. Gezi’nin ağaçları gibiydi Özgecan; bembeyaz. Bu durum, birbirinden çok farklı düşünenlerin, Türkiye’nin her yerinde yaygın ve güçlü eylemler yapmasını sağladı. Olayların merkezinde, Özgecan nezdinde her gün izlediği kadın cinayetlerinin hepsini reddedenler vardı ve bu damar devam ediyor. Bir de yine “namus” uğruna sokağa çıkanlar da vardı, işte o damar da “idam”, “hadım etme”” gibi faşizan önermelerle devam etti. Pek rağbet görmedi, zayıf kaldı.
Özgecan ile Gezi’den farklı olarak başka bir şey daha oldu; bu kez sokağa çıkanlar arasında AKP seçmenleri de vardı. Bu gerçeklik, sonrasında yaşanan siyasal havada belirleyici de oldu. Erdoğan kendi seçmenin dahi alanlara çıktığını görünce, süreci yönetmeye karar verdi. Taziye evine Mersin Valiliği aracılığı ile devlet girdi, insanlığın ortak acısına Soma’daki tarzda müdahale ettiler. Bu noktada acılı aileye bir şey denilemez. Kadın cinayetlerine karşı yükselen tepkiyi manipüle edip, “kadere” bağlamaya çalışanlar, tam da aynı günlerde İç Güvenlik Yasa Tasarısı’nı dayatanlardı. Bu yasanın neye benzediğini de apaçık gördük: amaç insanların en içini; acılarını bile yönetmekti.
Bütün bunlar olurken, ana zeminde ise giderek büyüyen bir mücadele sürekli devam etti. Kadın cinayetlerini durdurmaya ahdetmiş olan kadınlar, her gün yeni bir şeyler eklediler mücadeleye, her yeni gelişmeye müdahale ettiler. Bu müdahil oluş hali, somut hedefe yönelmelerini, çok net konuşmalarını sağladı.
Kadınların siyasal hamlesi
Sonra 8 Mart geldi, meydanlar doldu, taştı, herkes kendince kadın cinayetlerine tepki gösterdi.
Ancak esas iş, ucu bucağı olmayan bir tepki gösteriş değil, sivri bir uç yaratmak ve onunla sonuç almaktır.
Ne istediği bile belli olmayan ya da sadece kendisi ve kendine benzeyen kadınlar için bir şeyler isteyen apolitik bir eğilimin aksine kadınlar siyaset yapmalıdır. Kadın cinayetlerinin çözümü için siyasi bir hamle, siyasi bir hamle için de bir noktaya odaklanmak gerekir. Çünkü çevremizde olup biten her şey siyaseten öyle oluyor. Erdoğan’ın, 12 yıllık tarihinde ilk kez “Kadınlar kadın olduğu için öldürülüyor” diye konuşması, “iyi hal indirimine” karşı çıkması, siyasidir. Kadın cinayetlerini durdurmak için verilen daimi mücadelenin, ona oy verenleri dahi içine alarak toplumsallaşması sonucunda siyaseten böyle konuşmaya mecbur kalıyor. 8 Mart’ta bütün parti önderlerinin ve Kürt halkının önderi Abdullah Öcalan’ın kadınları güçlendiren mesajları da mecbur bırakıyor onu. Batı’da yükselen kadın mücadelesi, Kobane’de direnen kadınların zaferi. Bütün bu siyasi gelişmeler karşısında Erdoğan, Davutoğlu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve AKP de, tam söylediğimiz gibi “kadınların varlığını tanımaya” doğru adım atmak zorunda kalıyorlar.
Ama onlara güvenebilir miyiz? Asla.
Güven bir roman adı değil, somut gerçekler ile kanıtlanması gerekir. Samimiyseler, yıllardır dile getirilen çözüm önerileri için somut adım atmalı, ayağa kalkan toplumun ne istediğini duymalılar. İşte bu noktada, kadın mücadelesine de siyasi hamle yapmak görevi düşer. Çözüme götürecek önde gelen ilk adım için mücadeleye odaklanmak düşer. Bu adım nedir?
İndirim değil, ağırlaştırılmış müebbet
Kadın cinayetleri gerçeğinin içinde yaşayanlar, en son birçok ilde toplumun nabzını tutanlar şunu biliyor; ceza indirimlerinin sürmesi en çok konuşulan, en rahatsız olunan konu. Meselenin aslını herkes kavramış, keşfetmiş. Şöyle ki;
1. Kadın cinayetlerinin sürmesine de sebebiyet veren esas eğilim, “erkek şiddetini aklamak” eğilimidir. Bunun en kristalize olmuş şekli ise kadın cinayeti davalarında verilen ceza indirimleridir.
2. İndirimlerin devam ediyor oluşu, cinayet işlemeyi aklından geçiren erkeği rahatlatarak, Ayşe Paşalı’nın katilinde olduğu gibi suça yöneltiyor.
3. Duruşma salonlarında o indirimin masada duruyor olması, adaletsizliğin utanç verici bir boyutunu yaratıyor. Kadın öldüren adamlar, kendi elleriyle öldürüp toprağın altına koydukları, dili dönmeyen kendini savunamaz haldeki kadın kardeşimiz hakkında, indirimden faydalanmak için istediği gibi konuşabiliyor, istediği iftiraya başvurabiliyor. Sırf o indirim o masada durduğu için yapabiliyorlar bunu.
4. Bu durum öldürülen kadın kardeşimizin ailesi nezdinde adaletsizliğin çok uç bir boyutunu yaşatıyor. Bu aileler, evlatlarını kaybetmiş olmanın acısı ile o duruşma salonunda zar zor ayakta duruyor iken, bir de saatlerce evlatlarını elleriyle öldüren adamın yalanlarını, kara çalmalarını dinliyorlar. Ailede, özellikle çocuklarda onulmaz yaralar açan bu insanlık ayıbının ortadan kalkması için, o indirimler o masadan kalkmalıdır. Toplum dediğimiz zaten işte bu ailelerdir, yaralı kadınlardır. Bu yüzden tüm Türkiye Özgecan ile en çok indirimleri konuştu, rahatsız oldu.
5. İstanbul Sözleşmesi’nden hareketle, Ceza Kanunu’nun kadına yönelik şiddetle ilgili maddelerinin gözden geçirilip güncellenmesi hukuken de zorunludur. Kadın cinayetlerinde devreye 2 temel mevzuat girer; bunlardan ilki 6284 sayılı Koruma Kanunu, Sözleşme ışığında güncellenmiştir. Ancak ikincisi Ceza Kanunu’na dokunulmamıştır ve bir gün mutlaka yapılması zorunlu olan bu düzenleme daha fazla can kaybı olmadan bir an önce yapılmalıdır.
6. İdam, hadım etme gibi insan haklarına aykırı önerilerin önünü kapatacak olan, evrensel adalete uygun düzenleme indirimlerin kaldırılmasıdır.
Yapılması gereken Kadın Cinayetleri Durduracağız Platformu’nun iki yıl önce TBMM’ye sunduğu TCK EK Madde teklifini meclis raflarından alıp, Genel Kurul’a getirmektir. Bu öneri artık kamusallaştı, son haftalarda birçok Baro aynı temelde teklif sundu. AKP samimi ise, tüm bu çözüm önerilerinin kıymetini bilmeli, sorumluluğu hakim ve savcılara bırakmak yerine, artık kadın cinayetlerinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını yasalaştırmalıdır.