Sene 2015. Dünya kadınlar günü yaklaşıyor. Türkiye’de gündemdeki soru: kadın cinayetleri neden arttı?

Bu yüzyılda bunu konuşmak hazin ama aslına bakarsanız sorunun böyle sorulması ve toplumsallaşması bile bir ilerlemedir. Çözüm için umut vericidir.

Nedenini kısa bir tarihçe ile açıklayalım:

1. Kadın cinayetlerinin adı konuyor: Sene 2010, Münevver Karabulut cinayeti toplumun gündemine gelir. “Kadın cinayetlerinin” adı bile yoktur. Genç bir insanın hayatını kaybetmesi “magazin” ile örtülmeye çalışılırken, bunu kabul etmeyen kadınlar, bilinçli bir biçimde adlarına bu terimi alır, mücadele başlatır. Amaç, kadın cinayetlerinin, kadınların ezilmesi ile ilgili ve politik olduğu gerçeğini göstermektir. Münevver kardeşimiz bize, güzel yüzü ile günümüz Türkiye’sinde, metropolde bir liseli olmanın profilini verir.

2. Münevver “atipik” bir cinayettir, toplumun bu nedenle ilgisini çeker. Her gün tekrarlanan “tipik” olan ise; kadınların boşanmak ya da ayrılmak ya da kendi hayatlarına dair herhangi bir karar almak isterken, yakınlarındaki erkek tarafından öldürülmesidir.  Sokak ortasında ya da kuytularda öldürülen kadınların, “cahilliğe” bağlanıp “eğitim şart” diye ele alınan bu cinayetlerin, toplumun ilgisini çekebilmesi için Ayşe Paşalı’nın öldürülmesi gerekir. Ancak onun adliye koridorlarından bize bakan yüzü görülünce, toplumun geniş kesimlerinden kadınların nasıl bir şiddet kıskacında oldukları anlaşılır. Devletin görevi hatırlanır, devletin kadınları korumadığı gerçeği de böyle açığa çıkar. Ayşe Paşalı bize, günümüz Türkiye’sinde toplumun geniş kesimlerinden kadınların arayışının profilini verir. 

3. Ardından bir çok kadın benzer biçimde öldürülür, artık Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun mücadele ederken kullandığı terim “kadın cinayeti” genel kabul görür,  davalarda ve tüm kamuoyunda kullanmaya başlanır. Şimdi sorun; görevini yapmadığı açığa çıkan devlet ve AKP’nin “kadın cinayetleri artmadı, görünürlük arttı” tezidir. Artık varlığı kabullenilmiş olan kadın cinayetlerinin, bu sefer de oranı ve önemi tartışılmaya başlanmıştır.

4. Kadına yönelik şiddette ve kadın cinayetlerinde artış olduğu gerçeği her gün ana haber bültenlerinde kanıtlanır. Bu toplumsal sorunun örtülmesini engelleyerek görünürlük kazandıran ise mücadele eden kadınlar ve öldürülen kadınların aileleridir. Tam akıntıya karşıdır onların durumu; hem AKP’ye hem de kadın hareketi içinde hala kadınların can meselesi ile bağ kurmayan kimlikçi bir feminizme, toplumun bu gerçeğini anlatmaya çalışırlar.

5. Gezi direnişi ile kadınlar tüm haklarını kuşanarak ayağa kalkar. Yaşam hakkının önemi,  muhalefet tarafından bu sırada idrak edilir ama tam bir idrak için 8 Mart’ı beklemek gerekir. Gezi’den sonraki ilk 8 Mart’ta, kadınların direnci alanlara yansır.

Bu dünyada en eğitici şey, maddi olgulardır. Olayların seyri, bakış açılarını da değiştirir,  kadın cinayetlerinin devam etmekte oluşu, bunun kadınların direndiği dönemde gerçekleşmesi, dirençten söz edildiği her durumda kadınların “hayatı pahasına direnmesi” anlamına gelen kadın cinayetleri, mantık gereği 8 Mart’a damga vurur. Ardından gelen 25 Kasım’da da Türkiye sathında gündemde artık “kadın cinayetleri” vardır.  Artık AKP dışındaki herkes için kadın cinayetlerindeki artış ve konunun önemi kabul görmüştür.

6. AKP’nin konunun önemini kabul etmesi için ise Özgecan’ın öldürülmesi gerekti. Münevver gibi çocuklarımızı, Ayşe Paşalı gibi boşanmak isteyen ya da boşanmış olan kadın kardeşlerimizi, yani modern haklarıyla yaşamak isteyen kadınları kendisi de suçlu gördüğü ve esastan bunu önlemeye çalıştığı için kadın cinayetleri zerre kadar umurunda değildi AKP’nin. Ona oy veren başörtülü kadınlar da benzer biçimde öldürülse de ilgilenmiyordu. Çünkü onlar da çalışmak, eğitim almak ve boşanmak istiyorlardı, seçmen olsa da kafasına yatmıyordu bu AKP’nin. Sonuçta şiddet gören kendi milletvekilinin bile boşanmasını önlemiş, kocasıyla barıştırmıştı. Emekçi kadınlar mı barışmayacak mı? AKP’nin zihninde boşanmak kadınların vekil de olsa haddine değildi. Olaylar böyle seyrederken, ne boşanmak isteyen ne de kızlı erkekli” gezmelere gitmemiş olan Özgecan, sadece okulundan dönen Özgecan öldürülünce, toplum ayağa kalkınca AKP de nihayet “kadın cinayetleri” gerçeğini kabul etti.

Başa dönersek, artık kadın cinayetlerinin görünmez kılındığı günlerden, bugünlere gelebilmiş,   “neden arttı?” sorusuna geçebilmiş durumdayız ve bu bir ilerlemedir. Ne günler gördük geçirdik biz, “asla yalnız yürümeyeceksin” diyerek kendimiz yalnız yürüdük uzun süre. Şimdi bütün toplum arkamızda, biz de “asla yalnız değiliz”. Bu da ilerlemedir.

Bundan sonraki etap, AKP’nin toplumun gerçeğini; Türkiye’li kadınların modern haklarına kavuşmak için mücadele verdiğini, bunun maddi temelleri olan tarihsel bir süreç olduğunu ve geri çevrilemeyeceğini görmesi, anlamasıdır. Kendisi bilir, modern toplumun gerçeklerini anlayanlar kazanır, anlamayan kaybeder.