AKP’nin durumu

AKP bütün rasyonalitesini kaybetmiş bir parti. Hedefleri,  yapmaya güçleri yettiği kadar bir teokratik devlet biçimi ve işleyişi yaratmak. AKP kadrolarının bunun dışındaki tek motivasyonu kendi şahsi menfaatleri için yağmalama dönemini sürdürebilmek.

Onlara göre demokrasi denilen şey, bir şeytan icadı konumunda.

Hakimleri görevden alırlar, seçim hilesi yaparlar, İç Güvenlik Yasası gibi yasaları çıkarırlar, bütün okulları imam hatip okulu haline getirebilirler, kürtajı, alkollü içecekleri yasaklayabilirler…

Hep haklı onlardır, onların hükmetmedikleri her an bir kayıptır, herkes ahlaksızdır, herkes kötüdür. Yalnızca Müslüman ve Sünni olmak iyidir.

Aşağı yukarı hayata baktıkları faşist pencere bu.

Özendikleri  insan tipi ise  IŞİD’ciler.

AKP’lilerden insanlık namına beklenecek hiçbir şey kalmamış durumda.

AKP iktidarının durdurulması

AKP iktidarını durdurma görevini üstlenecek sol güçler arasında bazı büyük değerlendirme sorunları bulunuyor.

İlk sorun AKP’nin ne kadar büyük ya da küçük bir tehlike olduğuna dair. Türkiye’deki sol, AKP’nin büyük bir tehlike olduğunu söylüyor ama bu, duruma göre değişiyor. Genel soyut bir değerlendirme olarak sol için AKP, çok kötü ve büyük bir tehlike olabiliyor. Ne var ki aynı sola göre, seçimlerde başarılı olan, anayasayı rahatça çıkarma oranını yakalayan, başkanlık rejimini hayata geçirebilme olanaklarını yakalayabilmiş AKP, çok büyük bir sorun değil.

Neden çok büyük bir sorun değil?

Çünkü bunlar seçimlerle ilgili.

Sol zaten ileriki tarihte tam bir altüst oluşu gerçekleştirebileceğini hesapladığı için bu günün seçimiyle ilgilenmeyi anlamsız buluyor. AKP’nin seçimlerle elde ettiği güç aracılığıyla Türkiye’deki baskı koşullarını en ağır hale getirmesi ya da diktatörlüğe doğru adım atması sol için kritik bir konu olmayabiliyor.

Solun bu tutumunun gerçeklikle hiçbir ilgisi yok oysa ki.

Peki sol durumu neden böyle karşılıyor?

Çünkü sol, yenilgi yıllarının etkisi altında. 12 Eylül’den itibaren Gezi Direnişi dışında önemli bir başarıya imza atabilmiş değil. Adım attığı bütün girişimlerde başarısız sonuçlar elde ettiği için, başarabileceğine inanmıyor. O nedenle seçimlerde de başarabileceğine inanmıyor.

Haksız da sayılmaz. Solun mevcut ele alış tarzıyla seçim kazanması mümkün gözükmüyor. Neden diyecek olursak;

Solun siyasete ve seçimlere bakış açısı son derece çocuksu ve hurafelerle dolu. Sol, küçük küçük biriktirmelerle uzun vadede seçimlerde başarılı olabileceğini düşünüyor.

Terminolojisi “iğneyle kuyu kazmak” örneğin.

Ya da çok sıkıştırırsanız “kapı kapı dolaşacağım” der.

Lenin’in siyasetle ilgili benzetmesi ise “kopekleri (para birimi) biriktirmekle rubleye ulaşılamayacağı” yönünde. Yani siyaset “damlaya damlaya göl olur” demek değildir. Bizim sol, okul yıllarında bu laf üzerine kompozisyon yaza yaza bu kafaya iyice sahip olmuş durumda.

Uzun vadede biriktirilecek damlalara göre siyaset yapılamaz. Bu doğrusal, niceliksel ve zamanı hesabı katmayan bir düşünce tarzıdır. Damlalar birikince göl olacak, diye bir “göl siyaseti” olamaz. Hiçbir göl, boş bir araziye damlaya damlaya oluşmaz. Göl, bir suyun başka sularla birleşmesiyle olur.

Sol, damlaya damlaya seçimlerde başarılı olmayı beklerken, hiç kimse onu beklemez. Seçimler olur ve biter.

Solun genel olarak siyaset felsefesi yanlış.

Sol kendini sadece partisi ya da örgütü olarak yüceltip idealize ettikçe bu yanlışa daha da boğuluyor. Zaten ileride muhteşem partimiz gelişip hayatın her yanını (yerelleri, mahalleleri, kapı kapı evleri) kaplayacak denilmesi suretiyle bütün bir akıl yürütme sistemi boşa çıkarılıyor. Devrimci militanlar topluluğu, kocaman bir illüzyonun sıcaklığında gevşeyip olduğu yere yığılıyor. İllüzyon herkesi rahatlatıyor ve çözüyor.

Gelecekte çok iyi olacağımız vaadiyle siyaset yapılmış olamaz.

Siyaset bir konjonktürde yapılır.

O konjonktürün eksiklikleri, yetmezlikleri, kısıtlılıkları herkes için bir sorundur. Hiç kimse “Her şey çok güzel olacak” diyerek bu günün zorlukları gerçeğinden uzaklaşamaz. Siyaset bütün bir eksiklikler, yetmezlikler,  kısıtlılıklar koşullarında yapılır. İlerde bu olanaksızlıkları zaten aşacağız diye konuşulamaz. Bu bir laftır  sadece ve lafla peynir gemisi yürümez. Bu laf politik bir enerji yaratmaz. Olsa olsa militanları köreltir.

Siyaset yapacaksanız siyaset yapan diğer aktörlerle ne yapacağınızı düşünüyorsunuz demektir.

Bolşevikler de bu zorluklardan azade olmadı hiç.

Bolşeviklerin çoğunluk olarak ve tek tabanca yürüdükleri, tam bir efsanedir.

Bolşevikler on küsur yıl menşeviklerle aynı partide durdular. Sovyetlerde diğer bütün örgütlerle ve halkla birlikteydiler. Devrimi, sol sosyal devrimcilerle birlikte yaptılar.

Gerçek budur. Devrim de kendi kendine yapılmaz.

Birleşik Haziran Hareketi bu durumun en yakın ve somut örneğidir.

İleride Haziran Hareketi’nin kapladığı yeri kaplama aşamasına gelince, onun yaptığı işleri yapacağım diyerek siyaset olmaz. Sen, ben ve o bir araya gelir ve Haziran Hareket oluşur. Gezi Direnişi o zaman olur. Bu gerçeği geriye itmek bir felakettir.

Haziran Hareketi sayesinde sol, sadece küçük tepkiler gösteren nitelikte olmaktan kurtulup memleketin adına, memleket çapında siyaset ve eylem tasarlayabilen bir aşamaya geldi. Eğer göl oldu ise herkes takdir eder ki, bu bir partinin kendi kendine damlamasıyla değil birçok parti, parça ve bireyin birleşmesiyle oluştu. Konu kesinlikle damlaların üst üste damlaması değil, büyük su parçalarının birleşmesi, büyük akarsuların aynı yere akmasıdır.

Solun seçim siyasetindeki ve genel olarak siyasetteki başarısızlığının yöntemsel temeli bu.

Damlaya damlaya göl olur efsanesi sürdüğü müddetçe, bu sorun da çözülemeyecek.

Eğer siyaset konjonktürde yapılırsa, bu seçimlerde ne yapacağımıza bakmamız lazım. Bir dahaki seçimlere kim öle kim kala.

Seçimler ve sokak

Seçimler gündeme geldiği zaman, seçimlere giriyoruz ama sokakta da bulunacağız demek bir baskılanmanın ürünü. Baskılayan taraf, yıllardır ülke çapında siyaset üretmeyerek apolitikleşmiş eğilim. Bu eğilim sadece seçimlere değil, ülke çapında gerçekleştirilecek bütün siyasal çalışmalara itiraz eder bir halde bulunuyor.

“Sokak” denilen tabir bile yanlış. İnsanın kendi sokağında yapacağı eyleme işaret ediyor. Oysa ki devrimci eylem sadece kendi sokağına takılıp kalmaz. Gezi Direnişi’nin de gösterdiği gibi yeri geldiğinde şehrin en büyük meydanlarında gerçekleşir. Eğer doğru benzetmeler yapılacaksa, devrimci mücadele sokak değil bir meydan muharebesidir. Sokak denilerek şehrin ana arterleri ve meydanları hakkında söz söylemekten geri çekilmek zaten bu eğilimin temel hatasıdır. Devrimciler ülkenin genel ve temel meselelerinden uzak durarak, kendisinde bu meselelerle uğraşma hakkını -yeterliliğini görmeyerek geriye çekilen bir tutum içerisinde olamaz.

Örneğin Rusya’nın savaşa girip girmemesi üzerine tavır alır. Rusya’nın toprak meselesi üzerine politikasını ortaya koyar. Çarlığı yıkmak ister.

Bu çapta siyasetler, mahalledeki çeşmeyi savunmuş olmakla ikame edilemez. Siyaset esas olarak az önce saydıklarımdır. Büyük memleket meseleleridir. Bunlarla ilgilenilmediği takdirde gidişat çok küçük birimlerde siyaset yapmaya çabalamanın körelticiliği yönünde olur.

Mevcut koşullarda seçimlerle ilgilendiğim için eylemlere katılmıyorum diyen bir solun yarattığı sorun yok. Sorun eylemlerde bulunduğu için seçime girmenin önemsiz olduğunu ifade  eden yaklaşım tarzıdır. Bu yaklaşımın gözlemlenen mutlak sonucu ülke çapında siyaset ve eylem tasarlayıp uygulamaktan düşmektir.

Bütün bu nedenlerden ötürü “Hem sokakta bulunacağım hem de seçim çalışması yapacağım” şeklinde bir yemin etmenin gerekli olmadığını düşünenlerdenim.

İttifaklar

Yüzde on seçim barajının bulunduğu koşullarda Haziran Hareketi’nin barajı geçerek sonuca ulaşması mümkün değil. İşte sorun burada başlıyor. Eğer baraj geçilemiyorsa, sadece sembolik olarak seçimlere girme durumu ile karşı karşıya kalıyoruz. Bir bakış açısına göre bu durum şan şeref yönünden iyi olsa da, herkesi memnun etmiyor.

Şu dile getiriliyor: Haziran Hareketi, HDP ve CHP ittifakı olsun. Gelin görün ki bu asıl olarak CHP’nin tavrından ötürü gerçekleşemiyor.

Sorun çatallanarak devam ediyor.

Haziran Hareketi’nin seçimlerden iyi bir sonuç alması lazım derken, HDP’nin de yüzde on barajını geçmek üzere çaba gösterdiği gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Bu koşullarda yapılması gereken seçimlere sembolik olarak girmek yerine HDP’nin barajı geçmesi yönünde davranmaktır. HDP’nin barajı geçmesi bu güne kadar görülmemiş niteliksel bir fark yaratır. HDP’nin yüzde on ya da onun üstünde bir oy alması AKP’nin oyunlarını bozan en büyük faktör haline gelebilir.

Önceki seçimlere oranla HDP’nin barajı geçme sıkışıklığı tavırlarımızı belirleyici nitelikte. Eğer HDP seçimlere bağımsız adaylarla seçime girseydi belki tablo böyle olmayabilirdi ama mevcut koşullarda HDP’nin barajı aşması bütün muhalif kuvvetlerin meselesi olmalıdır.

Bu koşullarda HDP’ye ya da Kürt Hareketi’ne “neden daha solda değil ya da neden AKP ile görüşmeler yapıyor” diyerek mesafe koymak yanlış olur. Söz konusu olan HDP ile seçim ittifakı yapmaktır. Seçim ittifakı yapmak için tamamen aynı görüşte ve davranışlarda olmak gerekmez. Birbirinden farklı olanlar ittifak yapar, birbirine çok benzeyenler zaten birliktedir.

Bu ittifak mantığı esas teşkil eder. Bu bozularak değerlendirme yapmak, bizi yanlış sonuçlara götürme tehlikesi yaratır.

Buraya kadar yapılan çıkarsamaları genel olarak benimsersek, geriye yalnızca Kürt Hareketi ile iş yapabilme alışkanlıklarımızı kuvvetlendirmek kalır. Kürt Hareketi ve HDP bizim dostumuzdur. Aramızdaki bazı tartışmalar kardeşler arasındaki tartışmalardır.

Mevcut örgütsel yapılarımızdaki insanların Kürt Hareketi’nden insanlarla daha kolay politik çalışma yapabilir hale gelmesi gerekli. Bu konudaki her geri duruş ya da tutukluk yanlıştır. Uzun vadede birlikte siyaset yapmanın ortamını geliştirmek üzere tavırlar belirlemeliyiz.

Türkiye çapında siyaset yapmak istiyorsak buna Kürt Hareketi ve HDP birinci dereceden dahil. Bu açıdan sosyalist hareketin de Kürt Hareketi kadar “Türkiyelileşmesi” icap eder. Türkiye hepimiziz.

Bu temellerden hareketle Birleşik Haziran Hareketi’nin seçimlerle ilgili en doğru tutumu, barajı yıkıp geçmek yönünde HDP ile ittifak etmesi olacaktır.