Özgecan Aslan kardeşimizin hayatını kaybetme şekli tüm toplumu ayağa kaldırdı. Onun güzel yüzü bir ayaklanma bayrağına dönüştü, cenazesini binler uğurladı, binlerce kadın yürüyor, tüm toplum hesap soruyor.
Erdoğan ailesi ve Davutoğlu ancak tüm toplum onlardan hesap sorduktan sonra, Özgecan'ın ailesine başsağlığı dilediler.
Ayşenur İslam ise suskun. Bakanlık sadece sitesinden üç cümleden oluşan, davaya müdahil olacaklarını duyuran kuru ve resmi bir açıklama yaptı.
Acıyı paylaşmaları da güzel, biz onların gencecik insanlara hiç içlerinin yanmadığı günler de gördük.
Ama acıyı paylaşmak ile o acıyı yaratmış olmak geçmez.
Yani Özgecan kardeşimizin yaşamak için bin bir nedeni var iken böyle bir vahşet ile hayatını kaybetmiş olmasının hiçbir nedeni yok.
Ama Özgecan’ın öldürülmesine "neden olanlar" var.
Kadın cinayetlerinin durması için de sadece katilleri değil, bütün sorumluları bir bir ortaya çıkarmalı, hepsinden hesap sormalıyız.
Türkiye şu anda dünyada kadın cinayetleri ile ünlü. Evet, her ülkede kadınların yaşadığı bazı sorunlar var. Ama örneğin Suudi Arabistan’da iş hayatına katılımda sorun yaşıyor kadınlar, orada bile can meselesi yaşanmıyor. Kadın cinayetleri Türkiye’de var ve artıyor. Artmadı, görünürlüğü arttı diyorlar. Yalan. Hem artı ve bunu Adalet Bakanlığı açıklamıştı. Hem de görünürlük arttı ama sorunu örtmeye çalışanlara karşı kadınların amansız bir mücadelesi ile ancak görünür oldu.
Kadınlar, çözümleri de buldular, yapılması gerekeni defalarca söylediler uyardılar. Devlet, bir tanesini bile yerine getirmedi bunların. Devlet sadece seyretti.
Bu yüzden kadınlar ayaklandı artık ve sokaklarda “bakan istifa” sesleri yükseliyor.
Bakan istifa
Ayşenur İslam, Kader Erten kardeşimizin ölümüyle erken yaşta evlilikler gündeme geldiğinde, çocuk istismarı anlamına gelen bu evliliklere neredeyse “masumane” diyecekti.
Cinsel saldırılar gündeme geldiğinde “çığlık atmayı” tavsiye etmişti.
Kadın cinayetleri konusunda ise gereğini yapmak yerine “sağır sultan duydu” diye şikâyet ettiğini biliyoruz. Onun bakanlığı sırasında cinayetler arttı, tıpkı işçi kardeşimizin ölümlerinden sorumlu Çalışma Bakanı gibi bir “ölüm bakanı” haline geldi. Yani şimdiye kadar çoktan istifa etmeliydi.
Hele şimdi Özgecan’dan sonra kurtuluşu yok, bakan istifa etmelidir.
Üç gündür kadınlar nefes alamıyor bu ülkede, toplum oturmuyor, uyumuyor, ayakta.
Ayşenur İslam’da o koltukta oturamaz.
İnsanlar bundan sonra çocuklarını okula nasıl göndereceklerini bize soruyorlar ise bakan bitmiştir. Ya kendini aklamanın mucizevi bir yolunu bulur ya da artık yok hükmünde olduğunu kendi elleriyle kanıtladığı o makamı işgal edemez.
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve kadın haklarına dil uzatanların herkes hesap vermelidir
Böyle bir katil türü nasıl ortaya çıktı diye soruluyor? Tıpkı İŞID ile ilgili soru sormak gibi bu. İŞID’lılara “öfkeli çocuklar” deyip bir kınama bile çok görenler, kadınlara aynen onların yaptığını yapan bir türü elbirliği ile yarattılar işte.
İnsan denilemez olan bu tür, öldürüp yakmayı, delil karatmak için bedeni hunharca parçalamayı nereden öğrenmiş olabilir? Bu cüreti, cesareti nasıl bulmuştur?
İşte her gün kadın öldürülürken seyreden, hatta sadece sessiz seyretmekle kalmayıp sürekli erkeklere cesaret, kadınlara gözdağı verenler yarattılar o adamı.
Kadının varlığına ve haklarına her gün yeni bir saldırı düzenleyen AKP yarattı.
Kadınların kendi hayatlarına karar vermek için, modern haklarına kavuşmak için, mutlu değilse boşanmak için ölümü bile göze alarak direndiği bir tarihsel süreçte olduğumuzu, bunun toplumun bir gerçeği olduğunu görmeyenler yarattı.
Yapılması gereken; kadınlara cesaret, şiddet uygulayan erkeğe gözdağı iken,
- Erdoğan her seferinde fıtrat var kadın erkek eşit olamaz diye konuşarak,
- Arınç kahkaha atan kadınları hedef göstererek,
- Yargı, cinsel saldırı ve cinayet davalarında adalet sağlamayarak,
- Münevver öldürüldüğünde dönemin Emniyet Müdürü Cerrah "kızını dövmeyen dizini döver" diyerek,
- Seda Sayan, Songül Karlı televizyon programlarında erkekleri aklamaya çalışarak,
- TRT ve RTÜK cinsiyet ve cinsel yönelim ayrımcılığını düşünce özgürlüğüymüş gibi ele alarak,
- Cemil Çiçek dekolteye, bilumum lüzümsuz insan kadınların nasıl yaşayacağına, ne giyeceğine karışarak, her gün tekrarlanan sayısını unuttuğumuz kadın düşmanlığı ile elbirliği ile yarattılar bu adamı.
Elbirliği ile öldürdüler Özgecan’ı.
En son Özgecan’ın okul arkadaşlarının, ulaşım için mecbur kalıp kullandıkları o minibüs hattında daha önce de vuku bulan tacizlerden, minibüs şoförlerinin davranışlarından Minibüsçüler Odasına dilekçe de vererek şikayetçi olduklarını da öğrenmiş bulunuyoruz. Ve ne meslek odası, ne okul idaresi, ne emniyet bu konuda adım atmadığı için onlarda sorumludur.
Şimdi asıl katile en ağır ceza verileceğini muştulamış Davutoğlu. Sağolsun, aferin. Sanki indirim almaları mümkünmüş gibi. Bu toplum böyle ayaklandıktan sonra, bunu denemeye bile kalkamazlar, o katil ve işbirlikçileri elbette ağır ceza alacak. İşbirlikçi babaya da sakın Cem Garioğlu’nun babasına yaptıkları gibi “babalık indirimi” vermeye kalkmasınlar.
İdam değil ağır ceza, intikam değil adalet
Bilinmeli ki, hiçbir ceza öfkemizi yatıştıramaz. Biz ancak bir daha Özgecan'ların olmayacağını garanti altına aldığımızda rahat nefes alacağız.
Bununla beraber elbette, gideni geri getirmese de geride kalanların bir nebze rahatlaması için adaleti; ağır cezayı istiyoruz.
İnsan haklarına aykırı bir ceza olan idam cezasını değil, intikamı değil, evrensel adaleti istiyoruz.
Münevver Karabulut ailesi ile başlamıştık caydırıcı ceza demeye. Bunu başka Münevver’ler olmasın diye öneriyorduk. Bekledik, duymadılar, en sonunda Meclis’in yapması gerekeni yapıp, Türk Ceza kanunu Ek Madde teklifi hazırlayıp meclise sunduk, tutanaklarda kayıtlıdır. İstanbul Sözleşmesi’nden hareketle hazırladığımız caydırıcı ceza önerimiz bir yılı aşkın süredir meclis raflarında bekliyor.
En son geçen hafta davet edildiğimiz Şiddet Araştırma Komisyonu’na ve Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı’na da, tüm çözüm önerilerimizi sunduk. En çok Ceza önerimizin üzerinde durduk çünkü 6284 sayılı Koruma Kanunu, İstanbul Sözleşmesi’ne göre yenilenmiş iken, TCK aynen duruyor, sözleşme şartlarını taşımıyor ve buna acil ihtiyaç var.
Meclis’i iki kez üst üste uyararak Soma daki işçi kardeşlerimiz kaybettiğimiz gibi kadınların topluca can vermesini ya da çok feci bir ölüm olmasını beklemeyelim, bir an önce somut adım atalım dedik.
Ama olabilecek en kotu şeylerden biri oldu, Özgecan’ın haberi ile nefes alamaz olduk.
Kadın cinayetlerinin çözümü var
Asıl yapılması gereken kadınlar için adaletin giden gittikten sonra değil, kadınlar hayatta iken sağlanmasıdır.
Bunun için kadının aileden ayrı varlığının ve haklarını “isteseniz de istemeseniz de” tanıyacaksınız. Ve artık bütün bir toplumun dile getirdiği 5 temel talebimizi yerine getireceksiniz:
1. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve siyasi parti liderleri kadın cinayeti isleyen erkeği kınayan açıklamalar yapmalı,
2. Koruma kanunun etkin uygulanmalı,
3. Ceza kanunu Ek Madde önerimiz yasalaşmalı,
4. Kadın Bakanlığı kurulmalı,
5. Cinsiyet ve cinsel yönelim eşitliğini temel alan yeni bir anayasa yapılmalıdır.
Laik ve demokratik eğitim şart
Özgecan kardeşimizin öğrencilik hayatının baharında ve okulunun yolunda yaşadıkları toplumu infiale sürüklemiş durumda. Yürüyüşlerimize katılan anneler ve bizimle bağ kuran bütün babalar endişe ile bize soruyor; “kızımı okula nasıl göndereceğim”?
Kız çocuklarının okula gitmesine bile gerek görmeyenler, 4+4+4 ile kadınların hayatını daha çocukken karartmaya çalışanlar, en son karma eğitime müdahale etmeye kalkışanlar için bu sorun olmayabilir. Ama toplum için bu bir sorun elbette çünkü çocuğunu okutmak istiyor halklarımız. Ne o zehir gibi kız çocukları eğitim hakkından vazgeçecektir ne de aklı başında anne babaları. Ama Özgecan ile yaşadıklarımız bir şeyi daha göstermiştir; kadın cinayetlerinin durması için, eğitim değil laik ve demokratik eğitim şarttır.
Birleşik Haziran Hareketi’nin arkadaşlarını tutuklanması pahasına, saldırılara göğüs gererek ve gülümseyerek verdiği boykot mücadelesi yerden göğe kadar haklıdır.
Özgecan mücadelenin bayrağıdır
Beş senedir öldürülen kadın kardeşlerimizin güzel suretleri ile yürüyoruz, yine yürüyeceğiz. Bu yüzlere yenileri eklenmesin diye elimizden geleni yapacağız. Her birinin kendi hayatına karar vermek uğruna can vermesi önünde saygıyla eğileceğiz.
Ama şimdi Özgecan, kader ortağı kendi yaşıtı kardeşlerinin, ablalarının, teyzesi yaşında olan kadınların hak mücadelelerinin ve hatıralarının, gün gün can vererek biriktirdiklerinin ve “Türkiye’de kadın olmak” ın ve kadın mücadelesinin bayrağı gibi dalgalanıyor.
Özgecan bir Güldünya gibi. Nasıl ki Güldünya’nın hayat kurtaran yerde; hastanede hayatını kaybetmiş olması bardağı taşırdı, toplumun vicdanını ayağa kaldırdı ve devlet o zamana kadar seyirci kaldığı “namus adına işlenen cinayetler” de somut adım atmak orunda kaldı ise şimdi de öyle olacak.
Özgecan direnerek öldü, kendisine yönelik insanlık dışı cinsel saldırıya direndi. Ve öldürülmüş olması, en üst seviyede yaşadığı zarar dururken başka hiçbir şey öne geçmemelidir.
Özgecan kadınların direnişinin bayrağı olmalı, dünya kadınlar gününde bütün meydanlarda dalgalanmalıdır.
Dünyanın bütün kadınlarına onu tanıtacak, onu ve ailesini asla yalnız bırakmayacak, unutturmayacak ve onun nezdinde öldürülen tüm kadın kardeşlerimizin hesabını soracağız.