2010 yılında öldürülen Münevver Karabulut’tan son günlerde yaşanan kadın cinayetlerine kadar olan geçen sürede, yüzlerce genç kadın erkekler tarafından öldürüldü.

En gençlerimizi aramızdan alan erkek şiddetini tam kaynaklandığı yerden anlamak ve durdurmak zorundayız. Elbette durduracağız, tam da o hedefe konan genç insanlar, bugün olduğu gibi her yerde hesap soracaklar. Öldürülen kardeşlerimizin arkasından “edepsizce” konuşanlara karşı Türkiye’nin dört bir yanında özgürlük bayrağı açacaklar.

Ama boşanmaya çalışırken öldürülen kadınları, ayrılmaya çalışırken öldürülen genç kadınlara bağlayan şeyi tanımak, ortadan kaldırmak üzere anlamak durumundayız. Ancak bu yolla kadınlara ve özgürlüğe düşman bu sistemi yeneceğiz ve o gün geldiğinde arkamızdan “edepsizce” konuşanları kimse kurtaramayacak. Çünkü çok suçlular.

Öldürülen bütün genç kadınlar için haddini bilmeden konuşanlar da suskun kalanlar da suçludur. Ceren Özdemir’i evinin kapısında kalbinden bıçaklayarak öldüren erkek, “kolay hedefti” derken susanlar, bu hafta bir benzinlikte pompalı tüfekle öldürülen 17 yaşındaki Ceren Kultaş’ın katili “yanlışlık oldu, birine benzettim” derken tepki duymayanlar suçludur.

Zeynep Şenpınar’ı öldüren failin cinayet işleyip ardından attığı tweeti okuyup susanlar, fabrika işçisi Gülnur Kocabaş aynı işyerindeki erkek tarafından tehdit edildiğini söylediğinde oralı olmayanlar suçludur.

Genç fidanlardı

Cansu Kaya, Muğla’da Dalyan kanalında cansız bedeni bulunduğunda 17 yaşındaydı.  Antakya’da öldürülen Berna Özdemir 19 yaşında yeni mezun hemşireydi.

Nuran Dutlu (1994-2015) İzmit’te dövülüp iple boğulduktan sonra elleri kesilerek cesedi yol kenarına atıldığında 21 yaşındaydı.

İstanbul Üniversitesi öğrencisi Özge Gündoğan öldürüldüğünde 21 yaşında, Ukrayna’da tıp okurken öldürülen Buket Yıldız 20, Zeynep Hüsünbeyi 22 yaşındaydı.

İzmir’de erkek arkadaşının bir gece kılıç ile öldürüp sonra hatırlamadığını söylediği Zülal Tütüncü 21, hukuk öğrencisi Alara Karademir okul gezisindeyken hocası olan erkeğin odasında cansız bedeni bulunduğunda 20 yaşındaydı.

Kayseri’de Cansel Buse öğretmeninin cinsel saldırısından sonra intihar ettiğinde 17 yaşındaydı. Bolu’da üniversite öğrencisi Dilay, okul ile yurdu arasındaki karanlık yolda bıçaklanarak öldürüldüğünde 22 yaşındaydı.

İzmir’de öldürülen Ayşe Selen Ayla da 22 yaşında üniversite öğrencisiydi.

Yağmur Önüt, erkek arkadaşının evindeki silahla vurulup öldürüldüğünde 20 yaşındaydı. Aleyna Can ayrılmak istediği erkek tarafından öldürüldüğünde 17 yaşındaydı, aylarca bulunamayan cansız bedeni babasının çabalarıyla ormanlık alanda bulunan Ecem Balcı gibi. Bursa Mudanya’da Özlem Taşoğlu henüz 16, Ağrı'da Dilan Doğan henüz 18, Batman’da Gülşen Ertuğrul henüz 19 yaşlarındayken evli olduğu erkekler tarafından öldürüldüler.

İzmir’de Pınar Yolver evli olduğu erkek ve ailesi tarafından dövülüp vücuduna ütü basılarak, hastaneye terk edilip hayatını kaybettiğinde 19 yaşındaydı.

Batman’da Amine Demirtaş “cep telefonuna şifre koyduğu için” abisi tarafından işkence edilerek öldürüldüğünde 17, Adana Kozan’da Hilal Özcan'ın abisi tarafından “telefonla çok konuştuğu için” öldürüldüğünde 20 yaşındaydı.

Diyarbakır'da Fatma Atagün reddettiği erkek tarafından öldürüldüğünde 15 yaşındaydı. Güleda Cankel de Merve Kotan da ayrılmak istediği erkek tarafından öldürüldüklerinde 19 yaşındaydılar.

Bütün bu felaket olurken susanlar, ağzını açmaya kalkmasın şimdi.

Yıpranan gelenekler, güçlenen kadınlar

Elbette en gençlerimizin en vahşi biçimlerde öldürülmesi, verdiği acı kadar yatışmayan bir öfke ve mücadele yarattı. Katillere verilen cezalarla değil, kadın cinayetlerini durdurana kadar yatışmayacak bir öfkemiz var.  

Ama aynı zamanda akıl yürütenleriz biz ve soruyoruz: “Neden boşanmaya çalışan kadınlar ve genç insanlar şiddetin bu kadar hedefinde”?

İşte burada birbirine bağlanıyor mesele. Boşanma hakkını kullanmak kadınların karar alma özgürlüğünün nasıl sembolü oluyorsa genç insanlar bu özgürlüğün kadınlar tarafından kazanılacak olmasının, kadınların geleceğinin bir sembolü olduğunu görüyor. Özellikle de üniversiteli kadınlar, eğitim alan kadınlar şiddet yoluyla bastırılırsa imtiyazlarını koruyacağını sanan bir erkeklik var. Ama çok yanılıyorlar. Birincisi bu dinamik tersine çevrilemez, nesnel nedenleri var. Büyük altüst oluşlar içinde çok önemli bir deneyim olan Rus Devrimi’ni anlatan iyi bir eser vardır. Yazarı Michel Liebman bu kitapta, toplum ilişkilerindeki değişime direnen gelenekleri iyi tarif eder: “Tekniğin her şeyi altüst edişiyle yıpranan gelenekler, zayıf yanlarını açığa vuruyorlardı. Şehirlere özgü bir uygarlık hayatın temposunu dahi hızlandırdığından, toplum ilişkilerinde derin değişiklikler yapıyordu”. (Liebman, M.; Rus Devrimi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2017, Sayfa 15)

Türkiye’de, Kadir Has Üniversitesi tarafından her yıl yapılan “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması” 2019 yılı sonuçlarına göre toplumda kadın ve erkeklerin kamusal ve özel hayatta eşit hak ve duruşlara sahip olmaları konusundaki tutumları ölçülüyor. Sonuçlar hem kadın hem erkekler arasında “Eşitlikçi Toplumsal Cinsiyet” algısının güçlendiği gösteriyor. Eğitim düzeyi ve yaş ile anlamlı bir ilişkisi olan bu tutumda, gençlerin yaşlılara göre kadın-erkek ilişkilerine daha eşitlikçi baktıkları ortaya çıkıyor.

Hem eğitimde hem istihdamda

Ancak öte yandan hayatımız paradokslarla dolu. Türkiye’li kadınların, modern haklarına daha çok sahip çıkarak özgürleşme arayışının arttığı bu dönemin muhafazakâr iktidara denk gelmesi nasıl bir paradoks ise kadınları baskılayan gelenekleri en çok sarsacak genç kuşakların aynı zamanda şiddete de en açık grup olması böyle bir yaman çelişki. Şöyle ki Türkiye’de tüm kadınların erkek şiddetine maruz kalma oranı çok yüksek. Kadın nüfusunun üçte biri gibi yani her üç kadından biri -fiziksel-cinsel-duygusal ya da ekonomik şiddet biçimlerinden birini yaşıyor. Kadınların çalışma hayatına katılımına baktığımızda ise şiddetin arkasında ciddi bir ekonomik şiddet olduğunu görüyoruz, çalışabilir kadın nüfusunun da TÜİK verilerine göre yalnızca 31’i “işgücü kabul ediliyor”, %26’sı ise istihdamda. Dolayısıyla kadınların %74’ü, işgücü piyasasının dışında ve herhangi bir gelirleri yok. Tüm kadınları etkileyen işsizlik olgusu genç kadınları ise daha çok etkiliyor, daha çok şiddete açık hale getiriyor. Çünkü genel işsizliğin en yüksek oranını genç insanlar, onların içinde de genç kadınlar oluşuyor. Şubat 2020’de de kentsel genç kadın işsizliği yine en yüksek işsizlik türü oldu. Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin (NEET) sayısındaki artış devam ediyor. (http://disk.org.tr/2020/05/mayis-2020-issizlik-ve-istihdam-raporu/)

Şiddetin de bu kuşakta şimdiye kadar ki en yüksek seviyeye ulaşması tesadüf değil; işte onun arkasında da böyle bir nesnellik var.

Bütün bunlar doğa kanunu değil elbette çözümü var; istihdam başta olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitliğinin tam olarak uygulanması için gerekli politik adımları atmak durumu değiştirecektir. Esas mesele çözüme ayak sürüyen siyaset ve bu durum geçtiğimiz günlerde Deniz Kandiyoti’nin bir yayında “eril restorasyon” olarak ifade ettiği iklimi doğuruyor (Salgın Döneminde Toplum ve Sosyal Politika- 22 Mayıs Bilim Akademisi Webinarı). Kandiyoti önemli bir tespit yaparak, kadınların özgürleşmesinin buna direnene ataerki kuvvetlerini sarstığını ve günümüzde bu eski cinsiyet rejiminin restore edilmeye çalışıldığını söylüyor. Trump Amerikası’ndan Türkiye’ye, eşitliğe inanmayan liderlerin kadınların güçlenmesi ile “hak ettiğini sandığı” imtiyazlarını kaybettiğini düşünerek kriz yaşayan erkeklerin nefretini nasıl körüklediğini apaçık yaşıyoruz. ABD’deki “öfkeli beyaz erkekler” ve “İncel”den biz de karşılığını nafaka karşıtları ve kayıplarımızın ardından “edepsizce” konuşanlarda buluyor.

Fakat dönemin bu özellikleri de umudumuzu kırmasın. Çünkü feminist mücadelemiz, hakkımızı teslim etmeye direnen erkekliğin saldırarak kendini yeniden kurmaya çalışma deneyimlerini ilk defa görmüyor. Kadın hareketinin her yükselen dalgasından sonra böyle olmuş, en son 1980’lerde yükselen yeni liberalizm ile bir durgunluk dönemine girmişliğimiz de var. Ama ne oldu? Kadın hareketinin, son yıllarda hiç olmadığı kadar canlı biçimde yükselişini bunların hiçbiri önleyemedi.

Şu anda dünyanın dört yanında kadın haklarına saldırı varsa aynı oranda mücadele de var. Fakat önümüzde temel meseleler de var. Başta genç kadınlar olmak üzere hepimiz, çalışma hakkımızın gasp edilmesine karşı da güçlü bir mücadele ile birleşmeliyiz.