Korona gibi dünya çapında bir sorun var. Haliyle kapitalizmin içinden çıkamadığı krizine bir de korona günleri eklendi. Tokat gibi. Hemen her gün bu krizi konuşuyoruz. Bugüne kadarki neoliberal politikaların nasıl çöktüğünü tartışıyoruz. Fakat konuşuyoruz derken biz solcular olarak konuşuyoruz demiyorum. Bizzat liberallerin kendilerinin derdi olarak açıklıyorum. Büyük bir panikteler. Çıkış planları üzerine planlar yayınlıyorlar. Kamu politikaları ne olacak? Vergiler mi düzenlense? Kapılara ceset torbası bırakmak da biraz fazla mı oldu ne? Sorularıyla beraber, tüm kesimlerle bu konumuz baş köşede gündemimizde.

Liberaller bu krizi nasıl atlatacağız diye elleri başlarında her gün yeni fikir, yeni plan, yeni reform tartışıyorlar. Bugüne kadarki tüm neoliberal politikaları, bizzat savunucuları tartışmaya açmış durumda. Bu çırpınışı Türkiye’ye indirgemek de doğru değil. Bu başta gelişkin kapitalist ülkeler olmak üzere dünya çapında bir çırpınış.

Bu krizi maddi bir durum olarak buraya yazıyorum fakat sorun liberallerde değil. Bizim başka bir sorunumuz var. Biz ortada böyle bir sorun olduğuna solu ikna edemiyoruz. Çünkü kendisini solda tarif eden bir kesim, liberallerden daha çok kapitalizme bir şey olmaz anlatıyor. İddialarının liberallerin yaklaşımından daha geri bir noktaya denk düştüğünü fark ediyorlar mı acaba diye düşünüyorum? Kapitalizmin krizleri bir şekilde atlatacağına sonuna kadar iknalar. (Liberaller bile bu kadar ikna değil.) Bunu sürekli ilan ediyorlar: Faşizm garanti. Biz çok kötü durumlara düşeceğiz, bu da garanti. Kapitalizm sadece krizden çıkacak bile değil, üstüne bir de güçlenerek çıkacak deniliyor. Buna tam anlamıyla iknalar. Biri kapitalizme dair bir tür sorunu dile getirdiğinde hemen itiraz ediyorlar. “Böyle klişe şeyleri konuşmayı bırakalım, bir tek faşizm ihtimali konuşulmalı” diyerek müdahale ediyorlar.

Bunun maddi sebepleri var elbet. Birincisi bu iddia sahiplerinin, hiçbir kolektife bağlı olmamayı bir teamül olarak benimsemeleri. Bu konu, başka bir kapsamlı yazı gerektiren konu olduğundan detaya girmeyeceğim fakat sorunun bir kaynağı olarak bu kısmı belirtmeliyim. Bu kadar “yalnızlık sevmek” toplum adına, toplumla birlikte ve de toplum için düşünmeyi maalesef yapısal olarak engelliyor. Üç beş kişinin aynı fikirde olmasının bile olağanüstü yanlış bir şey olduğunu düşünüyorlar. Haliyle, kolektif bir yıkıcı güç düşünmek de mümkün olamıyor.

Elbette ki bu tip yaklaşımın yaygınlaşmasının tek sebebi, bu çevrelerden arkadaşlarımızın fikirleri değil. Ayrıca biz katılmadığımızı ilan edip geçebiliriz. Burada ikinci sorun önümüze, örgütlü sosyalist çevrelerin bu fikri tamamen benimsemesi olarak geliyor. Ülkede solun yaygın eğilimi, herhangi bir sorun gündeme geldiğinde o sorunu akademik bir sorun olarak tespit edip “mutlak bağımsız” uzmanlara sevketmek oluyor. Bu nedenle de kapitalizmin girdiği krizin toplumsal sonuçlarını bile uzmanların yanıtlaması bekleniyor. Uzmanlar bunun için uzman olmadı belki ama sol illa ki oradan cevap geleceğini düşünüyor. Sol kendisinin siyaset üretmeme sorununu bir kez daha “ünlülük” esasına göre ele alıyor. Bir kez daha yanlış şıkkı işaretliyor. Yalnızlık ile tarif ettiğimiz sorunun aynı temelden sonucu, örgütlü kesimlerde de “yeterlilik” tartışmasına evriliyor. Toplumun solun sesine asla kulak vermeyeceği takıntısını travmatik olarak aşamıyorlar. Tabii ki bunu mevcut sistem içi düzeltmelerle yetinenlere değil, işçi sınıfının iktidarını hedefleyenler için dile getiriyoruz. Esas hedefimiz neydi? Bunu konuşmak, programlarında sosyalist iktidar yazanlarda bile gülünesi bir konu olarak ele alınıyor.

Üçüncüsü bu çevrelerin içinden çıkamadığı ilk iki maddedeki fikirsizlik ve güç tartışması, hemen hepsini birbirlerine sıkı sıkıya bağlanmaya itiyor. Birbirine sıkı sıkıya bağlanmak kötü ya da yanlış bir şey değil. Aynı olanlar birbirine sıkı sıkıya bağlanmalıdır. Ancak farklı fikirleri de olduğunu iddia edenler bunu nasıl yapacaktır? Bu bağlanmanın sonucu çok doğal olarak, içinde fikir konuşulmasını gitgide daha çok geri çekiyor. En genel ortak sorun olan baskıların artışı konusuna indirgeniyor. Toplumun yani milyonların sorunlarının üzeri kapatılıyor. Gerçek sorunların yerine sol, toplumu sola yönelik baskılara karşı en yüksek perdeden mücadeleye davet ediyor.

Bu yaklaşımların tümünün nesnel olmadığını ilan etmek durumundayız

Birincisi; kapitalizm her girdiği krizden çıkamaz. Kriz kapitalizmin çıkmazıdır. Hiç çıkamadı. Ayrıca bunun büyük devrimlerin ışığını yaktığını defalarca kez gördük. Tarih bize, kapitalizmin her seferinde sadece faşizm getirdiğini göstermez. O krizlerden yola çıkan toplumun, alternatifin sesini dinlediğini ve birçok kez yıkıcı gücünü kullandığını da gösterir. Yani krizin sonundaki ihtimaller tek değil ikidir. Hangisinden gideceğimize karar vermemiz gerekir.

İkincisi; güç tartışması da nesnel değildir. Kapitalizmi sarsacak güç sosyalizmi benimseyen, hayatını bu uğurda feda edenlerin sayılarına bağlı değildir. Hiçbir devrim, o toprakların solcu sayısına göre olmamıştır. Güç doğru siyasetin, kitlelerin çıkarlarıyla buluşması sonucunda oluşabilir. Sosyalistler bunun öncülüğünü yürütebilir. Kapitalizmin girdiği zorluktan, bizim gücümüzün olmayışı nedeniyle mutlak surette çıkacağını açıklamak maddeci değildir.

Üçüncüsü; sola, demokratlara ya da çeşitli örgütlenmelere yönelik baskılar toplumun doğrudan sorunu değildir. Kaldı ki hiçbir politik güç, baskısız koşullar altında mücadele tarif etmez. Planını buna göre yapmaz. Elbette ki baskıları meşrulaştıracak değiliz. Ancak meşrulaştırmamanın esas gereği, geri kalanların toplumun sorunları ile mücadelesini sürdürmesidir. O koşulların ve günlerin siyaseti neyse onun yapılmaya devam etmesidir. Bu açıdan baskılar da toplumun gerçek gündemi çerçevesinde örgütlenmesi ve toplumun siyasallaşması ile geriletilebilir. 

Toplumun gündemi nedir? Toplum kapitalizmin krizleri ile doğrudan muhatabı olarak ilgileniyor, şikayet ediyor hatta gırtlağına kadar geldiğini yer yer ortaya da koyuyor. Toplum şu kriz ardından gelecek işsizlik ile ilgileniyor. Açlıktan, yoksulluktan kendini kurtarmanın yollarını arıyor. Toplumların kendi çıkarlarını esas almasının etiğini konuşacak değiliz. Eğer biz toplumla bir şey yapmayı planlıyorsak uzmanların ya da sosyal medyanın değil, yalnız bırakılan milyonların gündeminin bayrağını yükseltiriz. Şu anda sol ise bu sorunu önce basın açıklamalarının içinde gündeme getiriyor, hemen ardından hızla bayrağını demokrasi mücadelesinde dalgalandırmaya başlıyor. Bu tutarlı kabul edilemez. 

Dördüncüsü; toplum anlatıldığı gibi sessiz sedasız yapılanları sineye çeker durumda da değil. Süregelen ekonomik krizin etkisi ile ne düzene ne iktidara hiç mi hiç güvenmiyor. Çıkarları gereği şu aşamada kendisini kurtarma düşüncesi nesneldir. Ama bu itirazları yaratıcı araç ve örgütlenmeler ile filizlendirmek sonuna kadar mümkün. Yalnızca solun başına gelenlerin açıklandığı bir siyasete toplumu davet etmek mümkün olamaz. Ayrıca kapitalizmin krizlerinin hep faşizm getireceğini düşünenlerin gündemine; biraz da krizlerin getireceği açlık, yoksulluk, işsizlik de girmelidir. Bunun sendikaların “demokrasi mücadelesi” anlatmasıyla olmayacağı da barizdir.

Tüm bunları tartışmaya açmaya, eleştirelliği yaşatmaya, bilimi en çok konuştuğumuz şu günlerde çok ihtiyaç var. Yoksa sosyalist olmamızın gereğini yerine getiremeyiz. Yine tarihin bize gösterdiği, çok anlaşmanın değil çok tartışmanın yollar açtığıdır.

Topluma salt iyilik anlatmak niyetinde değiliz. Gördükleri bu kötülüğün karşısında ne yapacağını düşünen milyonların, onlar için yapılacak siyasete ihtiyaçları var. Bolşevikler “baskılar bizi yıldıramaz” sloganıyla değil “ekmek, barış, toprak” sloganlarıyla yürüdüler devrime. Güçleri mi yeterliydi? Sayısal olarak üstünler miydi? Elbette hayır. Toplum onların başına gelenlere üzüldüğü için değil, onların siyasetleri kendi çıkarlarıyla daha çok örtüştüğü için onlara omuz verdi. İşte biz o en nadide ihtimalin arayışında, o en değerli ihtimalin yolundayız.

Uzunca bir zamandır krizin sonuçları üzerinden çalışmalar yürütüyoruz. Emekçi Hareket Partililer, köhnemiş sendikal bürokrasinin, diplomatik ittifakların, temsili mücadelenin manzarasını görüyor. Buna karşılık işçi sınıfı ürettiği her yerde, mücadelenin yeşil yaprakları çoktan açmış durumda. Dünyayı değiştirecek iddiayı kendimizde ve işçi sınıfında bulmamızın nesnel sebepleri kendini gösteriyor.

Tüm toplum kapitalizmin krizlerini sorguluyorsa, yine yeniden en baştan anlatacak çok yolumuz, örgütleyecek gücümüz var demektir. Biz o ihtimal için yollara çıkanlarız. Kapitalizm karşısında en karanlık günlerde bile küçük ihtimallerin peşine düşenler için şu günler derya denizdir. Bunun bilincinde olarak, yolumuzu açalım. 

Açlığın, yoksulluğun, işsizliğin düzeninden kurtulacağımız geleceğin, emek verenlerin yöneteceği günlerin önünü açalım.


Yazıyı daimadergi.net'de görmek için
buraya tıklayın.