İlk kez mi yenildik acaba? Muhalefet kime kızgın? Kim kazanma garantisi verdi? Kim köprüden önce son çıkış dedi? Sonuçlar neden bu hale geldi?
Seçim üzerine çok fazla değerlendirme yapıldı. AKP’nin kazanımı, CHP’nin Muharrem İnce ile mobilize oluşu ve yükselişi, HDP’nin baraj sorununun ortadan kalkışı, sandık güvenliğinde toplumun politize oluşu ve seferberliğinin olumluluklarına; bunları tek bir elde toplanıp yayınlanamayışın olumsuzluğuna sonuna kadar katılarak bu kısmı kısa geçiyorum.
Tarihin tekerrürü konusunda yanlış anlaşılma düzeyi o kadar yükseldi ki öngörüsüzlüklerin önünü alamaz hale geldik.
Her tarihsel dönemecin, bir öncekilerle aynı olması üzerine yol arayışı, ders olması gerekirken bir saplantıya dönüştü. Bu durum seçim sonuçlarından çıkan hayal kırıklığının büyük nedeni oldu.
Bu sorun, birçok seçeneğe hiç pay bırakılmadan hareket etme sorunu. Bütün kurguyu 16 Nisan’da olanlara göre ayarlamış olan sosyalistler, bu seçimde ilk hatada sendeledi, ne yapacağını bilemedi. Adil seçim sonuçlarının toplanamadığı andan itibaren sarsılma başladı.
Tarihin “aynen” tekerrür etmesine odaklandı, benzer şeylerin “aynen” olamayacağını hiç öngöremedi. Zaten tarih hiçbir zaman aynen tekerrür etmedi ki.
Bu sarsılış düzeyinin tek sebebi seçim sonuçlarının toplanamamış olması değil. Tüm seçim süreçlerini pas geçmek üzere hareket etmiş, seçim anına kadar her şeyi akışına bırakmış muhalefet cephesi ve özelinde sosyalistler için, olayları düzenlemek zaten mümkün değildi, mümkün olamadı.
Referandum gecesi gibi neden olmadı diye öfkelenen topluluğunun, neye öfkelendiğini inceleyelim.
Seçimlerden bağımsız politik süreç belirlenebileceğini sanmak
Son 5 yılda 6 seçimden geçtik, tümünü gözümüzün önünden geçirelim. Bütün seçimlerde muhalefetin parçası sosyalistlerle seçimlerin önemi üzerine tartışmamız ile geçmiş durumda. Referandum dışında, hiçbirinde sekmedi.
Ne zaman seçim gelse, “B” diye haykırarak klasik eylem tarzlarını çağıran soldan bahsediyorum. Sol seçim gerçekliğine, kendi kitleleri dahil toplumun yüzde 85’i seçime odaklandıktan çok sonra odaklanmaya odaklı.
24 Haziran seçimlerinde bu tartışmalar bitmiş gibi anlaşılabilir ama değil.
Seçim oldu herkes sonuç olarak katıldı. Ama bu seçimin erkene alınması sürpriz değildi, ve solun hazır olmayışına bu nedenle yanıt olamadı. Sol seçime hazır olabilirdi ama reddetti.
“OHAL’de seçim olmaz” demek, ne demekti? Seçimlere hazırlanmamıza gerek yok demekti.
Ne oldu? Baskın seçime hazırlıklı taraf AKP oldu.
Sol kendi istediği zaman kitleler gelsin istiyor. Sonra bu bekleyişe odaklanıyor, her şeyi buna göre kurgulamanın mümkün olduğunu sanıyor. “Geri kalan da nedir ki” diyebiliyor, toplum nereye gidiyor, hiç ilgilenmiyor.
Bu yaklaşımın benzer örneklerini birçok farklı süreçten hatırlayabiliriz. Örneğin Gezi direnişini yapıp o parktan çıkarıldıktan sonra yıldönümünde benzer bir ayaklanmayı beklemek benzer örnek. Ya da bütün yıl boyunca eylemlerimize “akmayan” kitlelerin, 1 Mayıs’ta Taksim’e “akacağını” düşünmek…
Burda sol için temelli sorun, her seferinde durumları kendisine göre düzenlerken, ne karşı tarafın hamlelerini ne de kendi yapacağı diğer hamleleri hesaba katmaması.
Seçim sürecini bırakıp sonrasına odaklanmak
AKP ile en az yarı yarıya durumda iken, kazanmasını hiç beklemiyorduk diyecek çıkılacağını sanmıyorum. Hele ki çalacaklarına bu kadar eminken. Ama nedense, oyları korumakla çok sınırlı ilgilenenenler, YSK önlerindeki eylemlere fazla önem atfettiler.
Burada sorun bu planı yapmak değil, sadece bu plana odaklanmak oldu. Bu, seçeneklerden sadece biriydi ve bir savaşta topun iki kez aynı yere düşme ihtimali gibi daha önce denenmiş olduğu için zayıf ihtimaldi.
Yani beklentiler hep referandum gecesi olanların olmasına tekrarlanmasına yönelikti.
E büyük boşluk, “çaldılar mı bilemiyoruz” halinde kalmak oldu. Sorun şu ki, işte o ana kadar olana yanıt üretememek, sonrasında odaklanan her konuyu da boşa düşürdü.
Oyların çalınmasına karşı yapılması gereken sadece eylem planı mıydı?
Bu seçimde hedeflenen çalma durumunu ortaya çıkaramamış olmanın rezaletini elbette başa yazıyorum. Fakat sorun çalma sonucunun tek bir eyleme odaklanması. CHP olası eylemleri durdursa bile, eylem çağrılarıyla herkesi sokaklara dökmeyi hesaba katanlar, CHP’nin oyları koruyamayacağını hesaba katmadılar, katmak da istemediler.
Hiçbir şey bir öncekinde öyle oldu diye, yine öyle olmazdı, bu seçimde de olmadı.
Hırsızlık olmasına karşı da solun tüm hazırlığı YSK önlerinde ve kent meydanlarında yapacağı eylemler oldu. Oyları korumak konusunda Seçim Süreci Meclisleri çok büyük emekler verdi, çabaladı. Ama kurulmasından itibaren halkımız güvenlik konusunda seferber olmasına rağmen sol bu kısımla sadece çağrı düzeyinde ilgilendi. CHP’nin Adil Seçim Platformu eliyle kitlelerin büyük seferberliği ile koruduğu sandıklardan sonuçları toplayamayan bürokratların kilitlenmesiyle adeta şok olundu.
Sandık güvenliği konusunda meclisler ve tüm toplum seferber iken sol sadece eylem mi yönetmeliydi? O tutanakların toplanmasında Seçim Süreci Meclisleri ya da benzer yapıların önü açılamaz mıydı? Olay sadece müşahit çağırmak değil, o bilgilerin toplanmasıydı da. Bu kısımda tek muhatap CHP olmamalıydı, başta HDP ve sosyalistler çalınacağı belli olan sandık güvenliğinde üzerine düşeni yapmalıydı.
Kaybetme olasılığına hiç cevap üretememek
Yenilgiyi yalnız bu seçime bahşetmek argüman tükenmesinden başka bir şey değildir.
Hüsran sadece kitlelerde de değil, bizzat muhalefetin örgütlü güçlerinde. Bu büyük olumsuzluk. Hiç girmek istemeyip, sadece ucundan tutup sonra seçimin kaybedilmesine yıkılmak büyük apolitizm.
Sosyalistler seçim süreçleriyle hiç ilgilenmezken, sonuca dair “aktif tutumuna” toplumdan karşılık beklemeye başlıyor.
Tarihten bugüne, çabaladığımız ama kaybettiğimiz çok oldu. Şimdiye kadarki büyük grevler de kaybedilebildi, büyük meydanları da terk etmek zorunda kaldığımız çok oldu. Yenilip yılmak için erken, hatta esas bu sefer yeni başlıyoruz. Çünkü sosyalistler seçime ancak adapte oldu.
Aslına bakarsak, 5 yılda olan 6 seçimden yalnızca birinde somut olarak kazandık. 7 Haziran’da. Tekrar düşünelim sol bu kadar seçim süreçlerinin hangisinde inisiyatif aldı ki, sonuçlar konusunda belirleyici olabilsin.
İşte orta sınıf ideolojinin hegemonyası örgütlü solu da böyle sarıp sarmalamış durumda. Bu ideolojinin ortalamasındaki muhalif kitleler de, bu ortalamanın altında kalmaktan başka bir şansa zaten sahip değiller.
İlk akla geleni konuşmak, ilk akla geleni yapmak, asgari disiplinden uzaklaşmak sonucunu görüyoruz. Seçim gecesi tam anlamıyla afallamakla karşı karşıya kalındı, 2 hafta oldu toparlama emaresi görmedik.
Diğer tüm değişkenlerin sabit kalacağına inanmak
Sol bütün planlarını “diğer tüm değişkenler sabit kalmak koşuluyla” hesap etmek üzere her seferinde bir öncekinin üzerine koyarak gideceğini düşünme felsefesine sahip. Fakat siyasette diğer tüm değişkenler sabit değil ve atak gücü elbette iktidar ve devlet bloğunda.
İktidar bloğuna baktığımızda da aynı kural geçerli elbette. Tek fark, aynısını yapmaya kalkmıyor. Mesela yaklaşık on kez beklediğimiz 7 Haziran-1 Kasım aralığındaki düzeyde savaş siyaseti kozunu tekrar kullanmıyor. Bu kullanmayacak anlamına gelmez fakat her düşüş eğiliminde yapmasını beklemek hatadır.
Oyları her seferinde aynı biçimde çalmıyor. Yeni gelişme Urfa örneğidir, mühürsüz oy değil. Yani çaldığına emin olmamız bize argüman vermiş olmuyor.
İlk duruma hazırlıklı olup, diğer değişkenlerle ilgilenmeden, şans hazır olmayana gülmeyecektir.
Yenilgi seçimle alakalı değil, tezlerin yenilgisidir
CHP için, Muharrem İnce elbette önemli bir çıkıştı, fakat bu, CHP’nin örgüt gerçekliğini değiştirmez. Seçim sonuçlarının toplanmamasında doğrudan sorumlu tarif edeceğimiz CHP görevlilerinin, bu hata payı baştan hesaba katılmalıydı. Bir sonraki seçimde buna odaklanacağımız kesindir, fakat sosyalistlerin tek yolu bu olmayacaktır.
Yani temelde anlatmaya çalıştığım, tarihin tekerrürü konusundan solun beklentisi, yanlış bir tutum almasına yol açıyor. Devrimciler için tarihten dersler çıkarmak, her süreci sadece bir öncekine benzetmek değildir. Tarih her konjonktürün durumuna göre şekillenir. Eğilimler, yaklaşımların benzer olması her seferinde aynısının olmasını getirmez. Hatta aynısının olması en zor ihtimaldir.
“Tarihte olaylar birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder.”
Kitleler her dakika meydanları doldurmaya hazır topluluklar olmadı ki hiçbir zaman.
Büyük ayaklanmalar çok az olan gelişmelerdir. En büyük grevler ne sonlarla karşılaştı, en büyük ayaklanmalarda ne kayıplar verildi? Yani tam yerleşik deyimiyle, tarih kanla yazılmış tarihtir.
Fakat şu an ortada olan tepki, ilk kayıplarda küsen orta sınıf ideolojisidir. Çıkıp da “hadi bakalım yeniden” diyen olamadı daha..
Şimdi kimse “hazır kıtalarının” aslında devrimi beklediğini anlatamayacak.
Bu bir kaybediş midir? Kaybediştir. Ama şimdiye kadar kaybettiklerimize bakınca hiçbir şeydir. Esas büyük kaybediş, sosyalistlerin çıkıp da “hadi bakalım” diyemeyişi olacaktır.
Rehavete zaman yoktur, seçimin erkene alınmasının açıklanmasını beklemeye gerek yoktur, kimseyi beklemeye de gerek yoktur. Yerel seçimler için harekete geçelim.