Öyle anlaşılıyor ki Erdoğan hayatını kaybeden askerlerle ilgili önemli bir bağlılık ve üzüntü hissetmiyor. Onları politik hamleler için kolayca tehlikeye atılabilecek varlıklar şeklinde görüyor. O sebeple, İdlib’te verilen kayıpların bilindiği vakitlerde, gayriihtiyari olarak bir konuyu gülerek anlatabildi.

Bu belki Moskova ile yaşanan gerilimde elinin önemli ölçüde rahatladığı yorumlarına imkân verebilirdi. Gelgelelim Rusya’yla yaşanan diplomatik felakete bakılacak olursa zemin hiç de öyle kuvvetli değilmiş. Örneğin ABD’nin somut bir desteği alınamamış İdlib harekâtı kapsamında.

İşin özünü söylemek gerekirse Erdoğan’ın rahatlamasına ve memnun olmasına yol açabilecek hiçbir gelişme olmamış. Erdoğan buna rağmen gülebilmiş. Hani denir ya “hiçbir sebep yokken” diye. Onun gibi.

Böyle bir insanla karşı karşıyayız.

Gülerken güçlü müymüş bari? Hayır değilmiş.

Gülmek istediği için gülmüş. Kendini kontrol edemediği için. Hatta buna ihtiyacı olduğu için.

Mao’nun sözündeki gibi bir “kâğıttan kaplanmış”.

“Omuz üzerinde baş kalmayacak” demesi lafı güzafmış.

*

“Masada olmak için sahada olmak gerekir” lafı yayıldı gitti AKP’li yöneticiler arasında. Sahayı da gerçek anlamı içinde ele alamadılar. Örnek vermek gerekirse hava sahasını kullanamıyor olmanın elverişsizliğine rağmen haddinden fazla açılmışlardı. Bu gerçek manada bir sahada olmak sayılmazdı.

Masa işine, bizimkilerin içi oldum olası ısınmamıştı aslına bakarsanız. Onu basit bir devamlılık ilişkisi içinde görüyorlardı. Kendilerine göre sahada ne kadar tank ve askeri teçhizat gösterebiliyorlarsa gösterdiler. Uzun uzadıya yollardan akan askeri konvoyları izledik. Bir düzine gözlem noktası da koyuvermişlerdi sınır kabul ettikleri yerlere.

Onlara göre sahaysa, saha tamamdı.

Neden sonra, masada muhteşem olacağız diye beklenirken onları bir masaya çağıran bile olmadığını fark ettiler. Masa işte bu kadar zor bir şeydi. Masa, yani strateji, yani politik-diplomatik akıl. Masada fırtına gibi eseceğim diye düşünürken masaya “gel” diyen olmamasının gerilimi kaplamıştı hepsini. Maalesef masaya bu bile dâhildi ama onlar bunu yeni öğreniyordu.

Saha demek “git gel Konya on saat” demek değil elbette. Sahanın işi lineer bir iş değil. Askeri gerçekleri yok kabul etmek değil. Bu açıdan enflasyonu, işsizliği ya da hakkını arayan Kürt halkının kimliğini yok saymaya benzemez.

Erdoğan, kötü haberlerin geldiği 27 Şubat öncesinden başlayarak Putin’le görüşme yapmaktan söz ediyordu. Buna karşılık Kremlin’in Basın Sözcüsü Dmitriy Peskov “Putin’in 5 Mart için başka planları var” açıklamasını yaptı. Pek oralı değildiler.

O nedenle Erdoğan Putin’le görüşmeye “Öncelikle kabulünüz için teşekkür ediyorum” diyerek başladı ve bunu konuşmasının sonunda tekrar söyledi.

36 askerin hayatını kaybetmesi üzerine Moskova’ya gidildi ve orada ifade edildi bu sözler. Buradan hareketle bu görüşmenin çok zor organize edildiği çıkarsamasını yapabiliriz. Masayı kuramamanın bütün zorlukları yaşandıktan sonra altı çizilerek yapılmış bir teşekkürdü bu.

Neredeyse masada kaybetmek olmayacakmış olay.

Masanın kendisini kaybetmek ihtimali yaşanmış.

Masa da masaymış meğer.

*

Sahada dümdüz, upuzun, lineer gittiler. Masada nasıldılar peki?

Orada daha beter öyleydiler.

Üç Rus yetkili görülüyordu görüşmede. Bizimkiler ise şöyle: Mevlüt Çavuşoğlu, Hulisi Akar, İbrahim Kalın, Hakan Fidan, Fahrettin Altun, Ömer Çelik, Yiğit Bulut ve Berat Albayrak. Damadı bile taşımışlar oraya.

Aynı konvoy halindeki askeri araçlar gibi. Ne kadar çok insan olursa o kadar ağırlığımız olur masada diye düşünüyorlar sanıyorum ki. Her yerde aynı düz kafa. Açılış törenlerinde kurdele kesmek için bazen yığılıyorlar ya, aynı onun gibi.

Ne var ki işe yaramadı. Sadece karışıklık yarattılar.

O kadar vücut dili dersleri, o kadar bacak bacak üstüne atma pozlarından sonra, el pençe divan bekleme şekline bürünmüş bekliyorlardı. Putin’in bir el hareketi sonrasında koşa koşa onunla tokalaşmaya gittiler. Bütün suçu bu adamlara yüklemeyeyim. Barack Obama da bir görüşme esnasında Davutoğlu'nu yanına bir parmak işaretiyle böyle çağırmış, o da hemen dosyasıyla bitivermişti onun yanında.

Keşke, devlette süreklilik esas olmasaydı bu konuda.