CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, DİSK Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmanın bir bölümünde şöyle demiş: “Karl Marks bir dönem ‘dünyanın bütün işçileri birleşin’ diyordu, 21. yüzyılda, otoriter rejimlerin güç kazandığı bir ortamda yeni bir söylemle ortaya çıkmak gerek. ‘Dünyanın bütün demokratları birleşin’ demeliyiz.”

Şaşırtıcı düzeyde özgüvenli. Bir anda, bir kelime oyunuyla çok büyük bir düşünce insanını aşıvermesi havasında. Yaptım oldu. “Olmadı mı yoksa?” kaygısı hiç yok.

Edip Cansever diyor ki: “Ah güzel Ahmet abim benim, insan yaşadığı yere benzer. O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.” Ah benim Kemal abim, sen de hafiften Erdoğan’a benziyorsun.

Hani o bağırıp duruyor ya “şunu şunu filancalardan öğrenecek değiliz” nakaratıyla. O da seni kendisine benzetmeye başlamış. Bu kez, Erdoğan yerine Kılıçdaroğlu “işçi sınıfını ve kimlerin birleşeceğini Marks’tan öğrenecek değiliz” demiş gibi oldu. Onun için de Hans’ın değil Hasan’ın ne dediği önemli gibi gözüküyor.

Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne aday olan ve dünyanın en önemli kültür varlıklarından biri olarak kabul edilen, Antalya’daki Aspendos Antik Tiyatrosu’nu restore etti. Tiyatronun oturakları ve merdivenleri koyu gri renkteyken restorasyon bembeyaz mermerle yapıldı. AKP’li yöneticilerin “Eyy Romalılar tiyatro yapmayı sizden öğrenecek değiliz” deyiverme ihtimali çok yüksek.

Bunun daha iddialı türleri de var elbette ki. Hepsinde ufak bir özne değişikliği yapılıyor, sonra tamam. Kılıçdaroğlu sanıyorum ki Marks’ın birkaç sözünü duymuştur sadece. Onlardan birini AKP’li tarzıyla restore etmeye kalkıştı.

Marks’ın daha uzun yazılarını okumuş olanlar, onu daha derinden düzeltmeye girişebiliyor. İşçiyi çıkarıp başka bir toplumsal özne yazabiliyorlar oraya. Kaşla göz arasında prestijli bir teori kazanıyorsunuz. Babasının kocaman ayakkabılarını giyen küçük çocuk gibi, Marks’la aşık atmış oluyorsunuz. Maddeci bir analizin şanını Marks’a bırakacak değiller herhalde.

Politik oluşumlar bunu bazen büyük bir saf kalplilikle yapar. Rusya’da 20. yüzyılın başında Narodnikler böyleydi. Marks’ın kurgusundaki merkezi öneme sahip “işçi sınıfı” kavramı yerine, “köylüler” kavramını yerleştiriyorlardı. Çünkü onlara göre Rusya’da Marks’ın sözünü ettiği değişimleri gerçekleştirecek kategori köylülüktü. Rusya başka memleketlere benzemezdi. Narodnikler devrimciydi ama bu konuda çok yanılmışlardı. O yanılgıyı tarih Lenin sayesinde düzeltti.

Lakin bu ikame etme sendromu hiç bitmedi. Herkes Marks’ın ileri sürdüğü kavramın yerine başka birini geçirmeyi hep denedi.

Örneğin bu coğrafyada, bu bahiste eleştirilecek yegâne kişi Kılıçdaroğlu değil. Çok bilinen bazı sol örgütler en ufak bir rahatsızlık hissetmeden işçi sınıfının yerine “yurtseverler”i koyabiliyor. Bunları zaman zaman kalabalık bile görebilirsiniz. Önemli toplantılarda çıkar konuşurlar, yurtseverliğin şanından şerefinden bahsederler. Hem de Marksist olmak adına, komünist olmak adına. Kimse yadırgamaz onları. Üstüne üstlük bütün bir felakete rağmen, komünist kabul edilirler. Gelgelelim Komünist Manifesto’da ne yazıldığını bilenler biliyor.

Tartışılması daha zor politik gruplar da var. Bu gruplar tuhaf bir şekilde eskiden ulusalcı-yurtsever diyerek eleştirdikleri kesimlere yaklaştılar. Diyelim ki onlar şimdi “dünyanın bütün anti-emperyalistleri birleşin” dese açıkça, bu daha zor bir tartışma olurdu. Yurtseverliğe oranla kapıyı anti-emperyalist olmaktan açanlar için söylüyorum bunu. Eski çamlar bardak olmuş ne yazık ki.

Avrupa solunda işçi sınıfı yerine, “çokluk” kavramını esas alalım diyenler yok mu? Var. Onlar da saygın bir konumdalar. Veyahut teknoloji şartları değiştirdi, işçi sınıfı yerine artık robotları ele alabiliriz diyenler.

Kılıçdaroğlu hadi yine Marks’ın bir kalıbını kullanıyor.

Türkiye’de solun önemli bir kısmı Marks’ın teorik sistemini kullanmaktan çok zamandır uzak düşmüş durumda. Onlara dikkatle bakacak olsak, sadece muhalif ya da öfkeli oldukları görebiliriz. Marksist değiller. Özellikle son dönem ülke koşullarında CHP’ye çok yaklaşmış bir vaziyetteler. Açıkça CHP’ye sempati duyuyorlar. Kayıtsız şartsız onun yanındalar. Çoktan varlıkları CHP’nin varlığına armağan oldu. Zaten özellikle bir kısmına sakin sakin sorsanız, kendilerini bir tür sol Kemalizmin kavramlarıyla anlatırlar. Ya da onun ortaya çıkarmış olduğu kurumlarla kendilerini ifade ederler.

Yani şunu söylemeliyim ki Kılıçdaroğlu’na çok kızabilecek bir halim yok. Kime ne diyeyim.

Meseleye belirgin bir kuramsal çerçeveden bakmayan genel muhalif insan topluluğu için Kılıçdaroğlu’na benzer bir şekilde düşünmek son derece olağan. Genelin bakış açısına göre de artık işçi sınıfının kritik tarihsel rolü diye bir boyut kalmadı. Yaklaşan gericilik dalgası karşısında bir parça demokrasi konumu edinebilirsek, gayet iyi sayılır.

Şöyle konuşmak yaygın: “Demokrasi olmayacak da işçi sınıfı bize ne yapacak? Zaten böyle iddialar Sovyetler Birliği’nde denendi ve başarılı olmadı. Biz şimdi demokrasi işimize bakalım bundan ötesi de ütopyadır ya da boştur.”

Belki bu biraz apolitik gibi gözükebilir. Ama bunun çok politik versiyonu “bu ülkede asıl verilmesi gereken mücadele, demokrasi mücadelesidir” der bize. İşçi sınıfının mücadelesinden bahsetmek, eski kafalılıktır. Kimliklerin tanındığı, biraz demokratik, biraz da refahtan payını alan bir rejim neyimize yetmez ki? Bulduk da bunuyor muyuz?

Hani bazen bir meslek grubuyla ilgili kırıcı bir söz sarf edilir ya. Diyelim ki sonra “şuncular ayaklandı” diye gazete başlıkları çıkar. Kılıçdaroğlu’nun bu “restorasyon” önerisinden sonra soldan pek ses çıkmayacak diye tahmin ediyorum. “Ne demiş ki adamcağız” gibi bir hava olacak. “Ben de biraz öyle düşünüyorum” lafı dolaşacak etrafta.

O nedenle Kılıçdaroğlu’na ve ona benzeyen sola, imkânlar elverdiğince itiraz yükseltiyor olacağım.

İşçi sınıfı yerine başka bir kavramı yerleştirmeyen biri olarak bu benim görevim sayılır.

Çıkarın, bozun, vurun bakalım.

O büyük şair, o güzel şiirinde şöyle diyor:

“Vurun ulan vurun, ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm, karnımda sözüm var”

Marks’ın paslı kılıcını üzerinde taşıyanlar, Ahmet Arif’in güzelim mısralarına bağlı kalanlar ve dövüşenler var bu memlekette.

Onların ve işçi sınıfının aşkına.