Kadınlar genelde yaptıkları işin en iyisini yapmaya gayret eder. Doğamız gereği, hormon ya da genlerimizden değil, tarihsel olarak ezilmemiz nedeniyle böyledir. Nerede olursak olalım; -işyerinde, sanatta, bilimde- erkekler de aranmayan yeterlilikler bizde arandığından kendimizi ancak böyle kabul ettirebildiğimizden buna mecbur bırakılırız. İşimizi iyi yapma alışkanlığımız, özen sorumluluğunu yerine getiren taraf olmamız, çoğu kez iyi de olur…

İşte o güzel pazar günü, Kadıköy Meydanı’nda #LasTesis dansını yaparken de aynen böyleydik. Şarkımızı düzgün söylemeye çalışıyor, özene bezene hareketleri tekrarlıyor, heyecanlanıyor, bizi görecek tüm kadın kardeşlerimize, coşkuyla buradayız diyorduk…

Dünya çapında yayılan Lübnan’dan Hindistan’a Amerika’ya, Avrupa’ya; tüm kıtalarda dalgalanan bayrağı ve o kadın arkadaşlarımızı görmüştük bir kere. Kadınların özgürce yaşadığı bir dünyanın bayrağıydı bu… Çok güzeldi, çok…

Ve elbette biz de dalgalandırdık o güzelim özgürlük bayrağını… Çok da güzel dalgalandırdık, tüm kadınlar birbirimizle gurur duyarak. Şimdi daha da güçlenmiş olarak yaşıyoruz.

Çünkü adı üzerinde; #LasTesis: “Tez” demek. İspanyolca’da sözcük anlamı bu. Bu kadar benimsenip yayılmasında kadınların toplumsal gerçeğini iyi anlatan bir fikri olması da var.  

Evet Şili’de yazılmış bir şarkının çeviri sözleri; bir sanat eseri sözleri gibi. Ama #LasTesis ile vücut bulan sadece performans değil, fikirlerimizdir. Bizi baskı altına almaya çalışan sistemi, kişileri, kurumları, kim varsa ifşa ederek şiddetsiz ve özgür yaşayabileceğimiz bir dünyanın dile gelişidir.

Elbette kadınlar muhakeme edecek, yaşadığı sorunları dile getirecek yetkililere seslenecek, çözüm arayacak. Bunu yapmayalım da ne yapalım? Ölelim mi?

Türkiye’de kadınlar, evlerinin kapısının önünde, evlerinin içinde, sokakta, olabilecek her yerde öldürülüyor, Ceren’in son bakışı aklımızdan çıkmıyorken.

Devletten, hakimlerden, savcılardan, kolluk kuvvetlerinden, başkanlardan, tüm yetkililer ve kamu görevlilerinden görevlerini yapmalarını istiyoruz. Hep yaptığımız gibi, şiddetten kurtulana kadar da yapacağımız gibi ve resmi olarak da birçok defa ihmallerin kabul edilip ikrar edildiği gibi; devlet görevini yeterli yapmıyor, kadınları korumuyor diyoruz. Tersi olsa Türkiye Polis Akademisi’nin resmi raporundaki yüzlerce kadın cinayeti olmazdı. Bunu demek marjinallik ise evet bunu diyoruz. Ayrıca Şilili arkadaşlarımız az bile söylemiş, Türkiye’de bu şarkıda “savcılar” da olması lazım. Şule Çet’in parmak izini bile almayan, Rabia Naz dosyasını aydınlatamayan, şüpheli ölümlerde yeterli delil toplamayan savcılar…

Bu ülkenin şehirlerinde her gün kadınların kanı akıyor.

Şiddet tehdidi altında yaşatmanın kendisi de bir şiddettir. Ülkenin yarısı her gün şiddet gölgesi altında yaşıyor. Bu yüzden devlet zan altındadır, kadın yurttaşlarını öldürülmekten korumasını istemek suç değildir. Ha, bunu dediğimiz için korkutulmak isteniyorsak bu şartlarda korkacak neyimiz kaldı? Şiddet altında yaşıyor, bunu dile getirdiğimizde şiddet görüyor, zaten öldürülüyorsak bıçak kemiğe çoktan dayandı. Vazgeçmeyeceğiz; durmayacağız, elbette devlete kadınları değil katilleri durdurun demeye devam edeceğiz.

Devlet, kadın cinayetlerini durdurmak zorundadır.