Türkiye’de kadın cinayetlerini durdurmak için verilen mücadele, kadınların hem özgürlük hem eşitlik mücadelesidir.

Çünkü kadınların hayatı, erkeklerin imtiyazına kalmış birşey değildir.

Kadınların hayatı, bir “şey”, bir “nesne”, bir “sayı” değildir. Erkekler kadar eşit haklara sahip olarak yaşanması gereken bir ömürdür.

Kadınların hayatı, üzerinde erkeklerin hak sahibi olduğu bir mülk değil, karar hakkının sadece kadının kendine ait olduğu, ömrü yetene kadar capcanlı yaşanması gereken bir hayattır.

Bu kadar temel doğruları, bu kadar basit mantıksal gerçekleri tekrar tekrar yazmak hicap verici, dahası bu ülkede haber dinleyen herkesin neden yazdığımı bilmesine rağmen, asıl bilmesi gerekenlerin hala bilmezden gelmesi daha hicap verici…

21. yüzyılda, dünyanın hiç değilse birçok bölgesinde yasalarda kadınların eşit hakları tanınmışken kadınların yaşam hakkını hatırlatmak utandırıyor ama asıl utanması gerekenler hala utanmıyor ise, mücadeleye devam…

2019 Ekim ayında bilebildiğimiz kadarıyla otuz altı kadın erkekler tarafından öldürüldü. Son yılların en yüksek kadın cinayeti oranlarının görüldüğü geçtiğimiz aylara göre azalma olması dışında, bizi teselli edecek birşey yok. Ve bunu tamamen mücadeleyle, kadın cinayetlerine karşı mücadelenin artık olağanüstü karakter kazanması, çok toplumsallaşmasıyla kazanmış durumdayız. Kadın cinayetlerini durdurmak için yıllardır verilen mücadeleyi toplum bağrına bastı, bu mücadelenin metotlarını geniş bir kamuoyu sahiplendi, benimsedi, kullanıyor. Bu ülkenin yurttaşları mücadeleye katılıyor, tam katılamayan elinden gelen katkıyı göstermek istiyor. Çalışmalara katılmak için başvuranların kendi ifadeleri de böyle; “yeter, elimden geleni yapmak istiyorum” diyorlar, mesela “ülkemizde politikanın kadınlar için duyarlılığı yok, bu yüzden ne gerekirse biz yapmalıyız” diyorlar, “artık korkarak yaşamak istemiyorum” diyor, diyor da diyor, konuşuyor, sessiz kalmıyor, kadınların hayatını sahipleniyor.

Gelinen bu noktada, kadın cinayetlerine karşı mücadele ve kullandığı metotlar, sorunu daha önce bu şekilde gündemine almayan birçok kadın örgütüne de örnek oluyor. Dava takipleri yayılıyor, hep birlikte takip edilen davalarla, eylemlerle işte sonuçta bu ay daha az sayıda kadının öldürülmesini, yani hayatta tutabildiğimiz kadınları kazanmış durumdayız.

Ama en çok da hak kaybına uğrayanların, öldürülen evladı için mücadele eden anne, babaların, öldürülen annesi, kız kardeşi için gencecik yaşında mücadeleyi öğrenen dal gibi gençlerin sayesinde bazı kadınların hayatını kurtarmış durumdayız.

Karşımızda çok yönlü bir mücadele var

Ortak çabamızla hayatta tutabildiğimiz kadınlar olabildiğine göre, demek ki bu yaptığımızı daha çok yapmalıyız. Ve karşımızda tek değil çok yönlü bir mücadele var:

- Hem kadınları korumayan kurumları çalıştırmak için mücadele,

- Bunu yaparken hem de kadınları kendi gücümüzle hayatta tutmak için mücadele,

- Hem üzerimizde egemenlik kurmak isteyen erkeklerle mücadele,

- Hem onları kayıran tüm sistemlerle mücadele,

- Hem de diyelim biz kurtulsak bile- cinsiyet eşitsizliğini yeniden üretecek en büyük eşitsizlik sistem kapitalizm ile sistem karşıtı mücadele vermek zorundayız. Bu mümkün de değil ama diyelim ki biz kadınlar ezilmekten kurtulduk ve insanlığın %99’unun, % 1 tarafından sömürüsü devam ediyor… Bu içimize siner mi? Bu bize yeter mi? Kadınlar buna minnet eylemez, bunu biliyorum.

Şunu da hep birlikte biliyoruz; şiddet dünyada da devam ediyor ama bizim memleketimizde şimdiye kadar hiç olmadığı kadar “normalleştiriliyor”.

Türkiye’de kadınların hayatının erkeklerin eline bırakılması, her düzeyde “normalleştirilmeye” çalışılıyor.

Bizi, şiddetin erkeklerin fıtratında olduğuna, kadınların fıtratının da itaat olduğuna inandırmak istiyorlar.

Ve bu noktada, aynı siyasal görüşte olalım ya da olmayalım, hiçbir kadın bu safsataya inanmıyor. Türkiye’de kadınlar hangi dünya görüşünde olursa olsun, dünyevi gerçeklerin farkında. Kadınlar kendi hayatlarına karar verecek tek merciinin kendileri olduğunun Batı’da da farkında, Ortadoğu’da da farkında…

Kadınların hayatını, erkeklerin imtiyazına bırakmayacağız

Kimse kadınların aklını küçümsemesin. Her kadın, kadınların herhangi bir bahaneyle, çocuklarının gözleri önünde öldürülebildiğinin ve bunun kendi hayatına yansımalarının farkında. Türkiye’de şu anda kadınlar, genel gidişatta yaşanan her düzeyde kuralsızlığın, keyfiliğin, ekonomik krizin kendi hayatında bedellerle ödediğinin farkında.

Bu kuralsız ve erkekleri cesaretlendiren iklimin, her profilde erkeği nasıl cesaretlendirdiğinin farkında.

Evde de farkında, işyerinde de farkında ve bundan kurtulmak istiyor, direniyor.

Şiddetten kurtulmak için boşanmak istiyor ya da Koton’da olduğu gibi işyerinde direniyor.

Şiddetin içimizdeki genlerle, hormonlarla ilgili olmadığını, öğrenilen birşey olduğunu ve denetimsizlikle büyüdüğünü kadınlar biliyor.

İşte iyi haber budur.

Kadınlar, şiddetin kaçınılmaz bir insanlık durumu değil, “insanlaşma yolunda aşılması gereken bir kavşak” olduğunu; bu müthiş psikanalitik gerçeği biliyorlar.

Butler, bir röportajında şiddeti şöyle tarif etmiş: “Şiddet, kadınların hayatını erkeklik hakkı olarak, erkeklerin imtiyazına kalmış bir şey olarak tanımlamaya bir teşebbüstür”.

Ne kadar isabetli bir ifade…

Türkiye’de ve evet dünyada da kadınlar her gün erkekler tarafından öldürülmeye devam ediyor. Bu bizi, dünyanın tüm kadınlarıyla daha da çok kardeş yapıyor, son yıllarda hiç olmadığı kadar birbirimizden öğreniyor, kuvvet alıyoruz. Ve tüm dünyada ve bu ülkede yükselen şiddete karşı, aynı oranda kadınların mücadelesi de yükseliyor.

Kendi ülkelerimizdeki kadın düşmanlığını yenmek için daha çok birleşmeliyiz, her zaman ihtiyacımız olan bir kadın enternasyonaline şimdi daha da çok ihtiyacımız var.

Son yıllarda, 25 Kasım Şiddetle Mücadelede Uluslararası Dayanışma Günü, uluslararası anlamına da daha çok kavuşuyor: Güney Amerika’lı kadınlardan yükselen “bir can daha eksilmeyeceğiz” kararlı mücadelesi, bizim topraklarımızda “Ölmek İstemiyoruz” ile buluşuyor, buradan Fransa’nın kalbi  Paris’e ulaşıyor, Louvre Müzesi’nden dünyaya yayılıyor…

Türkiye’de kadınların öldürüldüğünü dünya duyuyor ama bu ülkedeki asıl muhatapları duymuyor ise bu sene Türkiye’de 25 Kasım, artık dünyaya mal olmuş olan “Ölmek İstemiyoruz” yılıdır.

Yaşadıklarımız birbirine benziyor, Arjantin’de, İspanya’da, İran’da, Fransa’da…Birbirimizle bağlar kuruyoruz; işte bu yüzden de feminizm bireysel bir kurtuluş projesi değildir, olamaz. Kuşkusuz her birey, her kadın biriciktir ama karşımızda bizi ezen güçlü bir birlik var, biz de birlik olmak zorundayız.

Bu 25 Kasım’da nasıl da yenilmez bir birlik olduğumuzu;

Dünyanın bütün ülkelerinde,

Var olan ve belki varlığının henüz farkında olmadığımız tüm gücümüzle,

Tüm şehirlerin tüm meydanlarında gösterebilirsek,

Şiddetten kurtulduğumuz bir hayata doğru adım atacağız.

Mirabel kardeşler, bizi görecek, o güzel gülüşleriyle el sallayacak...