Katı olan her şey buharlaştı. Neo-liberalizm kendi suretinden bir dünya yarattı.
Katılıktan hiç hoşlanmayanlar, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler diyen liberaller. Buyrunuz. Çok arzu ettiğiniz ilişkiler aleminin tezahürü gözlerinizin önünde. Tam doğadaki gibi kuralsız. İplerinden boşanmış ve esnek.

İnsanların yaşam hakkı, sağlık hakkı ya da eğitim hakkı olduğunu söylediğinizde, güçlü olan kazanır der geçilirdi. Doğada da güçlü olan zayıfı avlıyor, ne var bunda? Güçlü olan istediğini yapar, deniliyordu.

Sağcılar, toplumsal sorunları meşru göstermek için biyoloji alanından örnekler vermeyi de çok sever. Bir de AKP’lilerin delicesine sarıldıkları “ülke sosyolojisi” kavramı var. Yani sabit, değişmez hususlar. Değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Neden? Çünkü “ülke sosyolojisi”. Hiçbir şeyin değişmemesi, gökten zembille inmiş olması. AKP camiasını mest eden varsayımlar.

Trump, vahşi doğadaki güçlünün diliyle bir mektup yazdı Erdoğan’a şimdi.
Haklı olarak bir gram nezaket duygusu olanlar isyan ediyor.
Eyy AKP’liler, hoş geldiniz “Amerika ve Trump” sosyolojisine!

*

“İyi bir anlaşma için çalışalım”  diye giriş yapmış. Çok itici bir pazarlık başlangıcı. Olmamalı değil mi? Evet, olmamalı. Peki, bu tür konularda Erdoğan ne der? “Gel kazan kazan yapalım” der. Ekonomi alanından ödünç aldığı tabirle. Bir danışmanından duyduğunda çok beğenmiş zannedersem. Şimdilerde herkese kaybettirme peşinde olduğu için bıraktı.

Her şeyi pazarlık konusu etmeyi pek seven Erdoğan, Trump’ın andığı Brunson’la ilgili ne diyordu hatırlar mıyız? Diyordu ki “ver papazı al papazı”. Trump da onun dediğini yaptı sonuç olarak. Yalnızca elindeki papazı vermedi.

*

Sonra “Türkiye’nin ekonomisini mahvetmekten sorumlu olmak istemiyorum ve ederim de” diyor. Tehdit değil mi? Kabul edilemez elbette. Bu size hiç tanıdık geliyor mu acaba?

Erdoğan mülteciler konusundan söyle diyor: “Türkiye bu 4 milyon mültecinin yüküne nasıl katlanacak? Kusura bakmasınlar, oldu oldu, olmadı kapıları açmaktan başka çare yok. Hep biz mi düşüneceğiz, biraz da onlar düşünsün.” Demek ki bizim ülkemizin temsilcisinin de sicili pek parlak değil.

Trump’ın bu mektubuna son derece öfkelenen Fatih Portakal beyefendi bunu hiç sorun etmiyor.

Bu toprakların kadim kültürünün bir sözü var “kusura bakma”.
Erdoğan “kusura bakma” sözünü bir kere bile gerçek anlamında kullanmadı. Bir kere bile şu halka ya da halkın bir kesimine “kusura bakmayın” demedi. Kusura bakmayın kelimelerini sadece bizi tehdit ederken ya da bizimle alay ederken kullandı.

Artık o kadar yerleşik bir hale geldi ki bu tavır, ortalama AKP yöneticisi bile insanları tehdit ederken aynı ifadeyi kullanıyor. “Kusura bakmayın” diyerek hepimizi sayısız kere tehdit ettiler ve hepimizle alay ettiler. Yazık hem de çok yazık.

Gelgelelim, Trump’ın üslubunu kaba bulanlar bunu hiç sorun etmiyor.

Tabi ki yahu “sıkıntı yok”.

*

Ne diyor başka? Açıktan açığa Erdoğan’a “aptal olma” diyor.
Olacak iş değil. İnsan hasmına karşı bile böyle konuşmamalı. Medeniyet bunu gerektirir. Bu kelimeyi AKP’lilerin yaptığı gibi sadece “dinimiz” manasında kullanmıyorum. Gerçekten medeniyet demek niyetindeyim.

Bu hususta Erdoğan Trump’la karşılaştırılabilir mi? Bence karşılaştırılabilir.
Erdoğan, çok yakın zamanda Irak Başbakanı İbadi’ye çok sinirlendiğinde şöyle seslendi: “Sen benim zaten muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, kıratımda değilsin, kalitemde değilsin. Irak’tan senin bağırman çağırman bizim için hiç de önemli değil, biz bildiğimizi okuyacağız, bunu böyle bilesin. Kim bu? Irak’ın Başbakanı. Önce haddini bil.”

Nasıl? Hiç de yenilir yutulur cinsten değil. İşte bu sözleri bizim ülkemizin cumhurbaşkanı komşu ülkenin başbakanına saydı. Hani denir ya saydırdı diye. Kelimenin tam anlamıyla saydırdı.

Trump’dan aşağı kalmış mı? Görülüyor ki kalmamış. Hatta Trump’ın “harika ve eşsiz bilgeliğim” temasını bile kapsamış ve aşmış diyebiliriz.

Katip arzuhâlim yaz böyle böyle.