Cinayeti kör bir balıkçı görmedi bu sefer, 10 yaşında bir kız çocuğu gördü.

Annesinin, babası tarafından öldürüldüğünü gördü. Babasına “yapma” diyemedi korkusundan, annesine “gitme” dedi…

Bu sefer, görülmek istenmeyeni; örtülmek isteneni; çözüm yolu ortada duruyorken adım atılmayan kadın cinayetleri gerçeğini, bir başkası daha gördü ve sonra herkese gösterdi…

Ve bu sefer “hepiniz oradaydınız”. Tıpkı Özgecan’ın can verdiği minibüste, o dönemde kadın haklarına saldıran herkesin olduğu gibi, Emine Bulut’un bu kadar hoyrat bir şiddet ile öldürülmesinde, kadınların şiddetten kurtuldukları bir hayat kurmak için yanında olan yasal güvencelere saldıran herkesin sorumluluğu var.

Çözüm yolu olan İstanbul Sözleşmesi yanı başımızda duruyor iken, onu sahiplenip uygulamak yerine tartışmalı hale getirenler,

Türkiye’nin imzasını çekmesini gündem edenler,

Kadınların hayatta kalmak için can simidi olan 6284 sayılı Koruma Kanunu’nu hedef haline getirenler,

Türkiye’de kadınlar boşanma süreçlerinde öldürülüyorken, bu süreci kadınlar için zorlaştırmaya çalışanlar, nafaka hakkına el uzatanlar,

Hepiniz oradaydınız. 10 yaşındaki kız çocuğunun vebali, en çok sizin üzerinizdedir.

Emine Bulut’un “ölmek istemiyorum” diyen sesi, şimdiye kadar öldürülen tüm kadınların sesi elbette. Ama bu sefer duyulması, son anların izlenmesi, kadın cinayetlerinin geldiği noktayı tüm Türkiye’nin gözleri önüne serdi. O kamera kaydının alınması bile tesadüf değildi, bu pervasız erkek zulmünün geldiği noktaya toplumun tahammülünün kalmamasının bir sonucuydu.

Cinayet ise, İstanbul Sözleşmesi’ne: çözüme saldırının bir sonucudur.

Bir sorunun çözümüne böyle saldırırsanız, sorunu büyütür ve sizi de yakan hale getirirsiniz işte. Kadın cinayetleri hepimizi yakıyor. Farklı dünya görüşlerimiz olabilir ama kadınların çocukları önünde böyle can vermelerine kimse göz yumamaz, burada farklı düşünemeyiz.

Aksi halde dün yetkililerin vurgu yaptığı “ahlaki değerler” hiç kalmamış demektir. Bir toplum olabilme yetimizi kaybederiz.

Emine Bulut’u kaybetmemizle yükselen tepki, bizim asla iyi bir toplum olmaktan vazgeçmeyeceğimizi gösteriyor ve tek iyi şey budur. Bu bakımdan da tıpkı Özgecan’ı kaybettiğimiz zamanki gibi bir atmosfer yaşıyoruz; her kuşaktan kadın “artık yeter, ben de çalışmalara katılmak istiyorum” diyerek mücadeleye katılıyor. Kadınlarla dayanışmak isteyen erkekler “ne yapabilirim” diye soruyor.

Ümit veren budur.

Ahlaka, kültüre gönderme yaparak açıklama yapan yetkililerin asıl bu toplumunu görmesi gerekir. Türkiye toplumunda insanlık ölmedi, işte “yeri göğü inleten” bir çözüm arayışı var. Bu toplum İstanbul Sözleşmesi’ni de öğrenecek, uygulatacak, koruma kanunu da sahiplenecek, soracak, asla hesap sormaktan vazgeçmeyecek.

Çözüm yolu ortada duruyor ve uygulanmıyorken kimsenin ona sırt çevirmeye de hakkı yok.

Ahlaka ve kültüre gönderme yaparak açıklama yapan yetkililerin şunları bilmesi gerekir;

Eğer erkeklerin kadınları bu kadar hoyratça öldürebilir hale geldiği ahlaki bir sorun var ise, bunu dile getiren yetkiliye “peki biz buraya nasıl geldik?” diye sorarlar, cevaplaması gerekir. Eğer kültürel kodlarda olumsuzluk var ise; “değiştirmek için ne yaptınız” diye sorarlar, göstermeleri gerekir.

Ayrıca İstanbul Sözleşmesi Türkiye Denetleme Raporu’ndaki en önemli konu budur; tüm yetkililerin şiddeti gelenekle, kültür ile açıklamanın yasak olduğunu ve böyle yapanlara tavizsiz davranması gerektiğini bilmesi gerekir. Değil kendileri böyle konuşmak, kimseyi gelenek diye konuşturmamak zorundalar.

Çünkü Emine Bulut’un katilinin “namusum için öldürdüm” diyebilmesine yol açan tam da budur.

Çünkü kadın cinayetleri her konuşulduğunda, “kültür”, “zihniyet”, “eğitim”, ahlak” diyerek başı sonu belirsiz, kimin ne görevi yapacağı belirsiz, sorunun ne zaman çözüleceği belirsiz hale getirerek çözümsüz bırakmak tam da budur.

 

Hayır, çözüm var. Sapasağlam kale gibi İstanbul Sözleşmesi,
-Şiddetin en baştan önlendiği bir toplum yaratmanın,
-Şiddet tehditi varsa, kadınları ve çocukları etkin korumanın,
-Ola ki bir zarar meydana geldiyse etkili kovuşturma ve cezalandırmanın,
-Ve tüm toplumu güçlendirmek anlamına gelen kadınları güçlendirecek politikaların yollarını, tek tek, madde madde, somut kurumlara somut görevler vererek aktarıyor.

Bugün “ölmek istemiyorum” un anlamı, kadınların şiddetten kurtulduğu bir hayata kavuşmalarının yolu “İstanbul Sözleşmesi” dir.

Kadınlar daha az ne isteyebilir?

Ölmek istememek bile fazla mı geliyor birilerine?

İşte o zaman da sorarlar; çözüm yoluna saldıran ya da saldıranı koruyan ya da adım atmayan her kimse, ona sorarlar; “öldürmek mi istiyorsunuz”?