Urfa’daki Müşterek Harekât Merkezi’nde Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen güvenli bölgenin planları konuşuluyor. Türkiye ve ABD ikilisi yapıyor bunu.
Tam bu esnada Suriye ordusu, Rusya’nın hava desteğiyle aşağıdan İdlib’e girdi. Kuzeydeki Han Şeyhun’un alınmasıyla Türkiye’nin askeri gözlem noktası artık çevrelenmiş durumda.
Egemen bir devletin sınırları içindeki bir şehir için olması gereken normal olaylar cereyan ediyor. Suriye devleti katliamcı çetelere bırakmıyor topraklarını. Ne beklenebilirdi ki?
Hem ABD’yi hem de Rusya’yı kandıracağım, diyebilenler vardı.
Hadi kandır da görelim.
Ağır silahlar kullanan sivillere yazık oluyor de.
Rejim gaddar, kafa kesen, insan yakan çeteler iyi de.
Onlar ılımlı muhalif de.
Astana’da abuk sabuk el kol bağlantılarıyla fotoğraf ver.
Git bir paket daha S-400 al.
İki paket S-400’le İdlib’e ilerleyişi durdur.
Bush’un “ne yapsın çocuk almak zorunda kaldı” demesinden medet um.
Aldık yine alırız de.
Osmanlı Sultanlığı’nı genişletiyoruz de.
Sayın Putin’le Salı günü son ayrılık görüşmeni yap.
Şimdi otur yerine. Tekrar Rus uçağı düşürmeye kalkma.
Ne oldu?
Taşlar yerli yerine oturmaya başladı.
Algı denilen şey saçmalıktır. Gerçekler kendini gösteriyor.
Sayın Bush’la, sayın Putin’le görüşmenin bir anlamı yoktur. Bunlar güzel konuşmayla yönlendirilebilecek unsurlar değildir. Ülkelerin, dünyanın gerçekleri mevcuttur. Onlar işler. Herşey onların üzerine yükselir. Kimse öteki ülkeyi iki haftadan fazla kandıramaz.
Akıl vardır, mantık vardır.
Attığınız bir adım sizi mantıki sonuçlarına ulaştırır.
Akıl ve mantık yoktur, bizim hariciyenin gül yüzü vardır propagandası bitti artık.
Rüzgar böyle eser balta böyle keserse Erdoğan aldığı S-400 cihazını kara toprağa gömer. 2,5 milyar doların üzerine de bir bardak milli içeceğimizden içer.
*
Benim solcu arkadaşlarım “solcular çok bölünüyor” diye konuşmayı pek sever. Onlara göre sağ bölünmemektedir. Çok hayrandırlar buna. Ah biz de böyle olsak ya diye hayıflanırlar. Tam ortaçağ kafası. Hepimiz mahallenin en güzel abisine bayılalım. O söylesin biz dinleyelim. Bir ömür böyle geçsin. Tartışmayalım asla. Lütfen polemik yapmayalım. İnanmayacaksınız toplantılarda şöyle bir laf var “karşılıklı konuşmayalım”. İnsan aydınlık bir topluluktan ne bekler? “Karşılıklı konuşun” denmesini değil mi? Yok, öyle değil işte. Aslında insanların kafasına mutlak monolog tamamen işlediği için, bir tür diyoloğu olumlu dahi bulamıyor.
Peki sağ nasıl?
Sağ elbetteki bizden daha beter. Onlar bu olaya bodoslama “nifak” diyor zaten. Doğal gelişim seyri içinde bir tartışmalı durum olamaz onlara göre. Eğer bir şey tartışılıyorsa bu kötüdür ve bir dış mihrak tarafından hasıl edilmiştir. Partinin dışı, ülkenin dışı fark etmez. Dış yani, iç değil.
Ben mi uyduruyorum bunları? Her zaman şüphelenmekte fayda var. Sadece benden değil ama her şeyden. Nifak lafı hatırlayacak olursak AKP-cemaat ayrılığı esnasında en çok duyulur hale geldi. Onlara göre aralarında bir sorun yoktu ve olamazdı. Birileri nifak sokmaya çalışıyordu. İş nereye vardı? Birisi ötekisine askeri darbe yapmaya kalkıştı, ötekisi yakaladıklarını işkenceden geçirdi. Bölünmek ne kelime. Darbe tarafında yer alıp ölenlere mezar yeri verilmedi.
Bugün ne var gündemde?
AKP’den ayrılanlar iki ayrı parti kuruyor. Bir değil iki.
Erdoğan bu sefer buna nifak demedi. Direkt hainlik dedi. Şimdi iş “terörü destekleme”ye varıyor.
Davutoğlu ne diyor?
“Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa bizi bugün eleştirenler insan yüzüne çıkamaz. Neden mi? İleride bir gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman en kritik dönemlerden biri 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönem olacaktır.”
Bölünmenin seviyesine bakınız.
Bir film vardı eskiden “Atları Da Vururlar” diye.
Onu gibi işte, sağ da bölünür. Hem de nasıl bölünür.