Türkiye yargı sisteminin kadınlara nasıl bir ayrımcılık ve adaletsizlik uyguladığını birçok dava örneğinde görmüştük. Ceza indirimleri ile erkeklerin nasıl kayırıldığını, öldürüldüğümüzde bile failin değil biz kadınların yargılandığı mahkeme salonlarında, yıllardır neler duyduk, neler gördük.
Ama böylesini görmemiştik: Bu hafta bir hukuk fakültesinde, bir hukuk hocasının, kendi odasında, öğrencisi yani hukuk okuyan bir erkek tarafından öldürüldüğü davada sanık ifade değiştirdi.
Ceren’in hayatını kaybetme şekli akademide kadınların yaşadığı ayrımcılığın bir sembolü haline gelirken ona sadece “eğitim şehidi” diyerek konuyu kapatmaya, cinsiyet bağını örtmeye çalışan bir yaklaşım da vardı. Kopya çekerken yakaladığı erkek öğrenci hakkında yapması gereken işlem, öldürülmesine bahane olmuştu…
Kadın cinayeti için öne sürülen bin bir çeşit bahaneye bir de bu eklenmişti. Nitekim sanık tutuklandığında ilk ifadesinde bunu itiraf ederek büyük bir soğukkanlılıkla cinayeti nasıl işlediğini ayrıntılarıyla anlattı. Olaylar bir hukuk fakültesinde geçiyor, gelecekte adaleti ellerine teslim alacaklardan olan bu öğrenci de hocasının bir adaletsizliği görmezden gelmesini istiyor, istediği olmayınca da hem ateşli silah hem kesici alet, bıçak kullanarak hunharca o hocanın canını alabiliyordu…
Çünkü Ceren kadındı, gençti, bir erkek hoca olsa yapılamayacak her şey yapılabilirdi…
Türkiye’de şiddet gören büyük kadın nüfusunun en büyük oranını genç kadınlar oluşturuyor. Türkiye’de işsiz kadınların, çalışmak istediği halde çalışamayanların da en büyük oranını genç kadınlar oluşturuyor ve bu tesadüf değil.
Böylesi bir skandalın yaşandığı Çankaya Üniversitesi ise kadınların gördüğü şiddet karşısında tutum almak yerine cinayeti neredeyse “iletişim sorunu” olarak gören, cinsiyet eşitsizliği gerçeğini örten bir açıklama yaptı.
Sonra ne oldu? Sanığın tutuklanırken verdiği ifadeyi değiştirip sırf indirim almak için öldürdüğü hocası hakkında atıp tutmasıyla örtülmeye çalışılan toplumsal cinsiyet bağı ortaya çıktı. Çok alçak, densiz, hadsiz biçimde de olsa bu sanığın kadın cinayetlerinde indirim alınmasını sağlayacak temeldeki yeni ifadesi, Ceren’in hayatını kaybetmesinde akademideki “toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin” rolünü kanıtlıyor durumda.
Bu kadar acayip bir gerçeği de artık kimse örtemez: Bir hukuk öğrencisi derslerde öğrene öğrene bunu öğrenmiş; öldürdüğü hukuk hocası hakkında indirim alabilmek için ardından istediği gibi konuşabilmeyi…Yazıklar olsun. Bu nasıl bir rezalettir? Bu nasıl bir hukuk eğitimidir? Bu nasıl bir yargıdır?
Ceren Damar’ın yakınları, onu defnederken “ders olsun, bir daha olmasın” diyordu. Cenaze ders olamadıysa bari bu ifade ders olsun. Öncelikle kadın cinayetlerini önlemek üzere 6284 Koruma Kanunu, İstanbul Sözleşmesi tam olarak uygulansın. Ola ki bir kadın zarar gördüyse erkeklere ödül gibi dağıtılan indirimlere bir son verilsin. Daha büyük hangi rezaleti bekleyeceğiz?
Fakat Türkiye’de başka birçok durumda olduğu gibi yargıda bu iklimle çelişen kadınlar lehine kararlar da var. Ceren Damar davasında sanığın böyle konuşmaya cüret etmesini sağlayan kadın düşmanlığıyla yüklü adalet ortamında, bu hafta Yargıtay kadın dostu sayılabilecek bir adım attı. Herhangi bir işte çalışmayan ev kadınının trafik kazasında hayatını kaybetmesi nedeniyle hükmedilen "destekten yoksun kalma tazminatının" hesaplanmasında kadının asgari ücretli olarak kabul edilmesi gerektiğine karar verdi. Tazminat, kadının asgari ücret düzeyinde gelir elde edeceği kabul edilerek hesaplandı. Zararın hesaplanmasında dikkate alınan asgari ücretin, bir çalışmanın karşılığı değil ekonomik değer taşıyan yaşamsal faaliyetlerin sürdürülmesinin karşılığı olduğu belirtilen bu karar, görünmeyen kadın emeğini ve kadın işsizliğini görünür kılması bakımından önemli.
Birincisi; kadınların karşılıksız harcadığı ev içi emek ile ilgili söylenecek çok söz var ama çok kaba bir gösterge bile durumu açıklıyor: Türkiye’de TÜİK “zaman kullanım” anketine göre ev işlerine erkekler 53 dakika, kadınlar 4 saat 35 dakika ayırıyor.
İkincisi “ev işiyle meşgul” olmak zorunda bırakılıp işgücü verilerinin dışında tutulan kadınların birçoğu gerçekte çalışmak istiyor ama iş bulamıyor. TÜİK kadınların işsizlik gerçeğini örtüyor, oranları manipüle ediyor. Çünkü işsizlik hesaplanırken resmi verilerin kullandığı “iş aramak” ölçütünden daha anlamlı olan “çalışmak istemek” ölçütüdür ve gerçek işsizliği bulmak için bu kullanılmalıdır. Genişletilmiş işsizlik tanımında, bunun yanı sıra “cesareti kırılmış olanlar”, “iş aramadığı halde çalışmak isteyenler”, “tam zamanlı çalışmak isteyip de iş bulamadığı için kısmi zamanlı çalışmak zorunda kalanlar” da hesaba dahil ediliyor. Böyle hesaplarsak oluşan sonuç, kamera karşısında gençler ve kadınlar için “iş beğenmiyorlar” diye atıp tutanların ne kadar boş konuştuğunu da ortaya çıkarıyor.
Dahası genişletilmiş işsizlik tanımına göre yapılan hesaplarda, işsizlik oranlarında kadınlarla erkekler arasındaki fark, resmi hesaplardakinden çok daha büyük. Özellikle de genç ve daha da büyük bir felaket olarak üniversite mezunu kadınlarda bu fark büyüyor. Şiddetin en çok eğitimli genç kadınlara yönelmesi de bu yüzden tesadüf değil.
Sonuçta; genç, yaşlı, her kuşaktan kadın, asgari ücreti çoktan hak edecek kadar ev içinde emek veriyoruz. Ya da en azından asgari ücretle çalışmayı hak edecek kadar iş istiyoruz, çalışmak istiyoruz.
Yani yargıtayın bu kararı zaten çoktan hak ettiğimizdir, alın terimizdir, çoktandır olması gerekendir. Devletten haklarımızın teslimini öldükten sonra değil yaşıyorken istiyoruz. Keşke bu karar, kazada ölen kadın kardeşimiz hayattayken de akıl edilebilseydi.
Türkiye’de kadınların ekonomik şartları buyken açlık sınırı asgari ücreti geçmiş ve milyonlarca kadının asgari ücret kadar bile geliri yok iken, bir de nafaka hakkımızla oynamaya çalışıyorlar ya… Onlara artık diyecek söz bulamıyorum.