Sera gazı emisyonu seviyesi böyle devam edecek olursa deniz seviyesi yükselecek. Deniz kıyılarını içine alarak ortadan kaldırmış olacak. Buna genel olarak küresel ısınmanın sonuçları deniyor.

İnsan “küresel ısınma” ifadesini duyunca “iyi soğuk yerler biraz ısınsın” aldanışına kapılıyor bir an. Böylesi büyük tarihsel felaket için fazlasıyla sevimli bir adlandırma.

Erdoğan, gazete ve televizyon kanallarının genel yayın yönetmenleri, bazı yazar ve akademisyenlerle Vahdettin Köşkü'nde bir araya geldi. S-400 konusunda çeşitli açıklamalarda bulundu.

Bunlardan biri şöyle:
“Ortaya çıkan tablo, Türkiye'nin S-400 hava savunma sistemi tedarikinin tamamen kendi toprakları içinde ve bölgesinde barışı koruma amaçlı olduğunu göstermektedir. Biz, S-400'leri alarak savaşa hazırlanmıyoruz. Barışı ve kendi milli güvenliğimizi garanti altına almaya çalışıyoruz. Savunma sanayimizi geliştirmeye yönelik diğer tüm atılımlarımızın da amacı budur.”
Şu tatlı tatlı izah düzeyine bakınız.
Nedir çok beğenilecek kavramlar? Savunma, güvenlik ve hatta barış. Savunmamız biraz daha güçlense fena mı olur? Kendimizi güvende hissederiz. Bu da barışı da yaratır.

İkinci bir açıklama şu:
“Hiç uzağa gitmeye gerek yok. Şöyle, çeyrek asır önce Bosna Hersek ve Kuveyt, daha yakın tarihte Irak, Suriye, Ukrayna, Yemen, Katar meseleleri, İsrail'in bölgedeki yayılmacılığının yol açtığı sorunlar, güçlü olunmadığında nasıl bir sonuçla karşılaşılacağına işaret ediyor.”
Kötü olan ne burada? Bölgedeki yayılmacılık. Kim bölgedeki yayılmacı? İsrail.
Eğer sistematik düşüneceksek lütfen bunu unutmayalım. Üstelik ben söylemiyorum. Doğrudan doğruya Erdoğan söylüyor: “Bölgesel yayılmacılık kötüdür ve birçok ülkede kıyımlara neden oldu.”

İsrail çıkıp “ben de savunma için, güvenlik için ve hatta barış için yapıyorum bunları” dese muteber kabul eden olur mu? Olmaz. Türkiye’deki ortalama bir ABD ve İsrail karşıtı hatta bunu komik bulur. Peki bizim savunma, güvenlik ve barıştan bahsederek bölgesel yayılmacılığa yönelmemiz neden kabul görsün?
Türkiye’de antiemperyalist ve doğal olarak yayılmacılık karşıtı olan herkese en üst perdeden sormuş olayım bunu.

Bu mevhumu en veciz bir şekilde 2006’da DYP eski Genel Başkanı Mehmet Ağar "bu sınırlar milletin gönlüne dar geliyor” diyerek ortaya koymuştu. Kendi şimdi biraz kenarlarda kalsa da fikri tam teşekküllü olarak iktidarda.

Şöyle mi söylenecek: İsrail’in yayılmacılığı kötü bizimkisi iyidir.
Mahkemelerde ne diyorlar, “sanığa başka sorum yok”.

Küresel ısınma gibi. “Biraz yayılsak fena mı olur?” diye düşünmek refleksi yaşanabilir. İşte o bölgesel savaşlar, kan ve gözyaşı demektir.

Açıklamadan bir başka bölüm şöyle:
“Rejimin daha önce Halep, Hama, Dera gibi yerlerde yaptığı katliamların, İdlib Bölgesi’nde de tekrarlanmasının önüne geçmek için Rusya ve İran ile üçlü bir mekanizma oluşturduk. Sahada Rusya ile yoğun işbirliği halinde İdlib'deki durumu stabil hale getirdik. Her ne kadar rejim sürekli ateşkesi ihlal ediyor olsa da İdlib'in güvenliğini sağlama konusunda Rusya ile anlayış birliğini koruyoruz.”
Rejim diye bahsettiği yer Suriye. İdlib Suriye’nin bir vilayeti. Bizimkiler güvenliği sağlamak için oraya gitmiş ve yerleşmiş, sorun çıkarıyor diye Suriye devletini suçluyor. Stabil hale getirdik dediği; tanka, uçağa roket atabilen cihatçı grupların sürekliliğini sağlamak.

Ah felek zalim felek!

İstanbul’da bir A4 kâğıdına yazılı basın açıklamasını okumak isteyenler terörist ama İdlib’de roketle dolaşanlar “ılımlı muhalif” oluyor ve stabil hale getirilmeye çalışılanlar bunlar.
Rejim, akıl almaz bir şekilde sorun çıkarıyorken “Rusya ile anlayış birliği korunuyor.”
İşte şimdi anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi.
İdlib’deki durumun stabil sürmesi için Rusya ile anlayış birliğinin stabil sürmesi gerekiyor, tabii ki. Onun stabil sürmesi içinde S400’ün her zorluğa rağmen tedarik edilmesi lazım. Yoksa bütün yayılmacı zincir bozulur.

Görüldüğü gibi Erdoğan aslında lafı fazla dolandırmıyor. Açık açık söylüyor.

Basın mensuplarıyla toplantıdan son bölüm şu:
“Pençe ve Pençe-2 Harekatları şu anda başarıyla devam ediyor. Temennimiz odur ki başaramayacaklar. Böylece Fırat'ın doğusunda kökleştirmeye çalıştıkları terör koridorunun doğu ucunu da kapatmış olacağız.”
“Terör koridoru” denilen bölge Suriye ve Irak’ın kuzeyi. Yani ağırlıklı olarak Kürt toplumunun yaşadığı bölge. İnsanlara kafa kesme düzeyinde şiddet uygulayan cihatçılara yönelik dikkatle kaçınılan terörist ifadesi o bölgedeki politik ve silahlı güçlere karşı gani gani kullanılıyor. O bölgede yaşayan Kürtlerin Suriye devletiyle kendi idari konularını görüşmeleri hiç tartışmasız “terör koridoru faaliyeti” kapsamında sayılıyor.

Öyle vahim bir tablo ki bir Kürt kendisiyle ilgili bir sorunu Türkiye’deki hükümet ile görüşemez. Hadi onu etraflı bir şekilde anladık. Ancak aynı şekilde Suriye’deki bir Kürt, Suriye devletiyle de görüşemez tutumu nasıl mümkün olabiliyor?

Bütün bu tutarsızlıkları tutarlı gibi göstermek için Suriye ve Irak’ın kuzeyinde müdahalelerde bulunmak lazım.
Onun için de Rusya ile anlayış birliği içinde olmak lazım.
Onun için de S-400’leri almak lazım.

Hakan Öztürk'ün 13 Temmuz 2019'da yayımlanan bir önceki yazısını okumak için buraya tıklayınız.