S-400 hava savunma sisteminin neden mi alınması gerekiyor?
İdlib’i Rusya’dan korumak için.
Peki 2,5 milyar dolar bunun için ziyan edilir mi?
İktisatçı Asaf Savaş Akat’ın şöyle bir hesap yapma tarzı var. Ekonomik gelişim seyrini gözlemleyerek mealen şöyle diyor: “Türkiye’nin yıllık 50 milyar dolar civarında cari açığı olur. Bu demektir ki ülke haftada bir milyar dolar açık veriyor. Sonuç olarak her hafta için bir milyar dolar bulunması lazım”
S-400’ün maliyeti nedir? 2,5 milyar dolar. Yani iki buçuk haftalık bir mesele.
Erdoğan’ın önüne bu hesabı açıklayan bir pusula konulduysa bu konu için iki buçuk saniye dahi kararsız kalmamıştır. Ne der? Alın aleti en uygun bölgede kara toprağa gömün, der.

Dikkatinizi çekmek isterim. Bu kişi ülkeyi 453 milyar dolarlık dış borca sokan bir insan. 453 milyar doların yanında iki buçuk milyar, bozuk paradır sadece. O da bozuk para olarak harcanır.

Erdoğan’ın S-400 kriziyle ilgili tek yapması gereken iş, alıp bir kenara koyması. Sonra İdlib ve ona bağlı olarak Ortadoğu’yla ilgili hamaset yüklü nutuklara devam. Dostlar fetih seferinde görsün, zannetsin. Osmanlının ayağı üzengide gerek. İki buçuk milyar dolara cihan devleti görünümü.

*

Kurnazlığından çok korkulan AKP’nin kapasitesi bu işte.
Her yerde herkesi kandırabiliyorum zihniyeti.
Algı operasyonu yapılıyor diye hep şikayet ediyorlar ya. Aslında AKP’lilerin neredeyse aşık oldukları bir yöntem bu. Yapabilseler bütün dünyayı her saniye bir “algı operasyonu”na sokabilirler. Onlara göre gerçekliğin hiçbir önemi yok, önemli olan bir algı yaratmak. Öyle sanılmasını sağlamak. Bunda en ufak bir sorun görmüyorlar.

Materyalist felsefiyi esas alanlar somut maddi koşullar üzerinden düşünür. İdealistler içinse durum tam tersidir. Onlara göre bilinçtir kritik olan. Yani insan algısı. Ben idealist felsefeyi işlemek konusunda AKP’liler kadar çalışkan bir topluluk görmedim. Her kelimeleri idealizm. Bu düşünüş tarzını bu derecede popüler bir tarzda ele alabildikleri için ortaçağ kilisesi tarafından katiyen ödüllendirilmeleri gerekir.

Siyasal İslamcıların anlatmayı çok sevdikleri bir hikaye var:
Bedevi, çölde devesiyle giderken az ilerde “su, su" diye inleyen birisine rastlamış. Su vermek için tam yanına vardığında, o cansız adam bedevinin devesine atlayıp kaçmaya başlamış. Hırsız uzaklaşırken bedevi arkasından “sakın bu yaptığını kimseye anlatma” diyerek sürekli bağırıyormuş. Böyle söylemesi hırsızın kafasına takılmış. Geri dönüp bedevinin yanına gelerek “neden bunu kimseye anlatma diye bağırıyorsun?” demiş. “Eğer anlatırsan” demiş bedevi, “bu her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde susuz kalmış birisine su vermezler.”

Susuzum denilip devenin kapılması şu anki hakim zihniyet tarafından büyük bir başarı olarak görülüyor. Hatta sol bile bunda büyük bir zeka pırıltısı bulabiliyor. Oysaki gerçekleşen toplumda birikmiş etik geleneğin yağmalanmasıdır ve çok uzun süre yağmalanamayacaktır.

Algı yaratmanın ömrü az olur.

Radikal sağ kendine iyi örnek olarak bedeviyi göstermek istiyor. Sonuç ne? Susuzum diyerek eşi benzeri görülmemiş deve kapmacılığı. Atı alanın Üsküdar’ı geçişi.

Artık şu koca, şu güzel toplum kimin susuz bedevi kimin deve meraklısı olduğunu çok iyi biliyor.

Bir ekolün susuzluk iddiasına inanan kalmadı. Susuzluk algısı yaratılamıyor. Yaratılamayacak.

Haddizatında çölde çırpınan bedevi sosyalistlerdir. Onlar gerçek susuzları korumak için, onlar adına savaşır. Toplumun genel çıkarını ancak onlar savunur.

*

Atı alıp Üsküdar’ı geçmek yok. Üsküdar’ı hak edenler geçecek, uyanıklık yapanlar değil.
Gelgelelim çok uzun yılların atı-deveyi kapma alışkanlığıyla karşı karşıyayız. Bundan kolay kolay vazgeçilmeyecektir. Dikkat kesilmek sorumluluğunda olmalıyız.

AKP’nin yarattığı baskıcılıkla uğraşmak özel ve incelikli bir görevdir ama hayat bundan ibaret değildir.
Rejim şöyle düzenlenecek, böyle düzenlenecek ve en sonunda üretilen artı değer sofrasının başına oturulacaktır. Mesele budur.
O sofrada AKP en sağdaysa, İmamoğlu da patronların soluna oturacaktır sadece.

Emek verenler ekmeklerini savunmak üzere kaderleriyle başbaşadır.
Hiçbir rejim düzenlemesi, emek verenlerin temeldeki meselesini çözüyor olamaz. Kıdem tazminatına göz dikilen onlardır. Ücreti enflasyonla eritilenler onlardır. Uzun sürelerde çalıştırılanlar onlardır. Sendikasız, sigortasız, kuralsız ve hiçbir güvencesi olmadan emeğini ortaya koyanlar onlardır.

AKP’den kurtulmak ve işçi sınıfına bir yol açmak gerekir. Bu İmamoğlu’yla olmaz.

Onlar susuz değil. Onlarınki susuzluk rolü.

Susuz olan, dudakları kuruyan, bağrı yanan tarihsel olarak işçi sınıfıdır.

Tek çözüm, emek verenlerin yönetimi için kolları sıvamaktır.