Bir ilçe belediye başkanı; yasama-yürütmeye-yargıya hakim, ekonominin idaresine hakim, medyanın çoğuna hakim, ordunun bir kısmına hakim koca bir cumhurbaşkanını yendi. Hem de nasıl yenmek. İkinci turda yüzde dokuz fark atarak.

Demek ki güç, akıllı bir siyaseti kolayca yenemezmiş. Hatta akıllı siyaset, gücü hiç ummadığı zamanda alt etmeyi başarabilirmiş. Sosyal medya kartpostallarında artık daha fazla üzülüp durmayalım.

Demek ki iktidar kaybedebileceği seçimlere girmek zorunda kalırmış. Hatta büyük bir tarihsel şaşkınlıkla o seçimi kendi elleriyle hazırlarmış.

*

Oy blokları hareket eder miymiş etmez miymiş?

Etti işte. Daha da edecek gibi. Biraz da artık böyle söylemeyi hikmet kabul eden arkadaşların kafalarındaki sabit kurgular hareket etsin.

Yerel yönetimleri AKP kaybetti de sanki işçi sınıfı iktidara mı geldi? Gelmedi elbette. Lakin çok istediğimiz için işçi sınıfının iktidara tez vakitte ve kolay geleceğini sanmak büyük naiflik.

Tarihte genelde işçi sınıfının başından çok maceralar geçtikten sonra iktidara geldiği gözleniyor. O kadar kestirme zafer yok. Çok efkârlandığımız için oligarşi yıkılmaz. Sade neferler olarak sadelikle mücadele etmeliyiz.

*

Demek ki AKP seçmenleri bir sınıf değilmiş.
Meğer onlar da bizim sınıftanmış. Emek verenlermiş, alt gelir grubundan insanlarmış, ayın sonunu getiremeyenlermiş, iki yakası bir araya gelmeyenlermiş.

Demek ki onlar “İmamoğlu bu ülkenin evladı değil mi, başka ülkeden mi geldi, bir kere de ona verilsin idare” diyebiliyorlarmış.

Demek ki AKP seçmeni bizim halkımızmış. Uğruna ölümlere gidip geldiğimiz. Haksızlığı kabul etmiyormuş en sonunda. “Gayruk yeter” diyebiliyormuş.

*

Erdoğan, bir törende yaptığı konuşmada şöyle dedi:
“Ben İstanbul’un yönetimine talip olduğumda, İstanbul için yüreği yanan, bir şeyler yapmak isteyen, sorunların çözümü için projesi olan tek aday bizdik. Bu şehir bizim kara kaşımıza, kara gözümüze meftun olduğu için değil kendisine en iyi hizmeti vereceğimiz inancıyla belediye başkanı yaptı.”

İnanç kimliğine en aşırı düzeyde çağrı yapan ve kimliğine oy isteyen, bu anlamıyla görülmemiş kimlik siyasetçisi Erdoğan “kara kaşım kara gözüm için oy istemedim” demeye çalışıyor.
Kendisi “proje” sahibiymiş meğer. Biz kadrini kıymetini bilememişiz.

Erdoğan bile kimlik siyaseti yapan biri gibi gözükmek istemiyor. Proje sahibi, vizyon sahibi, politik program sahibi gibi ileri sürüyor kendisini. Kendisini doğru yapan insan katına böyle çıkarmaya çalışıyor. Ama en azından sorunun farkında. Özendiği nitelik güzel.

Ya biz, yani radikal sol?

Biz insanları kara kaşımıza kara gözümüze davet etme hatasına düşüyor muyuz acaba?

*

Kültürel kimlik kutuplaşmasından çıkıp siyasal saflaşmaya gidilebiliyormuş meğer.
Kendi kültürel kimliğini çok bastırmayınca karşındaki insan-toplum da öyle yapamıyormuş demek ki.

İmamoğlu ve Demirtaş bunu yapabildi. Ama ne yalan söyleyeyim benim radikal soldan ümidim yok bu konuda. Onların şanlı kültürel-siyasal kimlik anlatımları (kendimi onların kimliğine ait görmeme rağmen) beni bile yoruyor. Değil onların bu tutumunu değiştirebilmek, böyle bir mevhumun olduğunu bile anlatabileceğimden umudumu kesmek üzereyim artık.

Olur da görüşemezsek, ölür de konuşamazsak, ben sizi çok sevdim, beni unutun ama ne olur bunu bir kere düşünün.