Yine İstanbul için seçim vaktindeyiz. Bir türlü geçemediğimiz “seçimden sonra” bu sefer geçeceğimiz umuduyla gidip oy kullanacağız. Ve elbette bu haliyle yaşanılmaz hale gelen, “ihanet edilen” bu güzelim şehrin kaderini değiştireceğiz.

Şehirlerin kaderi değişebilir. Değişmelidir de. Biz bu şehirlerde öldürülüyor, her tür hak gaspına uğruyorken İstanbul da değişmelidir, kadınların kaderi de değişmelidir.

Sadece İstanbul değil, Türkiye’nin bütün şehirleri ve sadece kadınlar için değil, başta çocuklar olmak üzere tüm toplum için değişmelidir.

Çocuk parklarında çocuklar istismar edilebiliyor, yollarda şehirlerarası otobüslerden indirilip sürüklenerek kadınlar kaçırılabiliyorken; bu parklar, bu yollar, her yer değişmek zorunda. Öyle otoyol yapmakla olmuyor işte, o yollarda koruma altındaki kadınlara zulmediliyor. Ankara’dan Mersin’e sığınma evine gitmeye çalışan Kadriye Çavuş’un, bu iki metropolü bağlayan anayolda, güpegündüz bindiği otobüsten indirilerek kaçırılması büyük bir skandaldır. Ve sorumluları sadece kaçıran ailesi değil, korunma altındayken onu korumakla yükümlü görevliler değil; boşanmaya çalışan kadınları, kadınların nafaka ve diğer kazanılmış haklarını sürekli hedef haline getiren herkestir.

Dünyanın ve kadınların değişimini kabul etmeyen buna ayak direyenlerdir. Ve bütün bunlar elbette değişmelidir, değiştirebiliriz. İstanbul’u da, iktidarı da, erkekleri de, dünyayı da değiştirebiliriz.

Son yerel seçimlerde blok blok oyların nasıl da değişebildiğini gördük. Hemen olmasa da yıllar içinde art arda yaşadığımız bütün seçimlerde kendi dinamiğiyle kendi hızıyla kıpırdayan taşlar -şimdi ekonomik kriz, içeride ve dışarıda vahim gidişat, hiçbir şeyin iyiye değil her şeyin kötüye gidişi ile- daha önce görülmediği kadar hareket halinde.

İstanbul’un, ülkenin, toplumun ve kadınların kaderinin sadece daha kötüye gitmemesi için değil gerçekten iyiye gitmesi için imkan var. Bu imkanı değerlendirmek için ise sadece daha çok mücadele değil kadınların gerçek ihtiyaçlarının farkında olan bir mücadele hattı, kadın siyaseti gerekiyor.

Kadınların yaşadığı şehrin gündemine, ülkenin gündemine, hem emeğiyle hem önermesiyle girmesi mümkündür ve bunun örnekleri var. Örneğin Kadın Meclisleri’nin ülke genelinde bir süredir yaptığını, şimdi Çorum’dan Kıbrıs’a, Giresun Eynesil’den Üniversite Kadın Meclisleri’ne ayrı ayrı şehirlerde, okullarda tecrübe ediyor.

Son dönemde Çorum Kadın Meclisleri’nin bir yandan kadınları ve çocukları yalnız bırakmazken öte yandan çözüm öneren mücadelesi iyi bir örnek. Nitekim geçen hafta çocuk istismarına karşı kadınların kararlı mücadelesi sonucu, savcılık açıklama yapmak zorunda kaldı. Çorum Kadın Meclisi konuyu burada da bırakmayıp, bu açıklamayı da değerlendirip süreci sonuna kadar kararlılıkla takip edeceğini açıklaması ayrıca yine iyi bir örnek oluşturuyor. İşte görüldüğü gibi mücadele ettikçe kazanabiliyoruz, etmediğimiz sürece hiçbir şey değişmiyor.

Evet kadın cinayetleri durmadı, çocuklar örselenmeye devam ediyor ve bunun arkasında yatan gerçek siyasal-yapısal nedenler var. Ama bu yapıları da değiştirmek mümkün ve nitekim kadınlar da tam bir eşitlik ve özgürlüğe kavuşana kadar durmamakta kararlı.

Peki bu kararlılığın kim ne kadar farkında?

Geçtiğimiz günlerde İstanbul adaylarının ortak programında -eşit olmamakla birlikte- iki adayın da tümüyle farkında olmadıkları söylenebilir.

Türkiye’de kadınların başlıca sorunu şiddet ve işsizlikken ve bunun kökeninde “ev işiyle meşgul” diye milyonlarca kadının çalışma hayatından sürgün edilip ekonomik bağımsızlığının gasp edilmesi yatıyorken Binali Yıldırım kadınları sadece “ev kadını” olarak görmekte ya da tek sorunu “kreş” olarak görmekte ısrarlı. Gerçi kreş vaadi, gençlere sunulan internet vaadinden daha işlevsel olsa da Ekrem İmamoğlu’nun da dediği gibi “tek mesele kreş değil”.

Kadınlar bu şehirlerde öldürülmemek, çalışmak, yönetmek ve istediği gibi yaşamak istiyor. Bu noktada da İmamoğlu’nun belediyenin kamusal alanları için söyledikleri talihsiz oldu.

Çünkü bu şehirlerde kadınlar kıyafetleri bahane edilerek, yaşam tarzlarına karışılarak şiddet görüyor. Toplumun tıpkı kutuplaşmayı kıracak kucaklamaya ihtiyacı olduğu kadar, kadınların tecrit edilmeyip topluma güvenle karışacağı sosyalliğe ihtiyaç var. Kucaklaşma sadece siyasal kutuplar için değil toplumdaki tüm cinsel kimlikler için gerekli.

Ve kadınlar kararlı; kızlı erkekli havuzlar da olacak, Onur Yürüyüşleri de...