Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının, kadınların yaşadığı şiddet ve çocuk istismarı ile mücadelede önemli rolleri var. Nitekim kadınlar, her fırsatta tüm görevlileri olduğu gibi sağlık çalışanlarını da etik ve yasal sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyor. Bu hem toplumsal sorumluluk hem de sağlık çalışanı kadınların kendileri de şiddetin hedefi olabiliyor. Maalesef kadın cinayeti ile hayatını kaybeden çok sayıda doktor, hemşire, sağlık çalışanı kadın var.
Ancak daha vahim olanı, sağlık çalışanları şiddetin faili de olabiliyorlar. Geçen hafta Diyarbakır’da erkek doktorun avukat olan karısını öldürmesiyle bu acı gerçeği bir kez daha tecrübe ettik. Ne zaman şiddet sorununun çözümünü konuşsak “eğitim şart” diyen klişe öneri de bir kez daha çöktü.
Ne tıp eğitimi ne hukuk eğitimi kar etmeyebiliyordu işte. Daha önce avukat erkeğin de kadın cinayeti işleyebildiğini görmüştük. Bir eğitimden söz edilecekse o toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi olmalıdır. Elbette çocukluktan itibaren verilmesi şarttır ancak bu orta ve uzun vadede etkili olacağından şu anda can mücadelesi veren kadınlar için siyaset şart, koruma kanununun uygulanması iradesi şart, İstanbul Sözleşmesi şart. Çözüm için gerekli irade gösterilmediği sürece haklarımızı koruması gereken görevliler, kurumlar, o adliyeler bizim için kıyafetimize karışma cüretine dahi dönüşüyor işte. Biz sokakta, ulaşım araçlarında, kamusal alanlarda kıyafetimize karışılmasına karşı oldukça güçlü bir mücadele veriyor ve hakkımızı o adliyeler aracılığı ile arıyorken orada yaşanan rezalete bakın…
Ancak bu rezalet de diğer hepsi gibi tesadüf değil; Türkiye’de avukat dahi olsanız kadınlar korunmuyor, öldürülebiliyor olduğu için avukat kadının etek boyuna da karışabiliriz diye düşünüyorlar. Diyarbakır’da Müzeyyen Boylu son dönemde erkek şiddetiyle hayatını kaybeden üçüncü avukattı. Ardından İstanbul Adliyesi’nde hakim Mehmet Yoylu’nun avukat Tuğçe Çetin’in etek boyuna karışmaya çalıştı, tesadüf değildi.
Etik mi, etek mi?
Aslında tam da “Yargıda Reform” paketi açıklanıp “etik” ilkelerden söz edildiği ortamda bir hakimin “etekten” söz etmesi Adalet Bakanlığı için bile uygun değildi. Ve başta Tuğçe Çetin arkadaşımız olmak üzere kadınların, avukatların, İstanbul Barosu’nun canlı mücadelesi ile de olması gereken oldu; hakim görevden alındı. İyi oldu ama Türkiye adliyelerinde hakimlerin önündeki dosyaya bakmak yerine kadınların etek boylarına baktıkları gerçeği de o adliyelerde yaşadığımız binbir çeşit hak ihlaline eklendi.
Biz aynı mekanlarda hakkımızı arıyor, o yargı görevlilerinden adalet bekliyoruz.
Öldürüldüğümüzde, evladımızın şüpheli ölümünde gerçeği ararken, yaralandığımızda, taciz edildiğimizde, cinsel saldırıya uğradığımızda, hayatta kalmak için şiddete başvurmak zorunda kaldığımızda, boşanmaya çalışırken, nafaka hakkımızı kullanmaya çalışırken biz bu yargıdan adalet bekliyoruz.
Elbette ki bu yargıda reform şart. Ancak kadınlar başta olmak üzere tüm toplum “hak, hukuk, adalet” isterken ve kadınların nafaka hakkına bile göz dikilmişken, şüpheli çocuk ölümleri bile örtülmeye çalışılır Rabia Naz hala bize bakıyorken yargıda makyaj değil gerçek bir reform şart.
Açıklanan reform paketinde birçok madde içinde “adalete erişim kolaylaştırılacak”, “hak ve özgürlükler güçlendirilecek” diyorlar. O halde bu maddelerin kadınların en temel hakları olan nafakaya bile el uzatılırken nasıl yerine getirileceğine açıklık getirilmesi şart. Hakkımızı almak için amansız bir mücadele vermemiz gereken, sürekli erkekleri kayıran adalet ortamında kadınların korunacağına ikna olmamız şart.
Nafaka ve ötesi
Kadınların yargıda gerçek bir reform olacağına inanabilmesi için öncelikle kadınların boşanmaya çalışılırken öldürüldüğü ortamda İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması, boşanma süreçlerinde kadınların güçlendirilmesini içermesi gerekir. Paketin nafaka hakkımıza göz diken gündemdeki önerileri içermemesi olumlu olmakla birlikte, “arabuluculuk” önermesi benzer biçimde kadınların özerkliğine zarar verebilir. Ayrıca nafaka konusunun yeniden gündeme gelmeyeceğinden emin olamadığımız için tümüyle geri çekildiğinin açıklanması şart.
Kadınların haksız yere nafaka aldığı yalanıyla ortaya konulan o taslaklar, gerçeği çarpıtarak tam bir adaletsizlik doğuruyor. Geçen hafta sonu İstanbul Barosu konuyla ilgili düzenlediği çalıştay ve sonuç metni, bu gerçekleri çok açık, çok isabetli biçimde ortaya koydu. Daha önce Ankara ve İzmir Barosu’nun da yaptığı gibi tüm kadınlar yararına önemli bir iş yapan Kadın Hakları Merkezi ve emek veren herkesin eline sağlık...
Sonuç metni, güncel iddialara çok etraflı biçimde cevap veriyor. Medeni Kanun’da yoksulluk nafakası verilmesinin koşulları, nafakanın sona ermesi, kaldırılması veya indirilmesi şartları belirlenmiş olup hakimler her dosyada kanunun öngördüğü kriterleri esas alarak değerlendirme yapıyor olduklarından bu konuda yeni bir yasal düzenlemeye ihtiyaç yok. Ayrıca yoksulluk nafakasının süresiz olmasının Anayasa’ya aykırı olmadığı Anayasa Mahkemesi tarafından daha önce defalarca hükme bağlanmış, yargıtay yerleşmiş kararları da yoksulluk nafakasının süresiz olması gereğini ortaya koymuş durumda.
Ayrıca çalıştay, “Nafakayla başlayan ilk adım olabilir. Ardından çocuk yaşta evliliklerin serbest bırakılması, tecavüzcüyle evlendirilmenin yasal hale getirilmesi, kadının boşanma ve miras hakkının ve yasal mal rejiminin tartışmaya açılması, düğünde takılan altınların kadının kişisel malı olarak kabul edilmemesi, 6284 sayılı yasada değişiklik ve İstanbul Sözleşmesi’ne çekince koyma ve aile hukukunda arabuluculuk konularıyla devam edebilir…” öngörüsünde bulunmuştu. Şimdi Yargı Reform Paketi, tam da bu öngörüyü doğrulayarak “arabuluculuk” önerisine yer verdi.
Fakat hiç şüphesiz, kadın hareketi de kazandığı hakların geri alınmasına asla izin vermeyecek.
Hiçbir kadın kardeşlerimizi içinde şiddet olan bir evliliğe katlanmak zorunda bırakmayacağız.