Toplumlar maceraperest değildir.
Kazanabilmeye yakın olduğu kavgalara girer.
Ekim Devrimi’ni yapan toplum da öyleydi, bizim toplumumuz da öyle. O nedenle bir hamlede AKP’yi neden tamamen yenemedik diye hayıflanmanın ve kendi toplumuna kızmanın âlemi yok.
Aslına bakılırsa AKP yerel seçimlerde yaşadığı başarısızlık üzerine tahmin edilenden fazla sarsılmış durumda. Sadece büyük şehirleri kaybettikleri aşamada geldikleri vaziyet bu. Dayanıksız çıktıkları dahi net bir şekilde söylenebilir. Muhalefetin hücum edebilmesi için büyük çatlaklar ve imkânlar ortaya çıktı.
Bunları neden söylüyorum? “Yok yok daha da kötüye gider bu iş, sağ hâkim olur” tutumu sol cenahta hala çok kabul gördüğü için. Böyle olamaz ve olmayacaktır.
Erdoğan “şu ana kadar sustum” diyor seçimlerle ilgili. Hâlbuki konuşmuştu. Millet ittifakı dedi, kızgın demiri soğutmaktan bahsetti. O bunlardan bahsederken linç girişimi devreye girdi. En son söz olarak “dalgalandım da duruldum” demeye çalışıyor. Sözüm ona bunlar yaşanırken sadece “sustu”. Hayır susmadı. Dalgalandı, kararsız kaldı, çok yönlü güçlerin zorlayıcı etkisini yaşadı. Sustum demesi, karasız kalmış olduğunun üstünü örtmek içindir. Karizmatik başkan kararsız kalmış olmaktan utanıyor.
Bir solcu “karasızdı ama karar verdi, şimdi bizi mahvedecek” diye mi düşünmeli? Hayır, kararsızlık yaşaması onun gücünü kaybettiğini gösteriyor. Bu sadece karar verebilmiş olmakla düzeltilecek bir gidişat değil. Yapısal sorunlara toslamış durumda.
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu işçi-işveren uyuşmazlıklarında dava şartı olan beş yıllık zaman aşımı süresi “çok uzun” diye tutturuyor. Başkan, herkesin gözü önünde Erdoğan’a bu kadar bastırabilme cesaretini bulabiliyor. Erdoğan ise “bunun yerinin bu konuşma olmadığını” söyleyerek sıyrılıyor bu zorlamadan. Bir de burjuvazi korkak derler.
Güçler ayrılığı hiç iyi durumda değil. Bütün güçler Erdoğan’a tabi kılınmaya çalışılıyor. Yargı bağımlı, meclis bağımlı, basın-yayım organları bağımlı. Tek bir anayasal kuruluş bağımsız, o da MHP. Erdoğan Türkiye ittifakından bahsediyor, Bahçeli hemen çıkıp “bizim ittifakımız cumhurladır” diye cevap veriyor. Sonraki zamanlarda Erdoğan’ın Türkiye ittifakı konusundan dikkatle geri durduğunu izliyoruz.
Hem Davutoğlu hem de Abdullah Gül grubu kendi yollarını çizmek üzere harekete geçiyorlar. Bu iş böyle gitmez yollu açıklamaları birbirini izliyor. Erdoğan buna karşılık ne yapabildi? Cumhurbaşkanlığı resmi sitesinden Gül’ün kişisel internet sitesine verilen linki kaldırdı. Ne hareket.
Böyle olmuyordu ama şimdi oluyor. Onu anlatmaya çalışıyorum.
Ya ekonomi.
Ya doların durumu.
Ya Suriye seferleri.
Ya dünya çapındaki askeri-politik bloklarla ilişkiler.
Hepsi berbat durumda.
İstanbul seçimlerini iptal etse dahi durumu kurtaramıyor. Sene 2015 değil, 2019. Erdoğan’ın yaratmaya çalıştığı bütün efsaneler birer birer çöktü.
O neredeyse Tanrı tarafından seçilmiş olduğuna inandırmaya çalışıyordu toplumu. Gel gör ki yerel seçimlerde sade vatandaşlar onu ve onun zihniyetini seçmediklerini ortaya koydular. Suriye’de Emevi Camisi’nde namaz kılacaklardı. En son İran Dışişleri Bakanı Zarif, Esad’la yaptığı uzun görüşmenin raporunu Erdoğan’a sundu. Hey gidi günler hey.
“O konu kapanmıştır” çizgisinde devam edilirken, Erdoğan ABD Başkanı Donald Trump'la yaptığı telefon görüşmesinde, Rusya'dan satın alınan S-400 füze savunma sistemiyle ilgili “çalışma grubu” oluşturma önerisinde bulundu. Eyy Amerika, ahh Amerika, tüh Amerika.
AKP çok zor durumda.
Çözmediği, sürüncemede bıraktığı bütün sorunlar onu an be an kuşatıyor.
Onu süpürüp atacağız tarih sahnesinden, atmalıyız. Gölgesiz, hiçbir iz bırakmadan çekip gidecekler. Mırın kırın edecek halimiz yok.
Onlardan sonra ülkede demokrasi daha bir kök salacak. Köksüzlük, topraksızlık, temelsizlik bitecek. Sonra mı? Sonra elbette ılımlı neo-liberarallere gelecek sıra. Bizi yavaş yavaş öldürmeye kalkanlara.