Yıllarımız giderek artan kadın cinayetleri karşısında, gerçeği örtmek için öne sürülen “artmıyor, görünürlüğü arttı” teziyle mücadeleyle geçti.

İşin doğrusu şuydu: kadın cinayetlerini durdurmak için mücadele artıyordu ve bu sayede hem kanıta dayalı biçimde cinayetlerin arttığı ortaya konulabiliyor hem de elbette bu mücadele kadınların can meselesini toplumun gündemine oturtuyordu. Bu yeni durum beraberinde, şiddet karşısında sessiz kalmayan kadın oranını da artırdı, dünya genelinde yükselen feminizmin canlılığı da bize daha fazla cesaret kazandırdı.

Bunlar olurken, Türkiye giderek kadınların şiddetten kurtulabildiği bir toplum olmaktan uzaklaştı. Çünkü şiddet ve onu yaratan arkasındaki temel yapılar: ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda kadınlar lehine herhangi bir dönüşüm olmadığı gibi, kadınlar değil şiddeti doğuran kaleler güçlendirildi.

Kadınların ekonomik bağımsızlığı güçlenmelerindeki en önemli temel adım iken, kadın istihdam oranı artmadığı gibi hala 30 milyon kadın nüfusunun sadece 9 milyonunun çalışma hayatına katılıyor olması, bir insanlık ayıbı gibi devam ediyor…

Siyasal alanda kadın temsili bir başka insanlık ayıbı; son yerel seçim sonuçlarına göre kadın başkan oranı %2 ve dünya ortalaması olan %20’nin onda biriyiz…

Kültürel alanda, şiddetin ve her tür kadın hak ihlalinin hala geleneğe dayandırılarak normalleştirilmeye çalışılması devam ediyor. Siyasetçilerin buna tavizsiz bir tutum alması gerekirken hemen her gün en çok da onların bu suçu işlediğini görüyoruz. Evet, bu bir suç; şiddetle mücadelede temel belge olan İstanbul Sözleşmesi “şiddeti gelenekle açıklamak yasaktır” der. Ve bu herhangi bir belge değildir, anayasaya dayalıdır. Dolayısıyla kadınlar hakkında ileri geri konuşan herkes, evet anayasal suç işliyor.

Durum böyleyken, “kadın cinayetleri niye artıyor? Sorusuna “neden artmasın ki?” diye soruyla karşılık verdik yıllarca. Ve daha da artmasını önleyen, kadınların verdiği birbirini asla yalnız bırakmayan amansız mücadele oldu. İyi olan tek buydu; bu sayede birçok kadın hayatta kaldı, şiddetten kurtulabildi.

Ancak yaşadığımız bu dönemin olumsuz sonuçları maalesef ki, kadınlarla sınırlı kalmadı. Kadınların yaşadıklarına kayıtsız kalan iktidarın tavrı, erkeklerin bu suçlara “teşvik” edilmesi sonucunu yaratırken, “canavar” çocuklara uzandı.

Şimdi art arda aldığımız çocuk istismarı haberleri, en kamusal alanlarda dahi işlenen kadınlara karşı suç haberlerine karışırken ve toplum bunların her birine patlayarak yanıt verirken, yaşadıklarımızı anlamaya çalışmalıyız.

Son haftada yaşadıklarımız hem kabus, hem de bu kabustan kurtulmanın umudunu taşıyor.

İstanbul Küçükçekmece’de cinsel istismara karşı ayağa kalkarak failin yakalanmasını sağlayan halk, sadece 5 yaşında avuç kadar kardeşimize sahip çıkmıyordu.

Bütün bu anlattığım döneme yeter artık diyordu.

Dilinde “hak, hukuk, adalet” vardı çünkü artık hak yiyenlerin gerilediği, adalet isteyenlerin kazanmasının önünün açıldığı dönemdeyiz. Metrobüste kadın arkadaşımız “ben utanmayacağım, siz utanacaksınız” diyor, Çorum’da çocuk istismarına karşı yürürken ve ülkenin dört yanında nerede şiddet, istismar, haksızlık görse “yenebiliriz, yeneceğiz” umuduyla harekete geçiyor halk. Öyle söylendiği gibi “gelip geçici” tepki değil bu; sonuç alınca duruyor ama hiçbir yere kaybolmuyor, buharlaşmıyor. Bir sonraki mücadelede yeniden açığa çıkacaktır. Ve önümüzdeki dönemde son birkaç günde “ne oluyor?” sorusuna yol açan türde, kadınlara, çocuklara karşı işlenen suçların patlamalı biçimde açığa çıktıklarını görebiliriz. Tersi olsun, çok sayıda kişinin zarar gördüğü haberini almayalım isterim ama insanlık suçlarını örten tarafın zayıfladığı, “hak hukuk, adalet” arayanların cesaret kazandığı durumda daha fazla suçüstü yapacağız, daha fazla gerçekleri açığa çıkaracağız ve elbette bu suçları, bu dekadansı bitirmek için gayret göstereceğiz. Bu yüzden mücadelemizi daha mukavim kılmalı, iyi hazırlık yapmalıyız.

Kimse çocuklara, kadınlara, tüm canlılara karşı işlenen, hoyrat suçları örtemeyecek.

Suçu göçmenlere yükleyerek, kendi sorumluluklarını örtmeye çalışanlara, ırkçılığa da asla geçit vermeyelim. Suçlu profillerine baktığımızda, kadınlara, çocuklara yabancıların değil sıklıkla en yakınlarının zarar verdiğini açık görüyoruz. Hatta burada tersinden işleyen bir ırkçılıkla karşı karşıyayız; Özbekistan uyruklu kadın arkadaşımıza takside cinsel saldırıda bulunan polislerin “iyi hal indirimi” alması gibi bir ırkçılık bu. Yani yine kadınları vuruyor; Türkiye’de artan yabancı düşmanlığı son dönemde yabancı uyruklu kadınlara artan saldırılara neden oluyor.

Bu tuzağa asla düşmeyelim. İşte bunun en iyi yollarından biri, dünyanın en birleştirici alanında; 1 Mayıs’ta buluşmaktır.

1 Mayıs’ta olmak için milyarlarca sebebimiz var. Dünya yüzünde sömürüden kurtulması gereken ne kadar insan var ise o kadar milyar sebep…Kadınlar için ayrıca sebeplerimiz; el konulan emeğimiz için dünyanın bütün kadınlarıyla ve bütün ezilenleriyle buluştuğumuzda, suçluların “yabancılar” değil, en yakınımızdaki erkekler, en bildiğimiz patronlar, siyasetçiler olduğunu çok net göreceğiz.