Dünyada feminist hareket, “nasıl bir feminizm” sorusunu canlı bir biçimde tartışıyor. Çünkü hareket canlı ve buna bağlı olarak en kitlesel eylemlerin yapıldığı bölgelerden tartışmaya daha fazla katkı yapılıyor. “Feminist Manifesto” adıyla farklı kitaplar yayınlanıyor, bu metinler farklı önermelerde bulunuyor. İçlerinde bir tür feminizm yorumuna eleştirellikle “Neden feminist değilim?” başlığında retorik kuran kitaplar da var, “iyi feminizm”, “kötü feminizm” tartışması da…

Bütün bu son dönem katkılar içinde Cinzia Arruza, Tithi Bhattacharya ve Nancy Fraser’in, iş bölümü ve iş birliği ile uzun bir çalışma döneminde kaleme aldığı “%99 için Feminizm: Bir Manifesto” metni önemli. Çünkü diğer hiçbirinin yapamadığını yapıyor; kimlik siyaseti ile bölünme değil sınıf siyaseti ile birleşmeyi önüne alıyor, %99 için kurtuluş arıyor.

Sömürülen, ezilen, baskı gören herkesin yanında yer alıyor, bütün insanlık için umut kaynağı olabilen bir feminizmi amaç ediniyor. Kurtuluş yok tek başına, diyor.

Birleşik Devletler’deki 2017 kadın grevinin örgütleyicileri de olan üç yazar, Polonya ve Arjantin’deki bir devi andıran kadın eylemlerinden aldıkları kuvvet ile her şeyin birbirine karıştırıldığı bulanık suya, ihtiyaç duyulan net bir berraklığı getiriyorlar.

Feminizmin “tek başına” bir hareketmiş gibi yansıtılmasına karşı keskin bir ayrışma; yol ayrımı öneriyorlar. Ayrıştıkları eğilimin “kişisel gelişime duyduğu aşkla, feminizmi kadınların bireysel olarak tek tek öne çıkmalarıyla birbirine karıştıran sosyal medya ünlülüğüne” dönüştürmesine karşı çıkarak bunun “sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen insanların ikbali uğruna çoğunluğun özgürleşmesinin önemsizleştirilmesi” anlamına geldiğini, çok iyi anlatıyorlar.

Metnin, hem net bir ayrım hem de net bir birleşme ve bütünlük kurması: %1 gibi bir azınlık için %99’u kurban etmeyi reddederek çoğunluğun ve tüm insanlığın kurtuluşunu amaç edinmesi, bunun için de örgütlü mücadeleden esinlenerek doğup örgütlü mücadele önermesi, en güçlü yanını oluşturuyor.

Türkiye’de %99 için feminizm

Önermesi olan 11 tezin her biri ayrı bir gerçek ihtiyacı karşılamakla birlikte, her biri ayrı tartışmayı ve bizim coğrafyamızda ayrı “tartılmayı” da gerektiriyor. Örneğin hukuk mücadelesine ABD’li bir feministin daha mesafeli yaklaşması anlaşılabilirken biz elimizdeki en temel hukuki haklarımızı savunmak durumunda kaldığımız böyle bir dönemde, tam öyle bakamıyoruz.

Aynı zamanda tek tek ele alınması gereken teorik önermelerden önce, biz Türkiye’de daha ana hat bir tartışmayı yürütmek durumundayız. Maalesef hani saha temizliği derler ya, önce ona ihtiyaç var. İşe çok geriden, işin temelini; “örgütlenmeyi” tartışarak başlamalıyız. Çünkü hepimizin gurur duyduğu o gece yürüyüşleri, o güzel gecelerde kalıyor, çünkü yılın geri kalan 364 gününde örgütlenme karşıtı bir eğilime devam eden bir feminizm de var memleketimizde.

Bir yanımızda kadınlara baskının muhafazakar biçimi en eski kadın düşmanlığı, diğer yanımızda bu baskıya sadece sistemin içinde kalarak karşı çıkarken feminizmi de sadece kendi çıkarı için kullanan sermaye lehine “popülist piyasa feminizmi” var iken, son kertede ikisi de aynı yere düşen bu iki seçenekten birine mahkum olmadığımızı, kendi yolunu açan ve ezilen çoğunluğu temsil eden bir feminizmin mümkün olduğunu söylüyorsak hiç şüphesiz örgütlenmek zorundayız. Yılın tek bir günü değil her günü örgütlenmek.

Gelin görün ki iflah olmaz bir “örgüt düşmanlığı” ile “kişisel başarı” hastalığına tutulmuş bir muhalif hareket var. İflah olmaz diyorum çünkü özellikle son dönemde onu çürüten olgular yaşadığımız halde hiç olgunlaşmamış bir çocuk gibi direniyor bu eğilim.

Mazbata, Rabia Naz ve ötesi

İstanbul’daki tarihi mazbata mücadelesini örgütlenmiş bir halk kazandığı halde illa ki kişiler, kişisel başarılar öne çıkarılmazsa rahat edemiyor bu arkadaşlar. Aday olmuş, çalışmış, kalpleri kazanmış Belediye Başkanı’nın kendisi bile “kral ben değilim, kral 16 milyondur” diyor ki bu İmamoğlu’nun çok iyi bir özelliği… Ama illa kişisel kahraman yaratmamız lazım. Oysa mazbatanın esas kahramanı, ana muhalefet partisinin ilk kez işi sıkı tutmasıyla, bu süreçte örgütlü bir emeği veren herkestir. İşte o örgütlenmedir, kolektivizmdir.  

Öte yandan minnacık evladımız Rabia Naz için başta kadınlar olmak üzere tüm Türkiye örgütlenerek ayağa kalkınca nihayet devlet adım atıyor. Ama yine tek bir erkek kahraman aranıyor, bulunuyor. Yanlış anlamayın, kahramanlığı bir yıl önce yaptığı ilk miting ile çoktan hak eden Rabia Naz’ın babası değil o erkek. Bizim de arkadaşımız olan, gerçekten bu davaya önemli katkılar sunmuş gazeteci bir arkadaşımız, Eynesil’deki kazanılan seçimin bile kahramanı ilan ediliyor ya, bu kadarına herhalde kendisi de etik olarak itiraz eder. Eynesil’de aday olanın, çalışanın, seçim için çalışma örgütleyenlerin, bir yıldır nefesi tükenen ailenin, onları yalnız bırakmamış Eynesil halkının, başta Çiğdem Toker olmak üzere yazılar yazan sayısız kadın gazetecinin ve örgütlenerek harekete geçen kadınların hiçbir önemi yok, yine erkek bir kahraman… Ben bazen iyi ki “tek adamı” reddediyormuşuz diye düşünüyorum, reddeden halimiz buysa isteyen halimiz nice olur kim bilir?

Bütün bunları niye anlatıyorum? Bakın; seçim sürecini maalesef hala tam olarak geride bırakamadık, devam ediyor. Rabia Naz kardeşimizin de ölümü hala aydınlanmadı, adalete kavuşamadık, devam ediyor. Rabia Naz yine seçim sürecinin de sembolü gibi; iki süreç de git gelle, çelişkilerle dolu. Ve daha bitmedi o kavga, sürüyor, her gün verilmesi, sıkı tutulması gerekiyor.

Durum bu iken, kişisel başarıdan filan söz etmek en hafifinden “ayıptır” zaten, caiz değildir. Görevler devam ediyor, gerek seçim, gerek Rabia, gerek tüm çocuklar ve gerçekte kadınlarda devam ettiği için artık çocuklara da uzanan tüm şüpheli ölümler, Şule Çet, Ecem Balcı, Aysun Yıldırım için, tüm kadın cinayetleri için.

Önümüzde bunca görev, yanı başımızda politik olarak hesaplaşmamız gereken bizi iki seçeneğe mahkum etmek isteyen ikisi de aynı yere çıkan feminizm karşıtlığı ama ufkumuzda kendi yolumuzu açacak, %99 için güzel yarınlar yaratacak uzun bir mücadele ve arkamızda dünya kadın hareketi varken örgütlenmeyip de ne yapılacak? Nereye böyle arkadaşlar? Siz ne demek istiyorsunuz, insan anlamakta zorlanıyor bazen.

Sadece örgütlenmiş bir halkı kimsenin yenemeyeceğini, daha kaç kere öğrenmeliyiz? Tersini de gördük, düzünü de… Allame-i cihan olsa da bırakın artık bu kişi kültlerini, feminizme de kendinize de zarar vermeyin.