Ahmet Telli’nin bir şiiri var:

Büyük aşklar yolculuklarla başlar / ve serüvenciler düşer bu yollara ancak
Onlar ki dünyanın son umudu / soyları tükenen birer çılgındırlar

Grup Yorum bu dizelerdeki gibi “soyları tükenen” demeye kıyamamış. Şarkılarında “soyları tükenmeyen” demişler. Muhtemelen şair bu durumdan pek memnun kalmamıştır ama ne yalan söyleyeyim ben de “soyları tükenmedi” deme duygusuyla dopdoluyum.
 
Soyları tükenmez çünkü çocuklar iyi masallardaki, iyi karakterlere bağlıdırlar hep. İşte onların hepsi potansiyel “yollara düşenlerdir”. Sürpriz yollara düşenlerdir ve olacaktırlar.
 
2019 yılında yollara düşen, soyu tüketilememiş tek gerçek devrimci girişim Emekçi Hareket Partisi’nin, Özge Akman’ın şahsında, yerel yönetim seçimlerinde yer almasıdır. Çünkü bu, dünyanın son umudunu ve politik programını ayakta tutma girişimidir. O umut ve program bağımsız olarak vardır artık. 
 
Emekçi Hareket Partisi bu seçimlerde adını soyadını söyleyip oy istemedi, istemez de zaten. Bunun geçersiz olduğunu bilir. O emek verenler için gerekli ve yararlı olan politik programı anlattı. Toplumun ve diğer politik aktörlerin tartışmasına açık bir politik programı var. Program, bir olumlu politik kimlik iddiası demek değildir. Ne var ki EHP dışındaki bütün kesimler toplumu bir programa değil kendi olumlu politik kimliğine dahil olmaya davet ediyor. Toz duman arasında bir kelime bile duyuramıyoruz o arkadaşlarımıza bu meseleyi. Ya da o kadar benimsemişler ki bu konumlanış ve hareket etme tarzını hiç etkilenmiyorlar. Doludizgin öyleler. Devrimciyiz, çok komünistiz, çok sosyalistiz, bizi takdir edin ve bize oy verin…
 
Politik tez yok, kimlik var. Bir de kalkıp AKP’yi kimlik siyaseti yapmakla eleştiriyorlar, çok gülüyorum. Politik kimlik de bir kimliktir nihayetinde. Ulus ya da mezhep niteliğindeki kimlik gibi. Gerçek sosyalistler toplumu örneğin Bolşevik olmaya davet etmez barış yapılması politikasına davet eder. Toprakla ilgili politikasına davet eder. 8 saatlik işgünü politikasına davet eder. Şuralar aracılığıyla işçi sınıfının doğrudan yönetimi politikasına davet eder. Kendi kaderini tayin hakkı politikasına davet eder. İktidarın alınması politikasına davet eder.
 
Politik kimlik siyaseti olmaz. Soyut ve genel geçer siyaset de olmaz. O da kimlik siyaseti derekesine düşer.
 
Sosyalistlerin politik programı zaten herkesçe benimsenmiş, hop diye cepten çıkarılan bir vasıfta değildir. Efsanelerin aksine, Ekim Devrimi'ne gidilirken de öyle olmadı. Barış konusuyla ilgili kıyamet kopuyordu. Ünlü Plehanov dahi barış siyaseti taraftarı değildi. Bu fikirler büyük kafa patlatmalar, keşifler ve denemeler sonucu ortaya çıkabildi. Yani “ha politik program mı, işte buyrun” diye olmuyor.
 
Emekçi Hareket Partisi politik programın öyle olmadığını biliyor. Kafa patlattı, denedi. Keşfetti mi? Hayat bunu gösterecek. Ama kafa patlatma ve deneme görevini yerine getirdi. Kendinden önceki devrimciler gibi.
 
Partimiz programında yaşanan ekonomik kriz koşullarını amasız fakatsız ortaya koydu ve buna karşı eğilimlerin nasıl yaratılabileceğini anlatmaya çalıştı. Örneğin kamu mülkiyetine dayalı üretim ve hizmet, dedi. Kooperatifler faslına girmedi. Ülke çapındaki çözüme bağlı, şehirler bazında çözüm formülleri ileri sürdü. 
 
“Bunu yapalım ey emek verenler, ne dersiniz?” dedi. Biz ne iyiyiz, bize inanın, bizi sevin, bize oy verin, demedi. Biz sosyalistler olarak böyle düşünüyoruz, dahi demedi. Akıl mantık gereği böyle düşünmek gerekir, dedi. Çünkü biz kendi kendimize göre bir alt kültür grubu oluşturmaya çalışan bir topluluk değiliz. “Biz sosyalistler olarak böyle söylüyoruz” deyip köşemize çekilmiyoruz. 
 
Aynı Marks gibi hayat ve gerçek budur deyip çatır çatır tartışıyoruz. 
 
Asıl biz onları “siz kapitalistler işte böyle konuşursunuz” diyerek mahkûm ediyoruz. Biz sosyalistlerin iyiliği adına konuşmuyoruz. Dünyanın ve insanlığın tümünün iyiliği adına konuşuyoruz. Tüm işçi sınıfı adına konuşuyoruz.
 
Bunlar ne ki değil mi? Neyi öğrendi bizim solcu kardeşlerimiz? Siyaset güçle yapılır.
 
Hayır efendim. Siyaset siyasal program ve siyasal hamleyle yapılır.
 
Başlangıçta Bolşevikler de güçlü değildi. Mahirler de çok az kişiydi. Kürt hareketi de. Onları inanılmaz şekilde güçlendiren, kesinlikle politik program ve hamleleridir.
 
Marks’a göre ne kadar büyük, ne kadar devasa olursa olsun değişmeyen sermaye yani birikmiş ölü emek yani mal-mülk-para değer yaratmaz. Değer yaratan tek ama tek faktör canlı emektir. Emek gücüdür. İnsan kaslarının, sinir sisteminin ve beyninin hüneridir. Marks o nedenle bu kategoriyi tanımlarken ona “değişen sermaye” adını verir. Değişmeyi ve arttırmayı yalnızca o sağladığı için. 
 
Buz gibi birikmiş sermayeye sahip burjuvazi bile, birikmiş değişmeyen sermayesini her seferinde yeniden üretim çevrimine sokmadan yapamaz. Hatta üretim ve kar etme döngüsü riskli olsa bile buna zorunludur. Bunun gerçekleşebilmesi için canlı emeğin yani işçi sınıfının devreye girmesi gerekir.
 
Burjuvazi dahi binasına, makinesine, hammaddesine, malına, mülküne, parasına güvenerek işi bitiriyorum diyemez. Bütün bunların en ufak bir değer yaratması için emek gücüne başvurması kaçınılmazdır.
 
Bertolt Brecht, Hitler'e Şarkı Sözü’nde şöyle anlatmaya çalışır bu çetrefil meseleyi:
 
Tankınız ne güçlü ne güçlü
Yüz insanı ezer geçer
Ama bir kusurcuğu var
Sürecek insan ister
 
Uçağınız ne güçlü ne güçlü
Fırtınadan tez gider, filden zorlu
Ama bir kusurcuğu var
Yapacak usta ister
 
İnsan neler yapar, neler yapar
Bilir uçmasını öldürmesini
Ama bir kusurcuğu var
Bilir düşünmesini de
 
Emekçi Hareket Partisi, yerel yönetimlerle ilgili işini politik programıyla yapmayı denedi. Bir gücün, bir “değişmeyen sermayenin” peşine takılarak değil. Kendi gücünden başka hiçbir güce bel bağlamadan. Kendi özgücüne ve emek gücüne dayanarak. EHP, emek verenlerin yönetimi için, kendi canlı emeğini ortaya koydu. Sonuç yaratacak, gidişatı değiştirecek olan da odur. İşte tam bu nedenle Emekçi Hareket Partisi’ne ve onun temsilcisi Özge Akman’a oy verilmelidir.
 
Seçimlerden hemen sonra herkes doğruyu ve yanlışı yapmanın sonuçlarını çarçabuk görecek.
 
Safların netleştiği yeni bir dönem başlıyor.