Türkiye’de “kadın cinayeti” kavramının resmi olarak tanınması, dünyada da olduğu gibi feminist mücadele bakımından önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü cinayetlerin analizinde cinsiyete dayalı farkı görünmez kılan klasik yaklaşımın tersine, kadınların sırf cinsiyetleri nedeniyle öldürülüyor olmaları olgusu, sadece kriminal bir gerçeği değil toplumsal bir sorunu ortaya çıkardı. Kadınlar, yaşam haklarını ellerinden alabilen seviyede bir şiddet yaşıyordu. Şiddetin kökenine bakınca ise toplumsal cinsiyet eşitsizliğine çarpıyordunuz. İşte bu yönüyle kavramın resmi olarak kabulü, mantıksal olarak da cinsiyet eşitliğine sahip çıkmayı gerektirmesi bakımından feminizmin bir kazanımıdır. Kadın cinayetlerinin “femicide” kavramı ışığındaki son güncel evrensel tanımı da bunu ortaya koyuyor: “Embriyodan cenine, bebekten çocuğa, erişkinden yaşlıya kadar tüm kadın cinsiyetteki bireylerin sadece cinsiyetlerinden dolayı ya da toplumsal cinsiyet kimliği algısına aykırı eylemleri bahane edilerek, bir erkek tarafından ya da erkeğin motivasyonu ile öldürülmesi veya intihara zorlanması kapsamı”, şiddeti durdurmanın ana hattının “toplumsal cinsiyet eşitliği” olduğunu kanıtlıyor.
Peki, bizde ne oluyor?
Kadın cinayeti terimi resmi olarak tanındı
Birincisi, bu sene daha önceki yıllarda olmayan bir şey oluyor; devlet uzun bir sessizlikten sonra ilk kez kadın cinayeti verisi açıklıyor. İçişleri Bakanlığı ilk kez geçtiğimiz 25 Kasım Şiddet ile Mücadele Günü’nde veri açıkladı ve bu sene 8 Mart’ta da Polis Akademisi tarafından hazırlanan “Dünyada ve Türkiye’de 2016–2017–2018 Kadın Cinayetleri Verileri ve Analizler Raporu” yine aynı bakanlık tarafından basın toplantısıyla kamuoyuna duyurularak veri açıklama tekrarlandı. Sürekli olarak devam etmesi de gerekiyor.
Açıklanan oranlar, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verileriyle örtüşmemekle birlikte, İstanbul Sözleşmesi’ne göre devletin şiddeti önlemekte ilk yükümlülüğü olan bu görevin ilk kez yerine getirildiğini gördük. Bundan önce bir defa da 2010 yılında dönemin Adalet Bakanı, bir soru önergesine yanıtında kadın cinayetlerinin “2002 ile 2009 yılları arasında yüzde 1400 artış gösterdiğini” açıklamıştı. TBMM kayıtlarında bulunabilecek cinayet masa verilerinden derlenmiş olan bu yanıtta kadın cinayeti resmi olarak tam da tanınmamıştı. Nitekim sonraki yılları da genelde sessizlikle geçirdik. Bu sessizliğin kırılması ve artık resmi açıklamalar bölümüne geçmemiz, her şeye rağmen olumlu bir gelişmedir ve hiç şüphesiz kadınların yıllara dayalı kararlı mücadelesinin sonucudur. Özellikle 8 Mart dönemindeki açıklamada, şüpheli ölümlere ve faili meçhullere yer verilmiş olması da son dönemde tam bu konuda verilen mücadelenin, Şule Çet davası başta olmak üzere şüpheli ölümlere karşı kadınların geniş bir kamuoyu yaratmış olmasının sonucudur.
Ancak İçişleri Bakanı’nın “kadın örgütüyle farklı değerlendiriyoruz, kadınların farklı nedenlerle öldürüldüğü durumları kadın cinayeti olarak ele almıyoruz” ifadesinin de ortaya koyduğu gibi farklı değerlendirmelerimiz var. Böylece önümüzde önemli bir mücadele evresi daha açılıyor.
Polis Akademisi Raporu, Dünya Sağlık Örgütü sınıflandırmasına göre fiziksel istismar, cinsel istismar ve işkence dâhil olmak üzere saldırı sonucu öldürülen kadınları hesaplamaya katıyor. Türkiye’de yürürlükte olan 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çerçevesinde kolluk tarafından tasnif edilen ve kurbanı kadın olan kasten öldürme vakalarının tasnifine kapsam bakımından yakın olduğu için ICD-10 sınıflandırması içerisinde, “Assault X85-Y09” kodlaması altındaki veriler esas alınmış. Yani; uyuşturucu, ilaç ve biyolojik maddeler tarafından saldırı, aşındırıcı madde ile saldırı, böcek ilacı saldırısı, bitki besin ve gübreleri, gaz ve buharlardan saldırı, diğer tanımlanmış kimyasallardan ve zararlı maddelerden saldırı, belirtilmemiş kimyasal veya zararlı madde ile saldırı, asarak saldırı, boğulma ve boğulma, boğulma ve batma sonucu saldırı, tabanca deşarjıyla saldırı, tüfek, av tüfeği ve daha büyük ateşli silah boşalması ile saldırı, diğer ve tanımlanmamış ateşli silah boşalması nedeniyle saldırı, patlayıcı madde ile saldırı, duman, ateş ve alevden saldırı, buhar, sıcak buhar ve sıcak cisimlerden saldırı, keskin nesne ile saldırı, künt nesne ile saldırı, yüksek yerden zorla saldırı, nesneyi taşımadan önce kurbanı iterek veya yerleştirerek saldırı, motorlu taşıt çarpması sonucu saldırı, bedensel kuvvet ile saldırı, boğulma, daldırma, silahın kullanılması, bedensel kuvvet ile cinsel saldırı, tecavüz (teşebbüs edilmiş), sodomi (girişimi), ihmal ve vazgeçme, diğer kötü muamele, diğer belirtilen yollarla saldırı, belirtilmemiş araçlarla saldırı, suikast (girişimi), cinayet (girişimi), adam öldürme (kazayla olmayan), cinayet (girişimi)…
Görüldüğü gibi ne çok biçimde öldürülüyoruz. Ne kadar çok öldürülüyoruz.
Ayırıcı tanı ve tedavi devletin görevidir
Yukarıdaki saymakla bitmeyen bu öldürülme biçimleri ve bir sayı değil bir ömür veren hayatlarımız bile, tam gerçeği karşılamıyor. Gerçek bundan daha fazlası; şüpheli ölümler var, İçişleri Bakanı’nın cinsiyetle ilgili görmediği ama bizim cinsiyetle ilgili olduğunu buz gibi bildiğimiz, Ceren Damar kadar gerçek kadınlar var. Akademide kadınlar cinsiyet ayrımcılığının her türüne maruz kalıyorken Ceren için sadece “eğitim şehidi” denilerek konu kapatılamaz. Başka adli konuların işin içine girdiği kadın cinayetleri, sırf adli bir konuymuş gibi ele alınamaz. Liseli kardeşimiz Ecem Balcı cinayetinde işin içinde bir “define” konusu olması, onun cansız bedeninin çıplak biçimde ormanlık arazide bulunmasını açıklamıyor. Ve zaten kadın cinayeti olgusu, bu hayatta bu memlekette hiçbir zaman karşımıza yalın biçimde, her şeyden azade olarak çıkmıyor. Hep başka toplumsal sorunlarla iç içe geliyor. Helin’in Türkiye’de silahlanma artışının bir sonucu olarak da öldürülmesinde olduğu ve başka pek çok örnekte olduğu gibi…
Bu yüzden İçişleri Bakanı’nın açıklamaları, Meksika Devleti’nin kadın cinayetlerini örtmek için kullandığı dili akla getiriyor. Dehşet verici orandaki kadın cinayetini, “burada suç örgütleri birbirini öldürüyor, arada kadınlar da öldürülüyor” diye kapatmaya çalışan Meksika Devleti örnek değil ibret alınması gerekendir. Elbette kadınların öldürüldüğü her cinayete de “kadın cinayeti” diyemeyiz. Bu konuda dünyada da önemli bir tartışma yürüyor. Bizim de nihayetinde bu tartışma aşamasına gelmiş bulunmamız bile her şeye rağmen önemli diye düşünüyorum. Konu uzun ve etraflı; örneğin faillerin kimler olduğu, yargılama sürecinin nasıl yürüdüğü ve birçok başka değişken ayırıcı tanıda önem kazanıyor. Bu yazıya sığmayan etraflı tartışmaya ileride devam etmek üzere önemli bir başka veriyi paylaşmak istiyorum.
Polis Akademisi raporunda, “ihmal ve vazgeçme yoluyla öldürme” failleri arasında; eş veya partner, ebeveyn, tanıdık veya arkadaş, diğer tanımlanmış kişiler, belirtilmemiş kişi yanı sıra “resmi makamlar” da sayılıyor. Bu raporla devlet kendi failliğini kabul etmiş bulunuyor.
Sonuçta kadın cinayeti teriminin resmi olarak tanınması ve verilerin toplanıp açıklanması için senelerimiz mücadele ile geçti. Şimdi nihayet yeni bir seviyeye geçip bu cinayetlerin içinde örtülen oranı açıklığa kavuşturmak ve çözümü daha net konuşmak bölümüne geçeceğiz. Platformun kanıta dayalı biçimde raporladığından daha az sayıda kadın öldürüldüğü iddia edilmiş olsa da açıklanan oran dehşet vericidir. Üç yıl içinde 932 kadının şiddet nedeniyle hayatını kaybettiği hiçbir yetkili tarafından kolay söylenmemelidir. Tek bir kadın cinayeti bile fazla iken devlet kendisinin önlemek sorumluluğunda olduğu cinayetleri, “önlenebilir ölüm” ile yüzlerce kadının öldürüldüğünü açıklayabiliyorsa peşi sıra yapılması gereken tek şey çözümü de açıklamak olmalı.
Ölüm oranı açıklayanlar, çözümü de sağlamak zorundadır.