Bir politik akım, daha yetmişlerin sonuna doğru halkın doğrudan etkide bulunarak iktidar olmasını konu ediyor kendisine. Söz, yetki, karar, iktidar halka diyebiliyor. Direniş Komiteleri fikrini ortaya atıyor, hayata geçirmeye çalışıyor. Üreten biziz, yöneten de biz olacağız, diyor. Bu ülkenin insanlarına iki büyük tanımlamayı, hedefi ve şiarı armağan ediyor.
Şimdi bu önemli sözler, bestekârı asla bilinmeyen mükemmel türküler gibi dilden dile dolaşıyor. Varsın dolaşsın. Hepimizin ruhuna işlesin, ciğerlerine dolsun. Yıllar yıllar sonra değeri iyice anlaşılsın.
Düşününüz türküyü yakan ne kadar üstünde durmuş. Ne kadar titizlenmiş. Ne kadar yüreği titremiş. Marks’ın Kapital’i yazarken yaşadıkları gibi.
Sadece söz değil, yetki, karar, iktidar da halka.
*
Yerel seçimler vesilesiyle meclisler aracılığıyla halkın inisiyatif sahibi olması gündeme geldi.
Bu nasıl olacak? Aslına bakarsanız düzen partileri yönünden “kapım herkese açık” ya da “telefonum her zaman açık” gibi bir yaklaşımdır bu. Daha ötesi belediye binasının bir yerinde dilek ve temenni kutusu olmasıdır. Babacan bir belediye başkanı vardır ve bütün dilekleri sonradan okur.
Düzenin partilerinin meclisi, doğrudan demokrasiyi reddedişleri son derece kabadır. Paçalarından akar. Bir kilometre uzaktan samimi olmadıklarını anlarsınız.
Solda duranlar öyle değildir. Onların bütün tavırları çok düşünülmüş ve inceliklidir. Hem meclisleri savunur gibi görünürler hem de asla yönelmezler buna. Solda duranların meclisvari yapıları pek istemiyor olmalarının nedeni, böyle bir toplumsal mekanizmayı gereksiz bulmalarıdır. Çok iyi bir lider ve çok iyi bir örgüt varsa lüzum etmez diye düşünürler. İyi lider ya da örgüt zaten en doğruyu söyler, herkes de yapar. Derinde böyle düşünenler meclis için uğraşmaz elbette.
Bu düşünce zincirinin daha somut tezahürü, mevcut örgütlerin meclisleri kendisine rakip ya da alternatif olarak görmesidir. Sendikayı, meslek odalarını öyle görmez ama meclisleri görür. Ekim Devrimi tarihindeki sovyetleri bir duymuşluğu olsa da bu öyledir. Yaşanan körelmeyi ne yaparsanız yapın gideremezsiniz.
Oysa parti ve meclisler arasında rakip olma ilişkisi yoktur. Tam tersine bu iki taraf arasındaki ilişki simbiyotik bir ilişkidir. Yani birbirini tamamlar, birbirini besler. Ağaçların kökleri vardır ve o köklerde onların topraktan mineralleri almasını sağlayan mantarlar. Kökler ve mantarlar olmadan o görkemli ağaçlar olmaz.
*
Peki, meclis neydi?
Meclis emek vermekti. Meclis halkın beyninin gücüydü. Meclis neyin ne olduğunun görüldüğü yerdi. Meclis nesnelliğin okunduğu yerdi. En sonunda meclis yetki kullanabilmek demekti.
Hani o güzel türküde diyor ya “söz halka” diye. Halkın önce söz hakkı olacak. Söz hakkını kullanmak için kalkıp bir yere gidebilecek. Gidip konuşacak. Herkes onu saygıyla dinleyecek. Herkesin söz süresi aynı olacak. Sıralama tesadüfi olacak. Önemli kişiler nutuk atıp çıkmayacak.
Ancak o mecliste söylenen sözler suya yazılmayacak. Söz hakkının suya yazılmaması neydi peki? Karar alabilme hakkıydı. Çünkü söz uçar gider ama “karar” kalır. Sözü söz yapan karar haline gelebilmesidir. İşte burada mevzu karışıyor. Solda duranlar meclislerde söz hakkının kullanılmasına tamam diyor ama karar alınmasına hiç sıcak bakmıyor.
Mesele de bu zaten.
Bir söz ancak bir karar haline gelebilirse kendisini yetkili kılabilir. Yoksa bir yetki kullanımı olarak ağırlığını ortaya koyamaz. Karar alabilmek için meclisler bir işleyiş düzenine sahip olmalı, organlaşmalı, delegasyon sistemi oluşturabilmeli ve oylamaya gidebilmelidir. Bunlar olmadan, güzel sohbetler düzeyinde kalarak karar alamaz ve yetki kullanabilecek bir güce kavuşamaz.
Eğer meclisler yetki kullanabilecek niteliğe erişebilirse; babacan başkanları, karizmatik liderleri ya da tek adamları önemsiz hale getirecektir. Meclisler yetkisini kullanır ve ne yapması gerektiğini uygulayıcı yürütmeye söyler. Söz ve kararda yetkinleşen halk, yetkisini kullanır.
*
Basamaklar dörder dörder çıkılmayabilir ama birer birer çıkılır.
Emek verenler, meclislerde tartışabilir. Oylamalar yaparak kararlarını yetki kullanma düzeyine çıkarabilir. Bu işleyişi sürekli kılabilir. Eğer bütün bunları başarabilirse şehirlerin ve ülkenin çehresi değişir. Sözü kullanmayı, karar almayı, yetki kullanmayı başaranlar, iktidarı almaya aday da olabilir.
O büyük sözün esprisi en sonunda iktidarı almaktır.