Yakın zamanda izledim ki Tayyip Erdoğan da şehir meclisleri kurmaktan söz ediyor. Böylelikle halkı yönetime katacaklar. Milletvekillerini yönetim fonksiyonundan uzaklaştırmak için en anti-demokratik başkanlık sistemini ülkeye dayatanlar, millete önem veriyormuş gibi gözükmek istiyor.

Vefa bir semt adı, tutarlılık semt adı bile değil. Peki ya gerçekle bağı olmak? Bu ise bu ülkede hiç görülmemiş bir mevhum. Gazeteci yazamıyor, yargıç iktidarın eğilimi dışında bir karar alamıyor, yasal parti parti kabul edilmiyor, bir basın açıklaması yapmak bile cenk meselesi, vatandaş hileyle karşı karşıya kalmadan oy dahi kullanamıyor. Ama kimse üzülmesin “şehir meclisleri” kurulacak pek yakında.

Listeye bir bakacak olursak Erdoğan’ın yanı sıra Ekrem İmamoğlu da “halk meclisleri” vadediyor. Demokrat ya da sol muhalefet olarak göreceklerimiz de halk için meclisler kurulması gerektiğinden fazlasıyla bahsediyor.

İçeriğe hiç girmeyeyim.

Sadece ve sadece şunu sormak istiyorum: Madem her politik eğilim bu kadar halk meclisi kurma heveslisiydi, o halde neden bugüne gelinceye dek, bir toz zerresi kadar bir halk meclisi kurmadılar? Bu soruyu sadece AKP için sormuyorum. Bu soruyu sadece CHP için de sormuyorum. Radikal demokrasi ve radikal sol eğilimde olanların hepsine soruyorum.

Memlekette sadece AKP yerel yönetimlere seçilmedi. CHP de seçildi radikal demokratlar da seçildi ve hatta radikal solcular da seçildi. AKP’ye diyecek bir şeyim yok. Bizimkilere soruyorum, nerede meclisler? Yok mu? Zaten hiç yok muydular? Zaten hiç yapmadınız mı? E o zaman denilecek bir şey de yok.

Madem çok istiyordunuz, çok savunuyordunuz, yapsaydınız?

Ayinesi iştir kişinin tipine bakılmaz. Yapmamışsanız aslında pek de istekli değilsiniz demektir.

***

Gelelim meclis nasıl olur, demokrasi nasıl olur konusuna.

Solcuların çoğu yönetimine geldikleri bir yerde, eğitimli biri olarak doğrudan kendilerinin ya da çağırdıkları uzmanların orayı yöneteceğini düşünüyor. Son dönemde solculuk kültürü diye bilinen özet bu. Sözüm ona insanların eğilimlerine çok önem verdiğinden ve onların zorlanmaması gerektiğinden bahseden sol liberaller, bir dakikada sizi uzmanların soğuk ellerine bırakır. Hiç acımaz.

En halkçı olanlar dahi örgüt içindeki militanların oluşturduğu meclisvari toplantıyı geçiştirmek için fırsat kollar. Eğer kaçınılmaz olarak meclisvari bir toplantı yapılacaksa, onu zapturapt altına alma düzenlemeleri yapmaya çalışır. Uzadığından, herkesin konuşmak istediğinden, çok karışık olduğundan şikâyet edilir. Meclis toplantısı, sunum denilen “bilgilendirme” müdahaleleriyle boğulur. Bir uzmanın sunum yaparken yarattığı didaktikliği tarihteki en gaddar solcuda bile göremezsiniz. Sanki sunum yapılınca hepimiz o içeriğe “aynen” iştirak ediyormuşuz gibi bir hava yaratılır.

Oysa doğal kabul edilmelidir ki meclislerde herkes konuşabilir. Doğru ya da yanlış diye görülebilecek şekilde konuşabilir. Aykırı da konuşabilir. Meclis zaten bu nedenle olan bitene her yönüyle tanık olmak, nesnelliği kavramak için yapılır. Meclislerin, hayatın karışıklığını aynen yansıtması beklenir. Uzun da sürer, yöneticiler kadar sade vatandaşların da söz hakkı vardır. Herkesin konuşma süresi eşittir. Tartışma çıkarsa da çıkar.

***

Eğer yerel yönetimlere söz yetki karar etkisinde bulunacak bir meclisten söz ediyorsak o hiçbir şekilde dernek, grup temsilcisi ya da danışmanlardan oluşturulan bir heyet değildir.

Mahalle, semt, ilçe ve şehir gibi düzeylerde her vatandaşın, her hemşerinin doğrudan, hiçbir şart ileri sürülmeden katılabileceği yer ancak meclis olarak kabul edilebilir. Bugünün solcusu, bunu söylediğinde ilçe ya da şehir düzeyindeki meclis toplantısının teknik olarak çok zor olacağını dert etmeye başlar. Emin olunuz takıldığı konu budur. Buna bulup da bunama dahi diyemeyeceğim, bulmadan bunalma denilebilir belki.

Sanki herkes ayağa kalkmış gürül gürül meclislere, sovyetlere koşuyor da biz nasıl organize edeceğimizi bilemiyoruz. AKP kongrelerine bir bakacak olursak o kongrelerin bir tartışma, bir fikir alışverişi ortamından çıkmış olduğunu apaçık görürüz. Her şey iyi organize edilmiş büyük bir gösteridir sadece. Esas yönetici gelir nutuğunu atar ve iş biter. Diğerleri alkışlar, büyüksün der, gurur duyuyoruz der.

Bu toplum, böyle örselenmiş bir toplumdur işte. Ailede örselenir, ilkokulda örsenelir, üniversitede örselenir, işyerinde örselenir ve en sonunda düzen partilerinde örselenir. Söz gümüşse sükut altındır. Söylenmeye kalkışılan bütün sözler, demirin altında ezilir.

Böylesine örselenmiş halk, büyük bir motivasyonla meclislere gitme eğiliminde değildir zaten. Bundan bir sonuca varılamayacağı kafasına yerleşmiştir. Şunu demeye çalışıyorum; halk büyük bir istekle meclislere geliyor ve biz de onları nereye oturtacağımızı bilemiyor vaziyette değiliz. Yapılması gereken önce meclislere katılması için halkın güvenini kazanmaktır. Bunun başarılabilmesi için de emek verenlerin büyük bir hedefi ve büyük bir politik çıkışı olmalıdır.